“Cumhurbaşkanı Erdoğan dışında biri cumhurbaşkanı seçilirse ne olur?”
Biri İngilizce biliyormuş, o İngiltere’ye kaçıyor, diğeri “Ben İngilizce bilmiyorum, nereye gideceğim?”
“AK Parti merkez idi; yeni partiler merkez boşaldığı için kuruluyor” tezine ne diyorsunuz?
Yeni partiler kurulma aşamasındayken başgösteren AK Parti kaynaklı tartışmaları nihayet bir kalem bugün özetleyiverdi. AK Parti’ye akıl hocalığı yapan bir kurumla da irtibatlı yazarımızın (Türkiye gazetesinden Nebi Miş) tezinin özetini kendi ifadeleriyle dikkatinize sunuyorum:
“Siyasal alanda, siyasetin merkezinde herhangi bir temsiliyet ya da meşruiyet krizi yok. Dolayısıyla, taban hareketleri ve toplumsal eğilimler açısından siyasette yeni partilerin kurulmasına dönük bir beklenti yok. (..) Dolayısıyla da bütün stratejilerini, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik olarak kurguluyorlar. (..) 2023’e kadar seçim yok. Yeni kurulan partilerin 2023’e kadar motivasyonlarını sürdürmeleri zor. Siyasetin merkezinde bir boşluk da bulunmuyor. Bu açılardan bakıldığında, siyasette kalıcı olmaları da zor görünüyor…”
AK Parti’nin ülkemize hediye ettiği ‘yeni hükümet sistemi’ açısından cumhurbaşkanlığına kimin seçileceği en önemli konu haline geldi; yeni partiler o konuda etkili olabileceklerse yalnızca bu bile onların iktidar çevreleri tarafından ‘tehdit’ olarak görülmesini getirebilir. Demek ki, yeni partiler konusu açılınca, akla ilk “Bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçiminde ne olacak?” sorusu geliyor…
Merkezi oy mu, değerler mi belirler?
Yalnız tezde benim esas irdelemek istediğim ‘merkezin dolu olduğu’ konusu…
Daha ilk adımda şunu söyleyeyim: AK Parti’nin iktidar olması sonrasında patlak veren tartışmalar sırasında, 2000’li yılların başlarında, siyasi rakipleri ve o rakip partileri destekleyen kalemler tarafından, benzer görüşler AK Parti için de savunuluyordu.
AK Parti, onlara göre, ‘marjinal’ bir partiydi; iktidara gelmesi tesadüflerin sonucuydu, iktidarda kalıcı olması merkezin zaten başka partiler tarafından doldurulmuş olması yüzünden mümkün değildi.
Bu tezin karşısına AK Parti’nin kendisinin ‘merkez’ teşkil ettiğini tartışma gündemine ilk taşıyanlardan biriyim. Nitekim AK Parti kısa zamanda kendisini ‘merkez’ olarak tanımlayan diğer partileri solladı, her seçimde oylarını artırarak bugünlere gelebildi.
Merkezi gerçekten doldurdu AK Parti.
Soru şu: Bir partinin ‘merkez parti’ iddiasına sahip olabilmesi için onun en fazla oyu alması yeterli midir, yoksa bir partiyi ‘merkez parti’ yapan oylarının artmasına da sebep olan temsil ettiği değerler midir?
Yukarıda alıntıladığım yazıdan da anlaşıldığı üzere, AK Parti, şimdilerde, oyun kendisine neden verildiğiyle fazla ilgilenmiyor, aldığı oyların diğer partilerin aldığından daha fazla oluşuna bakarak “Merkez dolu, merkez parti benim” görüşüne varıyor.
Oysa, ben ve benim gibiler, AK Parti’nin ‘merkez parti olduğu’ iddiasını onun kuruluş döneminde benimsediği ve iktidar olduğunda birbiri ardına hayata geçirmeye çalıştığı ‘ortak değerler’ ile izah etmekteydik.
AK Parti henüz parti olarak ufukta görünmezken, sonradan onun kurucusu olarak ortaya çıkacak kadrolar, “Nasıl bir parti?” sorusuna cevap aramak üzere kolları sıvamışlardı. O sırada Ankara’da faaliyet gösteren iki kurumdan biri olan başında Prof. Beşir Atalay’ın bulunduğu ANAR kapsamlı kamuoyu araştırmaları ile halkın nabzını tutmaya çalışıyor, Abdullah Gül’ün başkanlık ettiği PAM (Politika Araştırmaları Merkezi) ise o araştırmaların sağladığı verilerden yararlanarak onları politikanın diline çeviriyorlardı.
“Toplumu bir arada tutan en önemli unsurlar nelerdir?” sorusuna ANAR’ın o dönemdeki araştırmasına yansıyan cevaplar yüzde olarak şöyleydi:
Düşünce özgürlüğü (94.9)
İnanç özgürlüğü (94.6)
Demokrasi (91.5)
Cumhuriyet (0.8)
Laiklik (76.0)
Din (72.9)
Aynı araştırmadan bir de şu sonuç çıkmıştı: Fazilet Partisi’ni destekleyenler de laiklik ilkesine ters bakmıyor, CHP’li olduğunu söyleyenler ise din konusunun “Toplum için önemli bir unsur” olduğunu söyleyebiliyordu.
Tahmin edeceğiniz gibi, AK Parti, kuruluşu sırasında bu ve bunun gibi araştırmaların bulguları istikametinde bir değerler sistemini benimsemiş ve onların hepsini önce parti beyannamesine, iktidar olunca da hükümet programına taşımış, icraatlarında da aynı çizgi istikametinde davranmıştı.
Özgürlükçü, demokrasiden yana, Cumhuriyet ile sorunu bulunmayan, laiklik konusuna ters bakmayan, dindarların içerisinde rahatlıkla bulunabileceği ancak bütünüyle onlara da ait olmayan bir parti…
Böyle bir parti olduğu için bugünlere seçimlerden başarıyla çıkarak geldi AK Parti.
Merkez değerlere sahip çıktığı için de merkez parti olabildi.
Şimdi ne durumdayız?
AK Parti toplumun merkezini teşkil eden çoğunluğun bir partide görmek istediği bütün değerlere hala sahip çıkıyor mu?
“Çıkıyor” cevabı rahatlıkla verilebiliyorsa, yeni partilerin kurulmasından AK Parti’nin ve partiye destek verenlerin rahatsızlık duyması için hiçbir sebep yok demektir.
Peki de daha ikinci parti bile kurulmadan kendisini hissettiren şu telaş niye?
[Dün gece bir TV programında AK Parti’yi destekleyen bir kalem ile eski bir AK Parti milletvekili “Cumhurbaşkanı Erdoğan dışında biri cumhurbaşkanı seçilirse ne olur?” sorusu eşliğinde geleceği tartışmışlar. Biri İngilizce biliyormuş, o İngiltere’ye kaçıyor, diğeri “Ben İngilizce bilmiyorum, nereye gideceğim?” diye hayıflanıyor. Üzüldüm. Öyle bir şey neden olsun ki? Burası Uganda mı?]