Davutoğlu: AK Parti bir faniyle ömrünü sınırlayan bir çizgiye geldi

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Independent Türkçe’ye konuştu

Davutoğlu: AK Parti bir faniyle ömrünü sınırlayan bir çizgiye geldi


Davutoğlu: AK Parti bir faniyle ömrünü sınırlayan bir çizgiye geldi, "Mr. President"ten rahatsız olmam "Serok Ahmet"ten neden rahatsız olayım?

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Independent Türkçe’ye konuştu

Eski Cumhurbaşkanı ve Başbakan danışmanı, eski Dışişleri Bakanı, AK Parti'nin eski Genel Başkanı ve en nihayetinde 62., 63. ve 64. Hükümetlerin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, partisiyle yaşadığı kopuşun ardından 13 Aralık 2019 günü bir süredir çalışmalarını sürdürdüğü Gelecek Partisi'ni resmen kurdu. 

Teşkilatlanma çalışmasına devam eden Davutoğlu'nun, "iktidarın içini de iyi bilen" muhalefet dili özellikle son dönemde dikkatleri çekiyor. 

Davutoğlu'yla röportaj yapmak için partisinin İstanbul İl Başkanlığı'nda randevulaştık.

Kovid-19 salgınına karşı alınan tedbirler burada da sıkı şekilde uygulanıyordu.

Termal kameralarla ateşimiz ölçüldükten sonra girdiğimiz binada yeni bir siyasi hareketin heyecanını yaşayan çok sayıda partili vardı.

Davutoğlu, yanında kalabalık bir heyetle röportaj yapacağımız salona yüzünde maskeyle geldi.

Davutoğlu, oldukça uzun süren röportajda geçmişte yaşananlarla ilgili çok fazla konuşmak istemedi.

Gelecek Partisi'nin yakın dönemde "ana ırmak" olacağını düşünen Davutoğlu, mevcut siyasetten rahatsız olan herkesin partisi çatısı altında buluşacağını söylüyor…
 


 

Gelecek Partisi genç bir parti ama takip ettiğimiz kadarıyla örgütlenmesini hızla sürdürüyor. Türkiye'de "kimlik" siyaseti baskın. Gelecek Partisi burada nerede duruyor? Kendini nasıl tanımlıyor?

Gelecek Partisi'ni kurarken esas amacımız aynen 1. Meclis'te olduğu gibi; bütün renkleri, bütün yaklaşımlarıyla milletin temsilcisi olan bir yapı kurmaktı. Başarılı olduğumuz kanaatindeyim, zaten 6 aylık süreç bunu açık bir şekilde gösterdi. Siyasi yelpazeler yeniden tanımlanıyor, eski klasik sağ-sol, muhafazakar-seküler, milliyetçi-liberal yelpazelerini aşan bir dil geliştirmek lazım. Bu dili yakaladığımızı düşünüyorum. Zaten programımıza bu yansımıştır.

 Politika pahalı da bir iş, bir bütçeye ihtiyaç duyar. Nasıl karşılıyorsunuz bunu?

Tamamıyla hasbi, gönüllü bağışlarıyla… Bir kere bütün iller aynen Kuvayi Milliye gibi kendi ihtiyacını karşılıyor. Bizim çok büyük maddi imkanlarımızın olmadığını herkes biliyor. Ama siyaset bir maddi imkan meselesi değildir. Geçmişte hangi partiye bakarsanız bakın kuruluş şartlarında maddi zorluklarla karşılaşmışlardır. Hatta maddi zorluları olmadığı düşünülen siyasi hareketler tutmamıştır…

Türkiye tarihi, iktidarın; hakim gücün siyasi rakibini çeşitli yöntemlerle; antidemokratik olarak da nitelendirilen yöntemlerle minderin dışına itmesinin de tarihi biraz. Terakkiperver Fırka'dan Demokrat Parti'ye; Siz de böyle şeylerle karşılaştınız mı? 

