Cumhuriyet burjuvazisi ve yeni muhafazakâr zenginler

Yeni muhafazakâr zenginler

Cumhuriyet burjuvazisi ve yeni muhafazakâr zenginler


Cumhuriyet burjuvazisi ve yeni muhafazakâr zenginler

TARIK ÇELENK YAZDI...

7-8 Aralık’ta TÜSİAD’ın Ankara’da önceden iştirak ettiğim “Cumhuriyet ve demokrasiyi nasıl güçlendirebiliriz” çalıştaylarının sonuçlarının lansmanının yapıldığı kokteyl ve toplantılarına katılmıştım. Dikkatimi birkaç husus çekmişti. TÜSİAD gerçek bir sivil-bağımsız STK olarak Cumhuriyet’in yüzüncü yılında bir söz veya öneri söyleme kararlılığını böyle bir ortamda gösterebiliyordu. İkinci husus olarak da çağırılanlar arasında iktidarınki kadar ayırım yapmaksızın muhalif siyasilerin de olabilmesiydi.

Bu hususlar hakkında daha derin perspektifli MÜSİAD veya Mahalleli iş adamları ile TÜSİAD mukayeseli bir yazıyı amaçlıyordum. Ancak bu yazıya fırsat bulamamıştım. Bu hafta T24’te Cansu Çamlıbel’in TÜSİAD başkanlığını yapmış iş kadını Ümit Boyner ile söyleşisini okuduktan sonra bu yazıyı yazmanın zamanı olduğuna karar verebildim.

Yazıyı nasıl yazarım sorusu kafamdayken son katıldığım toplantı için gittiğim İstiklal Caddesi’ndeki kültür ve sanat merkezleri bana bir başka ilham verdi. Aslında ne zaman Levantenlerin-Tatlısu Frenklerinin kültür mirası İstiklal Caddesi’nde bir düşünce etkinliğine katılsam, etkinliğin niteliği kadar bu estetik mekanların sponsorlarının alicenaplığı da hep dikkatimi çekmiştir. Koç, Şahenk, Sabancı ve Eczacıbaşı ailelerinin desteklediği ANAMED, SALT, Meşher, Minoa Kitap, İstanbul Modern müzesi veya Eczacıbaşı Kültür-Sanat vakfı bunlardan sadece birkaçı. Bunların arasına adeta sıkıştırılmış Taksim cami güzelleştirme derneğinin seçkin nitelikteki kültür merkezi ise adeta mahallelinin biz de buradayız hatırlatmasının mütevazı bir işareti. Tasvir ettiğim manzara, adeta Boyner’in iddia ettiği TÜSİAD’ın köklerini temsil ettiği Cumhuriyet burjuvazisi ile yeni inşaat veya tüccar ağırlıklı dindar burjuvazinin bakış açılarındaki farkı da sergiliyordu.

Muhafazakâr kalem tutan mahalleliler, Cumhuriyet burjuvazisinin devlet destekli, rekabetçi olmayan, dışarı ile işbirlikçi-komprador yanını vurgulamaktalar. Bunların 28 Şubat sicillerinin de pek parlak olmadığı hatırlatılmakta. Bugün bu burjuvazinin işyerlerinde, eğitim kurumları ve vakıflarında, hala nitelikli eleman kadroları ve yöneticilerinde başörtüsü ve mescit gibi dini sembol ve mekanlara olan yarı açık veya gizli katı rezervleri de herkesin malumu.

Yeni muhafazakâr iş adamlarını temsil eden İ.T.O veya MÜSİAD gibi kurumlara baktığınızda çok dikkati çeken inşaatçılar yanında çoğunlukla “Anadolu Kaplanları” dediğimiz KOBİ ve OBİ nispeten küçük üretim grupları arasında yer almakta. Aslında ihracat dinamizmini de temsil eden bu yapının hiçbir zaman Cumhuriyet burjuvazisi gibi entelektüeli olmaması kendi tercih ettikleri bir handikap. Bu handikap 28 Şubat’ta Durmuş Hocaoğlu’nun tabiriyle kendilerine bir kaza yaptırdı. Bugün de mahalleli yeni girişimci zenginlerin STK’ları, iktidar ve muhalefet ile kuramadığı dengeli ilişkiler yüzünden üyelerine bir AK Parti sonrası tedirginliğini yaşatmakta. Burada kaynak transferi ile kamu kaynaklarından ciddi para akışlarını yurt dışına taşıdıkları ifade edilenler malum inşaatçıları konuşmuyoruz bile.

