Davutoğlu: 1 Kasım seçimine giden süreçte AK Parti içinde sert bir mücadeleye girmemem hataydı
Euronews Türkçe'den Dilek Gül'e konuşan Ahmet Davutoğlu ile röportajımızın tamamı:
Davutoğlu: 1 Kasım seçimine giden süreçte AK Parti içinde sert bir mücadeleye girmemem hataydı
Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu, başbakanlık ve dışileri bakanlığı yaptığı AK Parti iktidarıyla yollarını ayırmadan önce kendisine parti içinde 'darbe yapıldığı'nı söyledi. 'Başbakanlık gibi makamlar bazen devlet menfaati gerektiğinde her şeyi içinize atmanızı gerektiren makamlardır' diyen Davutoğlu, Türkiye'nin büyük bir krize girmemesi için bu durumu sert bir şekilde kamuoyunu sarsacak ifadeler kullanarak duyurmadığını dile getirdi. 1 Kasım seçimine giderken 'sert bir mücadeleye girmemek hataydı' dedi.
Davutoğlu, daha önce sarfettiği '1 Kasım 2015 seçimlerine giden süreçte terörle mücadele defterleri açılırsa bir çok insan, insan önüne çıkamaz' sözlerine de açıklık getirdi. Bu kişileri 'Sayın Erdoğan, Binali Yıldırım, Süleyman Soylu ve Berat Albayrak' olarak sıraladı.
Türkiye'nin sığınmacı meselesi üzerinden otoriter bir havaya sokulmak istendiğini savunan Gelecek Partisi lideri Davutoğlu, bu konunun çözümüne ilişkin düşüncelerini de paylaştı.
Euronews Türkçe'den Dilek Gül'e konuşan Ahmet Davutoğlu ile röportajımızın tamamı:
Dilek Gül, euronews: Partinize 'Gelecek' adını verdiniz. Fakat geçmişiniz sıkça karşınıza çıkıyor. Biz de geleceği konuşmadan önce geçmişi soralım: Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık yaptığınız AK Partili yıllarınızdan, en büyük pişmanlığınız nedir?
Ahmet Davutoğlu: Ben o günlerde Başbakanlıktan ayrılırken Sayın Erdoğan ve ekibiyle çok derin ihtilaflar yaşadım. Onlar da bana parti içinde bir darbe yaptılar. O sırada çıkıp onlara sert bir şekilde ve bütün kamuoyunu sarsacak ifadeler kullanmış olsaydım Türkiye büyük bir krize girecekti. Başbakanlık gibi makamlar bazen devlet menfaati gerektiğinde her şeyi içinize atmanızı gerektiren makamlardır. Ama ben o zaman da sonra da söylenmesi gerekenleri söyledim ve söylemeye de devam ediyorum. Söylememiş olsaydım şuanda iktidarın bir yerinde, bir kurulda, adı sanlı şanlı kurullarda keyfime bakan bir tutumda olurdum.