Çok karşılaşıyoruz; diğerlerinden farklı olarak bizim için daha da acı olan birkaç sene öncesine kadar omuz omza verdiğimiz insanlar bizi minderin dışına itmeye çalışıyorlar. Ama genellikle muktedir olanlar değil iktidarın yanlışlarını cesaretle dile getirenler bir sonraki dönemi şekillendirmişlerdir. 27 Mayıs sonrasında da aynısı olmuştur.

"Düşükler" diye Demokrat Parti tanımlamasından sonra yeni çıkan DP'nin devamı mahiyetindeki partilere büyük baskılar söz konusu olmuştur.

Rahmetli Özal'ın Evren'in son günkü konuşmasıyla nasıl minderin dışına itilmek istendiğini bizim nesil çok iyi bilir. Açık adres göstermişti Kenan Evren ve o adresin arkasında bir general; Turgut Sunalp, onun arkasında da süngü gücü. Ama karşısında da sempatik bir Turgut Özal vardı, arkasında milletten başka bir şey olmayan. O kazandı. 

Rahmetli Erbakan Hocamız. "Savunan adam" diye tarihe geçti, kaç çileli sürecin sonrasında başbakanlık makamı elinden alındı ama bir sonraki dönemi belirleyen yine o kadronun içinden çıkanlar oldu. Şimdi Sayın Cumhurbaşkanı'nın anlamadığı veya unuttuğu şey bu. Kendisi de "Muhtar bile olamaz" diye gözardı edilmişti, tahkir edilmişti, dışarı itilmeye çalışılmıştı şimdi aynı yöntemleri bize karşı uygulamaya çalışıyor. 

Öyle bir iş bölümü görüyorum ki şimdi; çok acı bunu görmek. Sayın Cumhurbaşkanı, Cumhuriyet Halk Partisi'ne çatıyor ama bize hakaret etme görevi de Sayın Bahçeli ile Sayın Perinçek'e kalmış görünüyor. Onlar da bize saldırıyorlar. Bu yolla sanki milletin gönlünde yer etmiş insanları minder dışına itmek mümkünmüş gibi… Bütün bu siyasi geçmişe baktığınızda oyunun kuralları değiştirilerek, omuz atarak, çelme takarak, minder dışına iterek mücadele edenler hep kaybetmiştir, bunlara karşı sabırla muamele edenler ve sağından-solundan çekiştirilmesine bakmaksızın yoluna devam edenler kazanmıştır. Biz yolumuza devam edeceğiz. 

"Sabırla" bekleyenlerin ve "Yoluna devam edenlerin" de bir süre sonra muarızlarına benzediğine de şahit oluyoruz

Biz benzememeye çalışacağız. Ben siyaset felsefesi, tarihi okumuş biri olarak kader konusunda hükmedici cümleler kullanmam ve haşa Kur'an-ı Kerim'de "müstağni" ifadesiyle geçen, ‘Biz bütün hatalardan beriyiz, melekleştik' gibi hadsizliği de yapmam. Evet, bütün insanlar imtihandadır, hepimiz imtihanda olacağız. Geçmişte de imtihan yaşadık. Hatalar da yapmış olabiliriz ama ilkeler etrafında bir sapma olmadı için bugün hala halkın arasına girebiliyoruz.

3 dönem kuralına uyulsaydı, AK Parti asırlarla yarışan bir gelenek oluşturabilirdi

Sayın Cumhurbaşkanı'nın AK Parti'yi ilan ettiği gün yaptığı bir konuşma vardı. Bugün"Türkiye siyasetinde lider oligarşisinin yok olduğu bir gün olarak bugün tarihe geçecek." Ama tam da bu nedenle AK Parti'de bölünmeler yaşandı. Neden siyasiler iddialarına sahip çıkamıyorlar?

