Cumhuriyet’in 100’üncü yılında Türkiye’de gazetecilik

“Basın özgürlüğü için en önemli ihtiyaç bağımsız yargı pratiği”

Cumhuriyet’in 100’üncü yılında Türkiye’de gazetecilik




Cumhuriyet’in 100’üncü yılında Türkiye’de gazetecilik

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yılında basın özgürlüğü iklimi ve çalışma koşulları açısından gazetecilik mesleğindeki tablo, “sendikal örgütlenme yetersizliği ve hukuki güvence eksikliğiyle baskı altında” olarak yorumlanıyor.

Türkiye, 29 Ekim günü Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle “çağdaş uygarlık seviyesi” hedefiyle kuruluş temelini attığı bir asırlık Cumhuriyet rejiminde bir asırlık deneyimiyle ikinci yüzyılını karşılamaya hazırlanıyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yüzyılında gazetecilik mesleğinde gelinen nokta ise, VOA Türkçe’nin konuştuğu uzman isimlerce hem mesleki çalışma koşulları hem de ülkedeki basın özgürlüğü atmosferi bakımından “olumsuz” olarak özetlendi.

Avukat Meliha Selvi, Türkiye Gazeteciler Sendikası’nı (TGS) temsilen uzmanlaştığı basın iş hukuku alanı itibariyle sendikal örgütlenme zayıfladıkça gazetecilik mesleğinde çok ciddi hak kayıpları ortaya çıktığını belirterek, artık bugün Rusya merkezli Sputnik işvereni örneğinde “Anayasa ihlali” niteliğinde sendika karşıtlığı yaşandığı ve buna mutlaka Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet mekanizmasıyla tepki göstermesi gerektiğini söyledi.

Selvi, Cumhuriyet’in 100’üncü yılında Türkiye’nin iç hukukunu kabul etmeme tavrındaki Sputnik örneğine izin verilmemesi ve mutlaka ulusal veya uluslararası kuruluşlar bakımından Anayasa’da tanımlanmış sendikal haklara saygı gösterilmesi yönünde devlet eliyle adım atılması gerektiğini kaydetti.

Avukat Gökhan Tekşen de, Gazeteciler Cemiyeti’nin temsilciliğini yürüttüğü basın davaları itibariyle özellikle basın mevzuatı alanında uzmanlığı itibariyle, “Cumhuriyet’in 100’ncı yılında basın ve ifade özgürlüğü mevzuatını etkileyen temel dinamik, demokrasi ve yargı bağımsızlığı” tespitini yaptı.

Her hak ve özgürlük için uygulama bakımından en önemli meseleyi hukuki çerçeve ve yargı pratiği olarak işaret eden Tekşen, mevcut iktidar yönetimi altında artık ne zaman yeni kanun hazırlığı gündeme taşınsa basın ve ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı adımlar atıldığına şahitlik edildiğini belirterek, buna karşı meslek örgütlerince verilen hukuki mücadele açısından ise yargı bağımsızlığı ortamına ihtiyaç duyulduğunu dile getirdi.

Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı ve Medya için Demokrasi Projesi Koordinatörü Yusuf Kanlı da, “Yüzüncü yılında Türkiye Cumhuriyeti daha çoğulcu değil çoğunlukçu. Oysa daha çoğulcu olması lazımdı. Biz maalesef demokrasi kavramında çoğulculuk ile çoğunlukçuluğu karıştırarak değerlendiriyoruz. 1950’li yıllarda ‘odunu bile seçtiririm’ mentalisi bugün artık ‘Ben ne dersem o olur’ vaziyetine gelmiş durumda. Dolayısıyla mevcut iktidarca hoşlanılmayan habercilik ve haberciler sürekli baskı altına alınıyor” dedi. Kanlı, “Diğer taraftan Cumhuriyet.. Hangi Cumhuriyet’ten bahsediyoruz? Yüzüncü yılını kutladığımız Cumhuriyet’i biz bugün Türkiye’de kutlamıyoruz devlet susmuş. TRT bir bahane uydurmuş, kutlamıyor” tepkisini paylaştı.