Benim o dönem pişmanlığım sadece 12 Eylül 2015 olağan kongresinde bir liste ihtilafı çıkartıldığında ki bunların hepsi benim arkadaşım, o listeleri kabullenmiştim. Demek ki benim arkadaşlarım daha doğrusu refiklerim değillermiş. O kongredeki MKYK üyeleri benim aleyhime imza topladılar. Bana ihtilaf ederler, tartışırız, farklı görüşler olur ve karşımda imza toplarlar. Hayır, öyle bir durum da yok. İmza topladıklarında bunlardan hiç birisi benim karşıma geçip tek kelime eleştiri getirmiş değil. O yüzden darbe. Ve onların çoğu daha sonra gelip benden özür diledi, hala benimle karşılaştıklarında mahçup bir şekilde; ‘Bozulma o gün başladı, siz gittiğiniz gün biz bozulmaya başladık’ diyenler var. Yani eğer ben Türkiye terörle mücadele içindeyken, o hafta 32 şehidimiz defnedilirken ve ben bununla uğraşırken, Sayın Erdoğan benim arkamdan Binali Bey ile birlikte imzalar topluyorlardı. Yüreğimi kahreden Van’da bir şehidi uğurlarken, ağlamama ramak kaldığım konuşmam o günlerin konuşması. Hata neydi? Hem vatan, millet işlerine koşmalıydım hem de partim içinde bütün bu konulara da el atmalıydım. Ben devletin ve milletin menfaatlerini partideki konumumdan daha öne aldım ve bunun peşinden koştum. Zannettim ki, partide listeye koyduğum o arkadaşlar partiyi koruyacaklar. Hata o gün o MKYK listesini kabul etmek ve gerekiyorsa sert bir mücadeleye girmemekti. Ben tam da 1 Kasım seçimine giderken bu mücadeleye girmedim, bu bir hataydı. Ama halkımın şunu bilmesini isterim, genel başkanlık yaptığı kendi partisinde ilkesel olarak her türlü mücadeleyi verip ülkeye zarar vermeden ayrıldıktan sonra, ağır baskılar altında yeni bir siyasi mücadeleye girmiş ikinci bir siyasi lider yoktur. Dolayısıyla benim o zaman susmuş olmam ki aslında susmadım da o zamanlar çok şey söyledim ama bunu bir krize dönüştürmediysem öfkemi yenerek bu milleti düşünmem gerektiğindendir. Daha sonra sert bir şekilde konuşmaya başlamam da işlerin düzelmemesinden, bunu bir vatan görevi olarak yapıyorum.
AK Parti'nin tek başına iktidarı kaybettiği 7 Haziran seçimleri sonrası 1 Kasım 2015 Kasım'ında seçimlerin tekrar edilmesine kadarki süreçte başbakandınız ve muhalefete geçtikten sonra o döneme ilişkin 'Terörle mücadele defterleri açılırsa birçok insan, insan önüne çıkamaz' demiştiniz. İnsan önüne çıkamayacaklar kimler? Neden açmadınız o defterleri?
Ben bu dosyaları açtığım için burdayım. O dönemde bu terörü başlatan ve tırmandıran bir kaos üreten çevreler vardı. Bunun içinde PKK terörü de var, FETÖ’cüler var. Başbakansınız ve bir mücadele yürütüyorsunuz PKK çıkmış silahlı mücadele çağrısı yapmış ki bugün barış diyen isimler de o gün barikatlar, hendekleri savunuyor. Ve o hendekler, barikatlar benden önce kuruldu, ben birer birer yıktım. Diğer tarafta devletin içinde FETÖ unsurları var, onlar da kaosun peşinde. Öbür tarafta bu kaosu yenmek için sizinle beraber çalışması gereken insanlar… İşte insan önüne çıkamaz dediğim insanlar onlar. Yani Cumhurbaşkanı olarak Sayın Erdoğan, AK Parti içinde daha sonra bana karşı harekete geçen Binali Yıldırım, Süleyman Soylu, Berat Albayrak ve diğerleri… Terörle mücadelede Başbakanlarının yanında yer almak yerine Ankara Beştepe’de karargah kurup benim partide zayıflamam ve 1 Kasım seçimlerine giderken AK Parti’yi ele geçirme teşebbüsü içindeydiler. Bugün terörle mücadele kahramanlığı yapıyorlar ama düşünün 7 Haziran ile 1 Kasım seçimleri arasında bakın bakalım Sayın Erdoğan’ın bir tane Doğu ve Güneydoğu gezisi var mı? Bakın bakalım Binali Yıldırım’ın başbakanımızın yanındayız, terörle mücadelenin karşısındayız demiş mi? Bakın bakalım şimdi kahramanlık taslayan Süleyman Soylu o günlerde bizim yanımızda mı durmuş yoksa teşkilat içinde bana karşı harekete mi geçmiş? Şimdi bunlar utanılacak şeyler değil mi?