Kor bir ateş gibi; gücü eline alan o ateşi tutmak için sıktıkça elini yakar. Ama o kor ateşi çevreye doğru yaydığınızda, herkes küçük bir parçasını aldığında o kor ateşten bir meşale doğar. Maalesef Sayın Cumhurbaşkanı yola çıkarken doğru ilkelerle çıkmıştı. Mesela 3 dönem ilkesi… Bu ilke önce kim için konur; lider için. Genel Başkan kendisi için koyar 3 dönemi. Yukarıda uygulamadıktan sonra aşağıda il başkanı için uygulamanızın anlamı yok. Aslında ilahi bir takdir ile Sayın Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı olarak bir üst makama geçerken 3 dönemi de bitmişti. Dolayısıyla o ilkeyi uygulayabilecek şarlar vardı. Şimdi geri dönüp bir yargılama yapmak için söylemiyorum ama olması gereken şuydu; bana Genel Kongre'de ifade ettiği ‘Sizi emanetçi bir Başbakan, Genel Başkan olarak görmüyorum, istemiyorum' sözüne sadık kalmış ve bizim elimizde AK Parti kurumsallaşarak yoluna devam etmiş olsaydı ve Sayın Cumhurbaşkanı ülkenin yöneticisi olarak yukarıda kalarak parti işlerine müdahil olmamış olsaydı, ben de iki dönem sonra bu görevi başka bir arkadaşıma devretmiş olsaydım ve bu ilişkilerin hiçbirinde nepotizm, kayırmacılık olmasaydı AK Parti asırlarla yarışacak bir gelenek oluşturabilirdi. 

Benim görevi devrettiğim genel kongrede çok üzen bir manzaraydı. Görevi devrettim, baktım ki artık olmuyor. Emanetçinin de ötesinde başka şey bekleniyor. O manzarada Sayın Cumhurbaşkanı'nın mesajının kendisi yokken ayakta dinlenmiş olması ve "Bu parti Tayyip'in partisi" diye ilan edilmesi… Divan Başkanı orada öyle dediği için böyle söylüyorum yoksa hiçbir zaman Sayın Cumhurbaşkanı'na ismen hitap etmedim. O anda aslında AK Parti bir faniyle ömrünü sınırlayan bir çizgi ortaya koydu. Şimdi bu benim için de geçerli bir tehlikedir. İlk Genel Başkan olarak ben Gelecek Partisi'ne böyle yaklaşırsam ve gücü elimde tutarak paylaşmadan, arkadaşlarıma dağıtmadan, ortak bir akılla yürütmezsek aynı akıbet bizi de vurur.

 

kongre.jpg
Davutoğlu'nun AK Parti Genel Başkanlığı'nı devrettiği kongrede Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın mesajı salondaki partililer tarafından ayakta dinlenmişti. Davutoğlu'na göre bu kongreyle AK Parti 'ömrünü sınırladı'


Gelecek Partisi'nin dışında yakın zamanda Demokrasi ve Atılım Partisi de kuruldu. Bu 2 partide de siyaset yapan ana omurga bir dönem AK Parti'deydi… Hem siyasi bir lider olarak hem de bir akademisyen olarak öngörünüz nedir, AK Parti'de yeni kopuşlar yaşanır mı sizce?
 
Onunla ilgili kesin bir şey söylemeyi doğru görmüyorum ama gördüğüm husus şu: AK Partide ciddi bir iç gerilim yaşanıyor. Yükselen bir tansiyon var. AK Parti'nin samimi kadrolarının kendi içinde de bir gerilim yaşanıyor. O samimi insanlar, demokrat nitelikli AK Partililer, hangi düzeyde olursa olsun bir sorgulama içindeler. "Biz bunun için mi bu kadar mücadeleyi verdik" sorgulaması. Bizim 3-4 sene önce yaptığımız sorgulama şimdilerde her yere yayılmış durumda. Bu açıdan dinamik bir sürece giriyoruz. Sadece AK Parti için değil herkes için dinamik bir süreç. Bu dinamik süreç içinde birçok kişi yeni arayışlar içine girecektir. Biz de zaten bu arayışlara bir liman olsun diye Gelecek Partisi'ni kurduk. Yani insanlar savrulmasın, ümitsizliğe kapılmasın, alternatifsizlik dolayısıyla geleceğe karanlık bir nazarla bakmasın diye Gelecek Partisi'ni kurduk. Bir liman kurduk, kaygısı olanın, ümidi olanın, vizyonu olanın yanaşabileceği bir liman. Ben bu limanın zamanla bütün bu sorgulamaları, muhasebeleri, gerilimleri yaşayan insanlar için bir ümit kaynağı olacağına inanıyorum ve Gelecek Partisi ana damar, ana ırmak olacak. Bundan hiç şüphemiz yok. 