“Sendikal hak ihlalinde Türkiye Cumhuriyeti devleti tepki göstermeli”

Avukat Meliha Selvi, 1952 yılında İstanbul Gazeteciler Sendikası olarak yola çıktıktan sonra 1963 yılında Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) adıyla meslekteki sendikal mücadeleye öncülük edildiğini ve bu süreçte son 30 yıldır TGS’yi temsil ederek yakından basın davalarında takipçi olduğunu anımsattı.

Selvi, VOA Türkçe’ye açıklamasında 29 Ekim’de Cumhuriyet yolunda 100’üncü yılına girecek olan Türkiye’nin söz konusu süre zarfında sendikalaşma yolunda yaşadığı süreci değerlendirerek, şöyle konuştu:

“1960’lı yıllarda hem Türkiye hem de tüm dünyada yükselen işçi haklarıyla birlikte TGS’nin ülkedeki tüm gazetelerde Toplu İş Sözleşmeleri’nin (TİS) olduğunu görüyoruz, tüm yayımlarda gazeteciler sendikalı örgütlü ve çeşitli kazanımlarla mesleğini sürdürüyordu. Basın Kanunu’nu okuyunca gazetecilerin haklarının ne kadar geride olduğunu ancak gazetecilerin bunun çok ilerisinde hakları yaşadığını fark etmiştim. Bunun nedeni TİS idi. Zaman içinde medya sahiplik yapısının değişmesi, basında tekelleşmelerin artmasıyla sendika karşıtlığı davranışlar da yükseldi. Baskılarla beraber sendikasızlaşma had safhaya ulaştı. Türkiye Cumhuriyeti, Anayasa’da sosyal, ekonomik bir devlet olduğunu deklere eden bir devlet, bu da çalışanların sosyal, ekonomik hayatlarını güvende tutma konusunda çalışması gerektiği anlamına geliyor. Ancak Türkiye Cumhuriyeti eşitliği asgari ücretle sağladı. Yerelde veya ulusalda büyükşehirlerde gazeteciler asgari ücret koşullarında yaşamak zorunda kalıyor, bu gazetecilerin hayatlarında ağır bir gerilemeye neden oldu."

Selvi, TGS’nin bugün tabloda BBC, AFP, EPA, Reuters gibi uluslararası medya kuruluşlarında TİS imzalayarak gazetecilik mesleğinde önemli kazanımlara imza attığını ancak ulusal medya kuruluşlarında ise “sarı sendika” niteliğindeki örgütlenme ve farklı baskılar ile engelleme yaşandığını kaydetti.

Mevcut iktidarca Anayasa’da tanımlanmış sendikal örgütlenme hakkına bilinçli şekilde sahip çıkılmadığını belirten Selvi, Demirören Medya Grubu’nun Hürriyet’teki hak ihlaline karşı hukuki mücadele kazanılmasına karşın mevcut iktidar tarafından sendikal örgütlenmeye pek olumlu yaklaşım sergilenmediğini anlattı.

Bugünse Sputnik Türkiye işvereni örneğinde “Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasa’sı çiğneniyor, bilinçli şekilde anayasal hak ve mevzuat ihlali yapılıyor” diyen Selvi, “Buna karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet düzeyinde ses çıkarması, tepki göstermesi ve özellikle bu örnekteki Rusya gibi bir başka ülke tarafından sendikal hak ihlali yapılamayacağını dile getirmesi gerekirdi. Ancak mevcut iktidar açısından Rusya merkezli bu medya kuruluşunca yapılan hak ihlaline ses çıkarmama tavrını görüyoruz. Dolayısıyla Cumhuriyet’in 100’ncü yılında gazetecilik mesleğinde sendikal örgütlenmeler ancak ve ancak sadece gazeteciler kendileri örgütleriyle birlikte mücadele ederse hayata geçirilebiliyor. Gazeteciler, yakın dönemde örneğin BBC grevinde olduğu gibi kendileri hakları almak için mücadele ettiğinde TİS anlaşması sağlanıyor ve hak kazanımları oluyor” diye konuştu.