Sizin başbakanınız haftasonlarını Ankara’da değil, Varto’da, Silopi’de, ya da Gevaş’ta geçiriyor ama arkamdaki insanlar Ankara’da bana karşı dolap çeviriyorlar. Şimdi de terörle mücadele kahramanlığı yapıyorlar. Bunlar utanılması gereken tablolar. Van’da 32 şehidimizi o hafta içinde defnederken, Teşkilattan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak Süleyman Soylu benim arkamdan listeleri Ankara il başkanlığına atıyordu, Binali Yıldırım Beştepe’ye oturmuş telefonla imza topluyordu ve Sayın Cumhurbaşkanı da bunları teşvik ediyordu. Şimdi bunlar utanılacak şeyler değil mi? Yüz kızartması gereken şeyler değil mi? Berat Albayrak da başbakanın ayağı kaysın da ben devleti ele geçireyim diye hareket içideydi. Bir taraftan FETÖ ile mücadele ediyordum, bir taraftan bunlarla mücadele ediyordum.
Öbür tarafta şimdi terörle mücadele kahramanlığı yapan Sayın Bahçeli… Bütün koalisyon tekliflerimize hayır dedi. Yapmayın, etmeyin bir hükümet kuralım dedik. Hayır dedi. Beraber seçime gidelim dedik, hayır dedi. Anayasal hükümet kuruyoruz, hayır dedi. Köşesinde oturdu, Türkiye’yi bir kaosa sürüklemek isteyen PKK ile FETÖ’yü izledi. Ve o gün gittiğimde dahi FETÖ’nün argumanlarını kullanarak 17-25 Aralık’a ayarlamıştı saatini. Şimdi gelip devlete sahip çıkıldığını iddia ediyor. İşte bunlar utanılacak şeylerdir. Düşünen için bunlar büyük suçtur.
Birileri beni AK Parti’nin içinde zayıflatarak AK Parti’yi ele geçirmeye çalıştı, birileri de AK Parti’nin dışından ülke kaosa düşsün de iktidar kaybetsin diye çabaladı… Bunu yapamadılar. 1 Kasım seçimlerini yüzde 49 ile kazandık. Tayyip Erdoğan tek bir miting meydanında gözükmedi. 7 Haziran’da vardı yüzde 40,5 aldık. 1 Kasım’a giderken tek bir mitinge çıkmadı. Hesapları şuydu; Davutoğlu kaybedecek sonra da partiyi elinden alacağız. Ama bu millet benim samimi gayretimi gördü. Ve millete borcumu ödemek için çıktım yola.
Ben ayrılırken onlara siyasi ahlak dersi vermeye çalıştım, almadılar. Bu mücadelenin içinde devlet adamı olarak yapayalnız bırakıldım, sadece hepsi değil samimi olan silahlı kuvvetleri ve emniyet vardı. Doğudaki Kürt halkı vardı benim için. Doğudaki Kürt halkı bana Serok Ahmet der. Gidin bakalım terörle mücadele iddiası içinde olanlar doğuda halkın arasında rahat dolaşabilir mi… Ama ben dolaşırım. Çünkü o halk bilir ki ben Diyarbakır’daki, Sur’daki o barikatları kaldırırken de, Cizre’de mücadele ederken de asla bir Kürt vatandaşımızın kalbini kırmak için değil tam tersine onların hakkı, hukuku için mücadele ettim.
Ülkenin başbakanı alanda terörle mücadele içindeyken, ülkenin Cumhurbaşkanı kongreye giden parti için Ankara’ya oturmuş, karargah kurmuş… Kazakistan’a gidecekti, gitmedi Sayın Erdoğan. Sırf o kongrede benim aleyhime imza toplamak için… Binali Yıldırım, büyük bir özlemle peşinde koştuğu başbakanlığa hiç bir seçim kazanmadan gelebilmek için tek tek il başkanlarını aradı. Ve il başkanları beni aradılar, efendim mücadeleye girelim mi diye. O il başkanları şimdi benim yanımda, partide. Bunlar az suç mu? Ben canımı dişime koymuşum, kaç suikast ihrabı olmasına rağmen halkın arasında terörle mücadele veriyorum. Onlar Ankara’da karargah kurmuşlar, beni devirmeye çalışıyorlar.
Suriye’deki savaş nedeniyle Türkiye’ye göçün en yoğun yaşandığı dönemde Dışişleri Bakanıydınız. Bu kadar insanın gelişiyle ilgili o politikalar doğru muydu? Şimdi baktığınızda...