"Mr. President"ten rahatsız olmuyor da neden "Serok Ahmet"ten rahatsızlık duyuyor?

MHP, sizinle ilgili konularda çok keskin. Bazen izleyen de şaşırıyor "Neden bu kadar keskinler" dye. Bunun gerçek nedenini ben merak ediyorum

Ben de bunu çok sordum. Halbuki Sayın Bahçeli ile siyasi ilişkimiz hep saygı üzerine olmuştur geçmişte. HDP'den de benzer, çok ağır eleştiriler geldi bize dönük. Türkiye'de maalesef etnik ve mezhebi temelli kırılmalar üzerine siyaset yapan partiler bu etnik veya mezhebi temelli kırılmaları aşan kişiler ve farklı kesimler tarafından sevilen şahsiyetler ortaya çıktığında onu bir tehlike olarak görüyorlar. Mesela Türklerin çok sevdiği bir Kürt, Kürtlerin çok sevdiği bir Türk MHP için de HDP için de bir tehlike gibi görülür. Çünkü onlar kutuplaşan bir siyasetin ürettiği politikalardan yüksek oy alırlar. 

Sayın Bahçeli'nin ‘Serok Ahmet' diyerek neredeyse simgeleşen sözleri, terörle mücadeleyi yürüttüğüm sırada Diyarbakır halkının beni ‘Serok Ahmet' diye karşılaması dolayısıyla çıkan bir tartışmaydı. O zamandan beri bunu tekrar eder, ben de tebessüm ederim. Yani ecnebi diliyle, İngilizce'de birisi bana ‘Mr. President' dediğinde rahatsız olmuyorsunuz da bana saf bu toprakların dili olan Kürtçeyle Kürt vatandaşlarımız ‘Serok Ahmet' demiş ben niye rahatsız olayım? Sen niye rahatsız oluyorsun? Rahatsız olurlar çünkü onlar Türkçeyi Kürtçenin karşısına, Türkleri Kürtlerin karşısına diken bir politikadan beslenirler. Aynı şey HDP için de geçerli. 

Ben samimi MHP'lilerin de, başka alternatif göremedikleri için HDP'ye oy vermiş samimi Kürt seçmenin de bizi anladığını ve sevdiğini, bize bir ümit olarak baktıklarını görüyorum ve biliyorum. Onları tenzih ediyorum Sayın Bahçeli'nin veya arkadaşlarının hakarete varan ifadeleri MHP'lileri, ülkücüleri bağlamaz. Onlar nerede karşılaşsak bize muhabbet gösterirler. Aynı şekilde diğer partilerden gelen eleştirilerin de o partilerin kitle tabanlarında karşılığı olduğu kanaatinde değilim. Herkes şunu bilir: Biz bu toprağın çocuğuyuz. 

Perinçek güçlü mü gerçekten?