Mahallelinin dikkatini çektiği ve eleştirdiği Cumhuriyet burjuvazisinin bugünkü ve dünkü sorunlarına ekseriyetle katılmamak mümkün değildir. Bu eleştirilerde ciddi gerçeklik payları da vardır. Ülkemizde Cumhuriyet kurulurken bir görgü ideolojisi ile, kentli tanınmış gayri Müslümler ve Batı’ya açık ailelere devlet desteği ile bir seküler Cumhuriyet burjuvazisi inşa ettirilmiştir. Katı dışlayıcı baskın karakteri olan bu burjuvazi zamanla oldukça liberalleşmiş AB değerleri ile rekabetçi iç ve dış ekonomiyi özgürlükler ve hukukla orantılı olarak savunur hale gelmiştir. Bu noktaya gelinmesinde alternatif düşünce üretim merkezlerine, üniversite, kültür ve sanat gibi kurumsal yapılara, yatırım yapmaları sonucunda buralarda üretilenlerin katma değer geri dönüşleri önemli rol oynamıştır. Kültür, sanat ve estetik yönünden batılı standartlara yaklaşan ancak mütedeyyinlere sınıfsal nitelikli gözüken mesafeyi koyan bu burjuvanın hikayesini Boyner röportajında güzel özetlemiştir.

Muhafazakâr dindar girişimciler ise 28 Şubat sonrası AK Parti iktidarı ile büyümüşlerdir. Cumhuriyetin kendi görgü ideolojisiyle süreç içinde yarattığı burjuvazinin karakteri ile doğal olarak AK Parti dönemi yaratılan tepkisel ve köylü alışkanlıklarıyla yeni zengin sınıfın farkı olacaktı. Türk sağının taşra sosyolojisi ve bakışına sahip yeni sınıfın zenginleşmesi ile ters orantılı dönüşememe sorunu tabi ki TÜSİAD’ın demokrasi, kültür ve hukuk anlayışına MÜSİAD vb. kurumların içselleştirememesinin sebebini teşkil edecekti.

Gerçek bir kent kültürlü aileden yetişebilmek imparatorluk sonrası Anadolu toplumu için bir imkansızlıktı. Bu ayrıcalık ancak gayri Müslimler, Selanikliler, Abdülhamit’in geliştirdiği orta sınıf az sayıda Anadolu eşrafı, saray ve çevresi kırıntılarına ait olabiliyordu. Her yerde olduğu gibi Cumhuriyetimizde de sanayi devrimi ve sonrası üretim toplumu için sanayici olmak bir bakıma kentli olabilmeyi zorunlu kılıyordu. Erbakan ve arkadaşları bu anlamda ayrıcalıklıydılar. Yegâne kentli Sağ milli görüşçüydüler. İdeolojilerine teknolojik uyumu savunuyorlardı. Tarihsel bir uyumu yakalayabilirlerdi. Ülkenin en ciddi bürokratları ve müteahhitleri bu jenerasyondan çıkabilmişti. Bu durumu bugünkü inşaatçılardan oluşmuş devlet taşeronlarıyla mukayese etmek kabili kıyas bile değildir.

Özde kültür, sanat ve demokrasi anlayışının görgüyü temsil ettiğini var sayarsak, yeni muhafazakâr zenginlerimizin milli bir burjuva niteliğine erişmeleri için daha çok zamana gereksinimleri var gibi gözükmekte.

TÜSİAD, topluma sıkça Ortadoğu’yu mu yoksa AB’yi mi tercih edersiniz sorusunu sorup ikazını yapmakta. Bu ikazın sorumluluğunu gerçekten bir STK gibi hissedebilmekte. Yeni zengin dindar girişimci sınıfın “gönüllü kuruluşlarının” bu soruya vereceği yanıt, “izlenebilir bir üçüncü yol” dahil, hala merakla beklenmekte.

Medyascope