Sığınmacı ve göçmen ayrıdır. Şuanda biz Türkiye’de bir göçmen meselesinden bahsediyoruz. Yani sığınmacı savaş şartlarından kaçarak ülkemize sığınanlardır ve birinci olarak sınırdan hemen girilen yerlerdir. Türkiye’de ise şu anda bir göçmen sorunu var. Yani şu 250 bin dolara vatandaşlık alıp Türkiye’de rahat hayat kuracağını düşünenler de ki bu çok ucuz bir durum baktığınızda… Bunlar sığınmacı değil, statülerin hepsi ayrı. Suriye bağlamında bunun bir insani boyutu var. Şimdilerde sığınmacı, yabancı düşmanlığı yapanlar bir taraftan milliyetçilik taslıyorlar, bir taraftan da Bayırbucak Türkmenlerini almasaydınız da hepsi katledilseydi diyorlar. Anlamı bu.
Suriye’deki insani krizden Türkiye asla sorumlu değildir. Bunun en birincil vebali kendi halkına savaş açmış, kitle imha silahı kullanmış, kimyasal kullanmış Suriye rejimidir. İkinci sorumlusu o rejime destek verenlerdir. Üçüncü sorumlusu bütün bu zulüm karşısında Avrupa’da herhangi bir kriz olduğunda hemen karar alabilen ama Ortadoğu’da, afrika’da hele hele bir müslümanlara karşı suç işlendiğinde bir türlü karar alamayan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’dir. Bütün bunlar görevini yapamayınca Türkiye’nin üzerinde bir sığınmacı baskısı oldu.
“Psikolojik Eşik” kavramını kullanmıştınız. 2013 yılında. Çok tartışılmıştı. Mülteci krizinin artık kontrol edilebilir bir durumdan çıkmaktan olduğunun işareti olarak açıklamıştınız. Sığınmacı meselesinin buralara varacağını tahmin edebiliyor muydunuz?
Bizim onları o zaman almamız hem insani bir sorumluluktu, hem de uluslararası hukukun bir gereği. Burada düzensizlik olduysa, vebalini Dışişleri Bakanına yüklemek de doğru bir şey değil. Şu anda Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’ndan bahseden var mı? İçişleri Bakanı konuşuyor. Girişlerden ve çıkışlardan o sorumlu ya da Genel Kurmay sorumlu. Ama nedense o yıllarla ilgili Erdoğan’a, dönemin İçişleri Bakanı, Genel Kurmay Başkanına, ordunun içine sızmış fetöcülere bir şey söylenmiyor. Sanki sınırları kontrol eden Dışişleri Bakanıymış gibi bizim üzerimize yükleniyorlar. Dediğim gibi sığınmacıların o dönemde alınması bir zaruretti. 2016’dan yani ben ayrıldıktan itibaren ise göçmen politikasında vahim hatalar yapılmıştır. Neden? Suriye’den gelenlerle ilgili bizim AB ile yaptığımız anlaşmaya göre düzenli olarak sığınmacılar Avrupaya gidecekti. Finlandiya ve Almanya’ya da ilk uçaklar gitmişti. 32 bin gönderildi ve bir milyon sığınmacı gönderilecekti. Eğer ben başbakan olarak kalabilseydim, bir milyon sığınmacı gidecekti. Yani 2 milyonun yarısı gidecekti. Ama ben ayrıldıktan sonra avrupa ile öyle gerilimler yaşadılar ki, bu anlaşmayı takip etmediler.