Oya bakarsanız güçsüz ama gürültüye bakarsanız iyi gürültü çıkarıyor. Türkiye'de başbakanlık yapmış, bugünkü iktidarın kullandığı bütün gücün kaynağı olan 1 Kasım'da Türk demokrasisinin en büyük oyunu almış bir Başbakan televizyonlara çıkamıyor ama Sayın Perinçek her gün televizyonlarda ve televizyonlarda da pervasızca konuşuyor."4 yıldır bu ülkeyi biz yönetiyoruz" diyor. Niye 4 yıl? Benim Başbakanlığımla birlikte de düşünebilirsiniz bunu. Bir değişim yaşandı AK Parti içinde. Çok iddialı bir şekilde söylüyorlar… Evet, benim Başbakanlığım döneminde AK Parti AK Partililer tarafından yönetildi. Başka kimse yönetmedi AK Parti'yi. Ama bugün AK Parti'nin kimin tarafında yönetildiği sorusuna Perinçek "Biz yönetiyoruz" diyor. AK Partililer de "Bir dakika sen kimsin? Binde kaç oyun var, nasıl böyle konuşursun" demiyor. Herkese ayar veren Sayın Cumhurbaşkanı, Perinçek'in bu söylemi karşısında "Ülkeyi biz yönetiyoruz, lider olan benim" demiyor. AK Parti'de herhangi bir ses çıktığında, lider demeyeyim; kendi şahsiyetini gösteren biri çıktığında hemen susturuluyor, "Bir dakika, burada lider var. Onun dışında kimse konuşamaz" deniliyor ama Sayın Perinçek "Ülkeyi biz yönetiyoruz" diyor, ses çıkmıyor. 

Sırası geldiğinde 28 Şubat'tan muzdarip geniş halk kitlelerin korkutmak gerektiğinde ki içinde biz de varız, hepimiz varız, "Bakın biz gidersek 28 Şubat zihniyeti gelir, kazanımlarımızı kaybederiz" diye konuşuyor ama Perinçek kanal kanal gezip "28 Şubat altın dönemini şimdi yaşıyor, bütün tarikatlarla, dini gruplarla mücadele şimdi yürüyor" diye konuşuyor kimse de "Sen kimsin, biz 28 Şubat şartları içinde onunla dişe diş mücadele ederek çıktık" diyemiyor. AK Parti bunu diyemiyor.

Aynı şekilde bizi kanallarına davet edip sonra da en nobran, en nezaketsiz, en kaba tavrı sergileyenler Perinçek karşısında sus-pus oluyorlar. Demek ki bütün bunları yan yana koyduğumuzda Perinçek'in görünmeyen bir gücü olduğu ve tanımlanmayan bir gücü olduğu aşikar. Kendisine de biçtiği güç vesayetçilik. 

Çok önemsediğim için söylemiyorum, bana kalırsa gücü yok ve olamaz. Bir daha da 28 Şubat'ı savunanların bu ülkede gücü de zemini de olmayacak. Ama AK Parti geçmişte yaptığı bir hatayı tekrar yapıyor. Geçmişte seçimleri AK Parti kazandığı halde FETÖ denilen o hain çete defaatle bunları gündeme getirip uyarmamız rağmen Ankara'da devlet yapılarında hakim oldu. Bu bir yöntem şimdi de aynı yöntemi 28 Şubat'çılar, Perinçekvari yapılar kullanıyor. Hatta Sayın Bahçeli'nin oy oranı yüzde 9 görünüyorsa, oyunun çok ötesinde güç kazanmasının sebebi AK Parti'yi bir manivela olarak kullanmasındadır.

Milletvekili yasağı, AK Parti'nin kendi vekillerini zapt altında tutmak için getiriliyor

Milletvekili transferini engelleyen bir yasanın gündemde olduğu söyleniyor. AK Parti Grup Başkanı da "MHP'yle böyle bir çalışma yapıyoruz" dedi. Bu düzenleme sizin ve DEVA Partisi'nin herhangi bir transfer yapmasını engellemek için mi?