“Basın özgürlüğü için en önemli ihtiyaç bağımsız yargı pratiği”

Gazeteciler Cemiyeti’ni basın mevzuatı değişiklikleri başta olmak üzere yürüttüğü dava süreçlerinde temsil eden avukat Gökhan Tekşen, VOA Türkçe’ye değerlendirmesinde, Cumhuriyet’in 100’ncü yılında gazetecilik mesleğini çok yakından etkileyen şekilde en önemli sorunu “yargı bağımsızlığı yokluğu” olarak açıkladı. Tekşen, şunları kaydetti:

“Her hak ve özgürlük gibi basın ve ifade özgürlüğü de, içinde bulunduğu mevzuat çerçevesi ve yargı pratiği ile birlikte anlam kazanmakta. Cumhuriyet’in 100’ncü yılında ifade ve basın özgürlüğü mevzuatını etkileyen temel dinamik, demokrasi ve yargı bağımsızlığı. Konuyu somut bir olay üzerinden değerlendirdiğimizde; Anayasa Mahkemesi’nin, Basın İlan Kurumu’nun Basın Ahlak Esasları ile ilgili yaptırımlar uygulama yetkisine karşı aldığı ‘yapısal sorun var’ kararından sonra yürümekte olan üç ayrı davada ve farklı mercide 195 sayılı Kanun’un 49. Maddesi’nin Anayasa’ya aykırılığını gerekçe gösterme olanağımız oldu. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin açık kararına rağmen ilk merci Danıştay’dı ve ‘Anayasa’ya aykırılık başvurumuz’ 3’e 2 oy ile reddedildi. Bir diğeri İdare Mahkemesi’ydi ve Anayasa Mahkemesi’nin kararına dayalı şekilde yaptığımız başvuru ciddiye bile alınmadı. Son davamızda İstanbul Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi hakimi ise söz konusu hükmü Anayasa’ya aykırı bularak somut norm denetimi ile Anayasa Mahkemesi’nin konuyu değerlendirmesi için oraya dava olarak taşıdı. Şimdi şayet Anayasa Mahkemesi, yerel mahkemece yapılan başvuruyu haklı bulursa, Basın İlan Kurumu’nun yaptırım yetkisi ve gücü ortadan kalkacaktır. Ama bu süreçte Anayasa Mahkemesi’nin dayanak gösterdiğimiz kararına rağmen yargıda birbirine taban tabana zıt yaklaşımlar ile karar verildiğini görüyoruz."

“Cumhuriyetin 100’ncü yılına girerken ifade ve basın özgürlüğü alanındaki temel kavram ve değerleri hali hazırda içselleştirmiş bir toplum ve yargı düzeni olduğundan bahsetmek pek mümkün değil” diyen Tekşen, ancak bu olumsuzluğa rağmen bu hakkın var oluşu için halen mücadele yürüten meslek örgütlerinin ve gazetecilerin olmasını ise gelecek için umut verici gördüğünü söyledi.

Mevcut iktidarca ne zaman yargı reformu açıklaması yapılsa ve ne zaman ifade özgürlüğünü koruma sözü verilse yeni bir hukuki sorun yaşandığını kaydeden Tekşen, “Bu söz, 2023 yeni yasama yılında da dolaşıma girdi maalesef.. Dolayısıyla Cumhuriyet’in 100’ncü yılını geride bırakacağımız 2023 yılında basın mevzuatında bizleri neleri bekliyor noktasında yakın geçmişteki kötü örnekler bakımından pek olumlu düşünemiyoruz. Mesela 2022 yılında dezenformasyon gerekçesiyle yapılan yasa değişikliği halen Anayasa Mahkemesi’nin önünde ancak bir yılı aşkın süre geçmesine rağmen karar alınmadı ve belirsizlikler hala sürüyor. Bu kadar önemli bir yasayı AYM’nin gündemine hali hazırda girmemesi dahi üzücü. Öte yandan AYM’nin 2022 yılında ‘yapısal sorun var’ kararıyla Basın İlan Kurumu’nun (BİK) yetkileriyle ilgili gözden geçirilmesi gerektiği kararına rağmen TBMM sessizliğini sürdürüyor. Bu konuda TBMM mi, Adalet Bakanlığı mı yoksa Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu mu çalışma yapıyor, duyumdan başka hiçbir bilgiye sahip değiliz” diye konuştu.