İkincisi, 2015’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı aldırmıştık. İlk defa Suriye’de bir geçiş hükümetinin kurulması istenmişti. Eğer bu uygulansaydı, Suriyeli sığınmacıların dönüşü mümkün olurdu. Esad orda otururken, hadi kardeşim git diyeceksin. Gidip rahat oturur mu? Ne zaman oturur. Orada Birleşmiş Milletler teminatı olan bir geçiş hükümeti kurulduğunda ki bunun da alt yapısını kurmuştuk. Ama maalesef bütün bunları göz ardı ettiler. Ve en önemlisi 2016 yılında Halep’i Rusya’ya terk ettiler. Esas büyük göç, Halep’in düşmesiyle… Psikolojik eşik o zaman aşılmıştı. Ve Türkiye’de artık kontrol edilemez bir hale geldi. Dördüncü vahim hata, Göç İdaresi kendini yenileyemedi ve konumlandıramadı. Beşinci büyük hata Türkiye ekonomik krize girince 250 bin dolara vatandaşlık satmaya başladılar. Ve bunların içinde Suriyeli falan yok. Bir de Türkiye ucuz ülke haline geldi. Bütün bunların biriktirdiği bir göçmen sorunu var Türkiye’de. Ama bunun çözümü Ümit Özdağ’ın ve benzerlerinin iddia ettiği değil. Göçmen karşıtlığı, yabancı düşmanlığı, milleti ve toplumu bölen ırkçı söylemler Türk kültürüne ve devlet geleneğine yakışmaz.
Şu anda Türkiye’nin otoriterleşmesini isteyen ve demokratik yönde atılan adımları baltalamak isteyen iki mecra var. Bu iki kanat da göçmen sorununu kullanmak istiyor. Birisi iktidar. Öbür tarafta muhalif kesim. Hiç bir zaman elde edemeyeceği popüleriteyi kullanırsa belli bir oy potansiyeline ulaşacağını düşünüyor. Sen oy potansiyeline ulaşırsın ama millet ne hale gelir? Bunlar halkı göçmenlere karşı tahrik ettikçe iktidar da bunların tahriki üzerindeki toplumsal gerilimi kullanıp otoritelerliğini arttırmaya çalışıyor. O zaman da bakın ülkedeki ekonomik sorunun nedeni mülteciler diyor. Öyle mi? Asla. Bu problemin bi parçası olabilir, ama Türkiye’de yalnış bir Merkez Bankası politikasıyla 128 milyar rezervi bunlar mı tüketti? Aslında bu yolla muhalefet yapanlar iktidara destek oluyorlar. Böylece halkın gerçek problemleri görmesini istemiyorlar. İktidar da bunu gündemde tutarak halkın gerçek gündemini yok etmeye çalışıyor.
Türkiye bizim iktidarımızda BM Konsey kararları, Avrupa Birliği Mutabakatı ve insan hakları yapılarını da harekete geçirerek Türkiye’deki sığınmacıların güvenliği içinde dönüşlerini sağlamak ve ülkeye gelenlerin vatandaşlık şartlarını üst düzeye çıkarma şartı getirerek bu problemleri çözeceğiz. Bunlar çözülmeyecek meseleler değil ama bu iki kanat olayları tırmandırarak Türkiye’yi otoriter bir havaya sokmak istiyor. Bu konuda halkımızı uyarmak istiyorum.
İktidar, çözüm olarak Suriye’nin kuzeyinde ev yapacağını ve 1 milyon sığınmacının gönderileceğini açıkladı. Buna ne diyorsunuz? Doğru bir yöntem mi? ‘’Eğer mülteci sayısı 100 bini geçerse, onları Suriye içinde barındırabilmeliyiz. BM kamplar kurabilir" demiştiniz zamanında
Ben 2011-2012 başlarında dedim ki Suriye’de ‘güvenli bölge’ ilan edilsin ve orada kamplar kuralım, Türkiye’ye gelen misafirleri biz orada göğüsleyelim. Bunu yapamadılar. Sonrasında bunu yapmak istediler ama o zaman da gecikildi. Ama Türkiye’ye gelen mültecileri tekrar oraya gönderecekseniz, burada iki sıkıntı var. Ciddi bir maliyet var, kentler kuracaksınız ve orada ne kadar kalacakları belli değil. İkincisi ve daha önemlisi, Suriye’den gelen evine, bağına, bahçesine değil, bir kampa dönecek. O kampın da masraflarını kim karşılayacak. Bu kimin üzerine bu kadar yük olacak. Türkiye’nin bu kadar masrafı tek başına göğüslemesi doğru da değil, ekonomik şartlar da gerekli de değil. Buraya enerji harcanmaktansa 18 Aralık 2015 tarihli Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı’nın üzerine gidilmeli. Birleşmiş Milletler ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Konseyi’ne bu kararın uygulanmasını ve geçiş hükümeti üzerinden Türkiye diplomatik girişimlerde bulunmalı.