Başka partileri adına konuşmam ama bizi engellemek için olduğu aşikar. Çünkü şu anda bizim Anadolu teşkilatlarımız heryerde var ve onların nasıl zorluklarla karşılaştıklarını biliyoruz. 2 gün önce Sincan ilçe teşkilatımıza tehdit mektubu bırakıldı. Torbalı ilçemize kimliği belirsiz polisler baskın yaptı. Keçiören ilçemizde yine benzer şeyler yaşandı. Birçok il başkanımız, İlçe başkanımız doğrudan ya da dolaylı baskılarla karşılaşıyor. "Kızınız burada çalışıyor, oğlunuz şurada çalışıyor" deniliyor ve cesaretle görev alanların yakınlarının işlerine son veriliyor. Biz bunu yaşayarak geliyoruz. Korku paçayı sardı. Gelecek Partisi'nin bu hızla teşkilatlanması ciddi bir tedirginlik doğurdu Milletvekili meselesi Sayın Kılıçdaroğlu'nun ifadesi üzerine yapılmış bir şey değil. Kesinlikle ne AK Parti ne MHP artık kendi milletvekillerini bile ikna edecek, bir çatı altında tutacak güvenilirlikleri olmadığını düşündükleri için milletvekillerinin iradelerine ipotek koymaya çalışılıyor. Ben o milletvekillerinin şahsiyetlerine inanırım. TBMM'deki her milletvekili Milletvekili saygıdeğerdir. 

Daha birkaç ay önce AK Parti'ye geçen Antalya İYİ Parti milletvekilini nereye koyacağız? Kısa bir süre önce Sayın Bahçeli'nin İYİ Partililere yönelik "Kapımız herkese açık, herkes yuvasına dönsün" çağrısını nereye koyacağız? Sayın Erdoğan şu anda acaba kendisine gelen milletvekili olsa bunlara set çekebilecek mi? Zaten siyasetin bozulduğu yer burası. "Başkası için haram olanı kendiniz için helal kılarsanız o zaman azabı bekleyin" der Kur'an-ı Kerim; "Niye söylediğiniz şeyleri yapmıyorsunuz" diye de uyarır. İşte bugünkü azap da korkudur; siyasi korku.

Biz doğru gidiyoruz, doğru işler yapıyoruz. Gün gelecek o milletvekillerinin hepsi muhasebe edecek ve Gelecek Partisi'nin bir alternatif olduğunu görürlerse öyle veya böyle bu limana gelecekler. Bunu engellemeye çalıştığınızda aslında kendinizi inkar etmiş oluyorsunuz; kendi milletvekillerinize güvenmiyorsunuz demektir. Milletvekili transferine getirilen yasak, AK Parti'nin kendi vekillerini  zapturapt altında tutma çabası. Çok açık.

Transfer görüşmesi yapmam, ama ızdırap çeken bir arkadaşım birlikte olmak isterse 'hayır' demem 

Milletvekili transferi için bir görüşme yaptınız mı?

Hayır. Ben hayatımda doğal olmayan hiçbir şey yapmadım. Buna da izin vermem. Ama şunu söyleyeyim: Benimle birlikte olmuş, siyaset yapmış ve şu anda manevi açıdan bir ıztırap yaşayan yaşanan, bütün bu çelişkilerden muzdarip olan birisi şu veya bu şekilde bizimle birlikte olmak isterse buna asla hayır demem.

Erken seçim bekliyor musunuz? 

Bir siyaset bilimci olarak baktığımda "Olmaması gerekir" diyorum. Mantığı yok yani. Sayın Cumhurbaşkanını biliyorum, "3 sene varken şu anki ekonomik şartlarda mantıklı bir siyasetçinin seçime gitmemesi gerekir" diyorum. Ama Türkiye'de bu kadar tecrübe yaşamış bir siyasetçi olarak hiçbir zaman "Erken seçim olmaz" dememeyi öğrendim. 1 Kasım'da, o muhteşem zaferi kazandığımızda o kadar rahat uyumuştum ki… Önümüzde 4 yıl vardı. Temiz 4 yıl… "Kaç yıldır Türkiye temiz 4 dört yıl görmedi" dedim. Büyük bir mutlulukla daha o geceden plan yapmaya başladım. Ve 4 yıl sonra Türkiye'nin aydınlık bir geleceğe yürüyeceğine inancım tamdı. Ama ne oldu. Vaatlerin ve reformların bir kısmını yapabildik, asgari ücreti yüzde 30 artırdık, tarihte görülmüş olan en yüksek artıştır. Ama Türkiye'de başarı cezasız kalmaz. 6 ay sonra bir parti içi darbeyle yerimden edildim Peki kim kazandı bundan? AK Parti kazandı mı? Hayır. Bir fitne AK Parti'nin içini o günden itibaren yakıyor. Bana karşı kullanılan yöntemlerin hepsi birbirlerine karşı kullandı.