“Hem iktidar hem de muhalefet propagandası yapılan yankı odaları var”

Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı ve Medya için Demokrasi Projesi Koordinatörü Yusuf Kanlı VOA Türkçe’ye değerlendirmesinde, Cumhuriyet’in 100’ncü yılında geçmişte de var olan sorunlara kıyasla “katmerli bir tablo” yaşandığını söyledi.

Kanlı, “Türk basınının bugün sorunları var. Dün yoktu demek büyük bir yalan olur. Türk basını, Tanzimat'tan bu yana hep sorumlu yere gelmiştir. Mesela her yıl 10 Ocak’ta sansürün kaldırılışı kutlamasında ‘ilk kez kaldırılışı’ diyoruz. Çünkü sonrasında birçok kez sansür düzenlemeleri hayata geçirildi ve geçirilmeye devam ediyor. Terörle Mücadele Kanunu veya son olarak dezenformasyon gerekçesiyle sansürleme girişimleri hayata geçiriliyor” dedi.

Kanlı, “Ama sansür mekanizması, basın özgürlüğünü kısıtlayıcı yasal düzenlemeler hep var olsa da bugünkü noktada çok ciddi bir şekilde haber ve habercilik ile propaganda artık birbirine karışmış durumda. En önemlisi haber ile propagandayı birbirine karıştırmaktan kaynaklı çok sıkıntılı bir dönemi yaşıyoruz. En basit deyimiyle haber, doğrulanmış istihbarattır. Karşı taraftaki görüşleri, bilgileri de alarak haber hazırlarsınız. Siz eğer tek kaynaktan, tek merkezden bilgilendirme yaparsanız bunda da habercilik değil, bunun adı propagandadır. Şu anda Türk basını maalesef ya iktidardan yana, ya da iktidar karşıtı propaganda yapıyor. İktidara karşı medya kuruluşları da iktidar ile ilgili gerekli bilgileri vermiyor. Böylece yankı odaları oluşmuş vaziyette. Bir de çok daha az sayıda bağımsız medya kuruluşları ve serbest gazeteciler var. Aslında Türk halkı da medyadaki oranı belki yüzde 5 civarında olan ve gazetecilik derdindeki bu kuruluşlara, gazetecilere daha fazla güven duyuyor. Ama medyadaki çoğunluk propaganda aracı gibi çalışıyor. Halbuki gerçek tek değildir. Nereden baktığınıza, nasıl baktığınıza, kiminle konuştuğunuza, nasıl seçtiğinize bağlı olarak gerçekleşir. Herkes baktığı noktaya göre gerçeği tarif eder ve okuyucusuna sunar. Ve okuyucu da işte demokrasilerde bu değişik açılardan bakılan gerçeği değerlendirip, süzüp bir bilgiye ulaşır, bir bilinçli tercihe ulaşır. Bir de iktidar bakımından çok sesliliğe de ve az sayıdaki çok seslilik sağlayan medya kuruluşlarına karşı ise hiçbir şekilde demokratik atmosfer olmasına izin verilmiyor” tespitlerini aktardı.

Basın İlan Kurumu (BİK) ile Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) ise "tamamiyle cezalandırma odaklı yapılara dönüştüğünü" söyleyen Kanlı, “Yüzüncü yılında Türkiye Cumhuriyeti daha çoğulcu değil çoğunlukçu. Oysa daha çoğulcu olması lazımdı. Biz maalesef demokrasi kavramında çoğulculuk ile çoğunlukçuluğu karıştırarak değerlendiriyoruz. 1950’li yıllarda ‘odunu bile seçtiririm’ mentalisi bugün artık ‘Ben ne dersem o olur’ vaziyetine gelmiş durumda. Dolayısıyla mevcut iktidarca hoşlanılmayan habercilik ve haberciler sürekli baskı altına alınıyor. Bir de ‘ikinci yüzyıl’ safsatası yaratılmış. Birinci yüzyılına sahip çıkmayan bir yani dününe sahip çıkmayan yarını nasıl kurar? Bunu da düşünmek lazım” ifadelerini kullandı.

Yıldız Yazıcıoğlu / voa