Beşar Esad ile Suriyelilerin geri dönüşüne dönük bir anlaşmayı doğru bulur musunuz?
Beşar Esad ile görüşme, geçiş hükümeti kurulursa yapılır. Geçiş hükümeti kurulmadan görüşülmesinin bir faydası yok. Çünkü bizim Suriye sınırımızı şuanda rejim kontrol etmiyor. Karşı alanda da a Türk askeri var, ya Amerikan askeri var YPG ile birlikte, ya Rus askeri… Beşar Esad yok. Ülkenin yüzde 40’ını ancak kontrol ediyor Esad.
Son derece gayri ahlaki, bölücü, ayrıştırıcı ve ırkçı bulurum. Hani başka birine Kürt, Ermeni veya Arap kimliği de deseydi fark etmezdi. Biz çağdaş bir vatandaşlık hukuku olan bir ülkeden bahsediyoruz. Benim en asli vasfım Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığıdır. Ama Ümit Özdağ’a şunu söylüyorum; böyle araştırmalara girmesine gerek yok. Gitsin Adana’dan Muğla’ya kadar dolaşsın, Davutoğlu Ahmet’i nasıl bilirsiniz diye sorsun. Herkes onu yörük Ahmet olarak tanır. Beni Dicle kenarında da Serok Ahmet olarak tanır. O da benim için şeref, bu da. Madem burdan hareket edecek, gitsin Bayırbucak Türkmenlerine bir sorsun bakalım. Rus uçaklarından ve Suriye bombardımanından kaçıp gelen Bayırbucak Türkmenleri aynen geri göndericekti. Gözümüzün önünde katledilmesine seyirci kalacaktı. Bunu teklif eden Ümit Özdağ bana Türklük mü öğretiyor? Hukuki kimlik TC. Vatandaşlığıdır, aslım Yörüktür. Ama hepsinden öte benim en asli kimliğim insani kimliğimdir.
Son dönemin tartışılan ismi Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, ‘’Davutoğlu Türk kimliğine sahip değil, Türkiye’yi sığınmacı merkezi yaptı” dedi.’ Milliyetiniz, kimliğiniz üzerinde bu meselenin tartışılma çabasını nasıl yorumluyorsunuz?
Ümit Özdağ’ın bu dili en fazla Türklüğe zarar veriyor. Böyle bir dil kullandığı için bu sefer birileri kendi Türk kimliğinin kendisini temsil etmediğini düşünüyor. Biz kimlikleri çatıştırmayacağız. İnsan onuru olduktan sonra kimsenin kimliğine bakmam.
Siyaset ve seçim gündemine geçelim. İttifak’a gelelim… Altılı masa 29 Mayıs’ta sizin, Gelecek Partisi’nin ev sahipliğinde dördüncü kere toplanaca. En yeni ne çıkacak bu masadan?
Yolu parlamenter sistem olarak tanımladık. Erdoğan gitsin de kim gelirse gelsin anlayışını ben kabul etmem. Mesele bir kişi meselesi değil. Biz bir hamle ile her şeyi düzeltecek bir kurtarıcı aramıyoruz. Aradığınızda aynı problem. Çünkü Erdoğan da öyle bir kurtarıcı gibi geldi 2002’de. Ben öyle bir kurtarıcı edasıyla gelenin nasıl zorbalaştığını, nasıl istişareden koptuğunu, yolsuzluklarla mücadele ederken, yolsuzlukları nasıl çevresine yaydığını gördüm. Biz sistemi yenileyeceğiz.