Herkes Anayasa'ya bakıp diyor ki "Bu Sayın Cumhurbaşkanı karar vereceği bir husus". Ben ise psikolojiye bakıyorum "Sayın Bahçeli'nin karar vereceği bir husus" diyorum. Anayasal olarak Sayın Cumhurbaşkanı'nda görünüyor ama psikolojik olarak ipler Sayın Bahçeli'nin elinde 

"Kaybettiren parti" mi olacak?

Çok erken belki bunu sormak ama bir seçim durumunda mesela Milli İttifakı davet etse ne dersiniz?

Bu çok speküle ediliyor. Öyle bir oyun var ki; geniş bir kitlelerde tek parti döneminden gelen CHP alerjisi bilindiği için istenmeyen herkesi CHP ile birlikte anma gibi bir eğilim var. Halbuki CHP de çok değişti. Aynı CHP'den bahsetmiyoruz. AK Parti'nin ve birçok partinin değişimi gibi. Biz çıktığımız anda söyledik: Türkiye'deki soğuk savaş siyasetini bitirmeye geliyoruz.

Sayın Cumhurbaşkanı "CHP gelmesin de ne olursa olsun" diyen geniş bir kitleyi MHP'yi de yanında tutarak konsolide etmeye çalışıyor. Ama bu arada o tek parti zihniyetinin en güçlü temsilcisi olan Perinçek de buraya katılıyor. Öbür tarafta da "Erdoğan gitsin de ne olursa olsun" dediği görülen bir bloklaşma var. Cumhurbaşkanı'nın yaptığı hata oydu. "Biz bu ittifakı kurarız ama onlar bir araya gelmezler" dedi. Karşı tarafta da siyasetin gereklilikleri nedeniyle bir başka bloklaşma doğunca İstanbul, Ankara ve büyükşehirler kaybedildi. Şimdi ülke  bu blok kıskacına girdi. Bir daha söylüyorum: Biz bu ülkeyi iki kutuplu bir soğuk savaş ortamından çıkaracağız. Hiçbir partiye eklemlenmek için gelmiyoruz, kendi doğrularımızla geliyoruz 

"Gelecek Partisi kazanmak için değil de kaybettirmek için yola çıktı" suçlamasını kabul etmiyorsunuz yani?

Allah aşkına beni biraz tanıyan böyle bir şeye ihtimal vermez. Kime neyi kaybettireceğiz, onlar zaten kaybetmiş. Biz hiç sesimizi çıkarmasaydık, köşemize çekilseydik AK Parti'nin düzeleceğine inanıyor musunuz? AK Parti kaybedecekse kendi hataları yüzünden kaybedecek, bizim çıkmamız ya da çıkmamamız sebebi ile değil. Herkes kendi elinin emeğinin ürününü yer. 

Sistemde revizyon ifadesi bir itiraftır, daha otokratik bir yapı kurmak istiyorlar

AK Parti'nin Cumhurbaşkanlığı sisteminde bir revizyona gideceğine ihtimal veriyor musunuz? Mesela 50+1'den vazgeçebilir mi

Bir revizyona gitmeyi düşünüyorlar; bu aslında bu çok acı bir itiraf. Sayın Bahçeli, "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ni revize etmek lazım" dedi. Kardeşim 2 sene ya daha. Bir dönemi bile bitirmedi. Niye baştan düşünmediniz? Çünkü bunların zihninde bir sistem mantığı yoktur. Biz devlete baktığımızda Mimar Sinan'ın Selimiye'yi tahayyül ettiği gibi bakarız, bütün oranlar düzgün yerinde olsun diye. Onlarsa devlete o anda kendi çıkarları ne ise o nazarla bakarlar. Gücün bir elde toplanması mı gerekiyor? Toplayalım… Peki ondan sonra o güç başka birini eline geçerse? Bunun cevabı yok. Halbuki devlet kurmak, yönetim kurmak bir mimari işidir. Estetik işidir. Kaba güç işi değildir. Hamaset işi de değildir. Osmanlı Devleti uzun yaşadıysa, asırların sınamasından geçerek yaşadı. Bir kurum kuruyorsunuz, bir devlet yapısı oluşturuyorsunuz, 2 sene sonra yanlış yaptık diyorsunuz. Ya bu oyuncak mı? Bu sizin keyfinize keder bir iş mi?