Önümüzdeki toplantıda, bazı komisyonları biz işletmeye başlayacağız. Yani güzel bir haber olarak paylaşmak isterim. Şu anda dört komisyon kuruldu, üçü de toplanmaya başladı, diğeri de oluşuyor. Birisi parlamenter sisteme geçişin anayasal mevzuatını çalışan bir komisyon. İkincisi partiler arasında siyasi koordinasyonu temin edecek bir çalışma grubu. Üçüncüsü seçim güvenliği konusunda bir çalışma grubu. Dördüncüsü de bazı ekonomik kurumların reforme edilmesiyle ilgili. Bu dört komisyon şu anda ilk defa yapısal iş birliği kazanıyor. Yani sadece liderlerin olduğu nitelikten çıkacak 29 Mayıs ile birlikte. Ben ev sahibi olduğuma göre şunları yapacağız dedim. Bu çalışma gruplarının raporlarını ele alarak önümüzdeki hafta genel başkanlarını ziayret edeceğim. Ve böylece iktidarın şu masa dağılıyor ben şurada ihtilaf ediyorum dediği, eline kına yaktığı bir süreç hiç bir zaman yaşanmayacak. Ve biz bu iş birliğini yapısallaştıracağız.
Bu ay için ev sahibi olarak kendime biçtiğim ev ödevim iş birliğinin ilkesel ve yapısal bir sıçrama yapması konusunda çalışmak.
6’lı masada Cumhurbaşkanlığı için hiç isim konuştunuz mu? İsim değerlendirdiniz mi?
Altılı masada hiç isim konuşmadık. Hiç konuşulmadı, yorum da yapılmadı. Cumhurbaşkanlığı çok onurlu ve barındırdığı güç bakımından çok dikkate alınması gereken bir makam. Türkiye, maalesef bir tek kişinin diline kadar indirgenmiş karar mekanizmasına dönüştürüldü. O nedenle alacağımız ilk tedbir, kim seçilirse seçilsin tek başına karar alamayacağı bir sistemi kurmak.
CHP Lider Kılıçdaroğlu’nun adı geçtiğinde adaylık için sizin sıcak bakmadığınız gündeme geliyor. Bu tür kulis yazıları yazılıyor. Bu iddialar doğru mu? Kılıçdaroğlu adayım derse 6’lı masada ne dersiniz? İtirazınız olur mu?
Benim şahsi olarak herhangi bir ismi desteklediğim ya da karşı olduğuma dair hiç bir beyanım olmadı. Buna Sayın Kılıçdaroğlu da dahil. Dediğim gibi de karşı olmayı da nezakete uygun görmem. Bunu altılı masada konuşacağız. Türkiye’nin ihtiyacı olan profili 24 Nisan toplantısından ortaya koyduk. Önyargısız olarak konuşmaya hazırım. Ama anket manipülasyonları ile bir takım kampanyalarla birilerini öne çıkarma düşüncesi olursa bizim tek şey Türkiye’nin menfaatleri ve o kritik süreci Türkiye’de en kazasız şekilde atlatmak. Önemli olan Türkiye’yi o kritik süreçte yönetebilmesi.
HDP, neden altılı masada yer almadı?
Zaten HDP ayrı bir yol seçmişti. Bu konu aramızda da tartışılmadı, HDP gelsin veya gelmesin. Doğal bir seyir ile bu altılı masa teşekkül etti. İkili ziyaretler, yoğun temaslar… O sırada HDP zaten bir başka ittifakı kurmuştu. Altılı masada sanki gizlilik var gibi görülmesini de doğru bulmuyorum, şeffaflık var. Biz HDP ile ilgili tutumumuzu da en başından parti olarak söyledik. Kendileriyle her türlü diyaloğa açığız, bu ayrı iş birliği ayrı bir şey.
HDP kapatılırsa seçim sonuçlarına nasıl bir etkisi olur?
Ben herhangi bir siyasi partinin kapatılmasına hiç bir zaman sıcak bakmadım, esastan karşı çıkarım. Bunun partinin bir kimliği ile bir ilgisi yok ama her parti de Türkiye’nin hukuk düzeni içinde davranmak zorunda. Böyle bir işlemin olmamasını daha doğru düşünürüm. Ama Türkiye’de her şey oluyor. Biz öyle bir durumda da neler yapacağımızı da istişare ediyoruz. Seçim sonuçlarını etkiler. O nedenle kapatmak istiyor. Düşünüyor ki kapattığında, oraya gidecek oylar kendilerine gelecek. Ama hayır. Siyasi bilinci yüksek bir seçmen kitlesi oluşmaya başladı. Dolayısıyla herhangi bir partinin bütün Kürt veya Türk oylarını benimmiş gibi düşünmesi mantıklı olmayacağı gibi, seçmen siyasi bilinçle karar verecek hale dönüştü. Ne yaparlarsa yapsınlar artık görünen dağın ırağı olmaz.
Yeni seçim yasası sonrası, yüzde 7 barajına takılmamak için hangi yöntemi benimseyeceksiniz? Anketlere göre yüzde bir çıkıyor oy oranınız…
Bakın bu anketler yalan. Bir kere daha söylüyorum, anketlere hiç itibar etmiyorum. Bir bu anket şirketlerinin bir kısmı iktidarın propaganda ve manipülasyon aracı. Oralarda bize bir şey göstermiyor. Bir kısmı da Ak Parti gitsin de yerine bir daha o kitlelere hitap eden biri gelmesin veya şunlar gelsin diye yönlendirilen anketler vardır. İsmini vermeyeceğim özellikle kamuoyunun yakından bildiği iki anket şirketi. Bunlar uzun zamandır benim adımı yazmıyorlar, kendilerine ilettim. Ama tutumlarını sürdürüyorlar. Benim dışımda tüm liderler ve partiler var, biz yokuz. Bunun adına anket ahlaksızlığı emek hırsızlığı denir. Son olarak da fiili olarak bunu sektör olarak haline dönüştürmüş olanlar var. Yani kim imkan tanıyorsa ona uygun davranıyor. Bir de seçim ortamına girmeden böyle bir korku ortamı varken iktidardan yana görüş bildirmek her zaman en emin olandır. Bu ortamda anketler doğru yansıtılmaz. O nedenle ittifak belirlenirken anketlere dayalı bir görüş bildirmeyeceğiz.
Özellikle anket şirketlerinin yöneticileri veya siyaset bilimciler dile getiriyor. Siz ve DEVA için. Ak Parti’den kopan seçmene adres olunamadı diye. Ne diyorsunuz bu eleştiriye?
Üç yıl bize medya yasağı uygulandı ve benimle söyleşi yapan üç gazeteci işlerini kaybetti. Bu şartlarda rekabet ediyoruz biz. Ve alanda çok ciddi bir karşılık var. Büyük bir siyasi deprem yaşanacak önümüzdeki seçimlerde aynen 2002 gibi bazı partiler tasviye olacak. Ve o zaman herkes görecek ki, biz oralara hitap ediyoruz. Ben kendi partim adına söylüyorum biz oraya hitap ettiğimiz için bu baskıyı görüyoruz. Genel başkan yardımcımız sokak ortasında dövülüyor, diğerine saldırılıyorsa bu sebepledir. Kimin üzerinde baskı uygulanıyorsa bilin ki o bir sonraki sürecin iktidar adayıdır.
İktidarın seçimlere güvelik konsepti ile gideceği iddiaları var. Haziran-Kasım 2015 arasındaki gibi. Ne diyorsunuz bunlara? O dönemin başbakanı olarak iki dönemi kıyasladığınızda var mı böyle bir ihtimal.
Biz o dönemde güvenlik konspeti ile seçime gitmedik. O dönem karşılaştırılamaz. O dönemin şartları Meclis’te bizim çoğunluğumuzun olmadığını düşünen ve PKK ve FETÖ dahil, Türkiye’yi kaosa sürüklemek isteyen bir çok çevre, bir çok unsur ülkeyi bir belirsizliğe götürmek isteyince bir mücadele yürütme kararı aldık. Ama demokratik standartlardan bir taviz vermedik. Mesela sandıklarda bir güvenlik kaygısı yaşanmadı. Ama şimdi YSK düzenlemelerinden tutun seçim güvenliğine bugün iktidar seçimde yapabileceği her türlü manipülasyonu yapacağını gösterdi. Ona karşı da biz altılı masa olarak seçim güvenliği komisyonu kurduk. O sandıklara sahip çıkacağız ve mutlaka Türkiye’de demokratik standarları haiz bir seçim gerçekleşmesi için her türlü mücadeleyi vereceğiz.
EURO NEWS