Şimdi pişmanlar, "Keşke daha otokratik bir yapı kursaydık, keşke bu kadarcık bile muhalefete söz hakkı vermeseydik" diye düşünüyorlar. Şimdi yaptıkları reform falan değil, kafalarındaki gerçek model olan otoriter devlet anlayışıyla ülkeyi bir kıskaca sokmak. Ve bu ülkeye bir gömlek biçiliyor. Bunu ben 2016 Aralık ayında Sayın Cumhurbaşkanı'na paket sunulduğunda ona da ifade etmiştim. Bir gömlek biçiliyor, bu Erdoğan için biçilen bir gömlek değil. Türkiye'de 28 Şubat döneminde gerçekleştirilemeyen bir otokratik yapı, 28 Şubat'ın mazlumları olan kitlelerin oylarıyla getirilmeye çalışılıyor.

Vaadimiz tam parlamenter sistem

Vaadiniz nedir peki?

Çok açık; tam parlamenter sistem. Bizi köşeye sıkıştırmak hemen "Eski siteme dönmek istiyor" diyorlar. Hayır, eski siteme dönmek istemiyorum. En büyük acısını ben çektim şahsen. Türkiye gibi ülkelerde Meclis'in niye çok önemli biliyor musunuz? Çünkü biz imparatorluk bakiyesiyiz. Biz yeknesak, tek bir kimlikle tanımlanabilecek, tek bir oryantasyonla, kültürel dokuyla tanımlanacak ülke değiliz. Şu anda Boşnak, Gürcü, Çeçen, Arnavut, Arap, Kürt, Uygur vatandaşlarımızın yansıdığı bir Meclis bu ülkenin birliğini temsil edebilir. Bir kişiyi seçerseniz, her şeyi ona devrederseniz o bütün kuşatıcı kimliğini barındırmayabilir. Nitekim bugün olan da bu. 

Bugün Türkiye'yi kuşatan bir Cumhurbaşkanı makamı kalmadı. Herkese hitap edebilen bir Cumhurbaşkanı da yok maalesef. Toplumun yarısını, kendisine oy vermeyenleri, hatta geçmişte kendisiyle beraber olanları bile dışlayan bir Cumhurbaşkanı olduğunda ülkenin nereye geleceği aşikar. "İnsan" diye başlayan ve "insan" diye biten bir anayasa yazmalıyız. Devlet bu anayasanın asli unsuru değil mütemmim cüzü olmak durumunda. Devlet, insanın mutluluğu için bir araç olarak, bütün bu kurumlar bu aracın hesap verir unsurlar olarak görüldüğü zaman siyaseti yeniden inşa edebiliriz. İşte bizim hedefimiz bu ve bunu anlatacağız. Bunu sadece Ankara'nın bürokratik koridorlarında anlatmayacağız. Bunu sadece İstanbul'un entelektüel kesimine anlatmayacağız. Bunu Anadolu'nun kılcal damarlarındaki her mahalleye, her köye, her mezraya anlatacağız ve "1. Meclis'e sahip çıktığınız gibi bugün de bize sahip çıkın çünkü biz sizi temsil ediyoruz" diye anlatacağız. 

Mehmet Dişli ile ilgili çıkışınız çok konuşuldu. Ama geçmiş YAŞ'lara baktığımız zaman Dişli gibi birçok askerin ya terfi ettirildiğini ya da yerlerini koruduğunu görüyoruz. İstihbaratının bu konuda gerekli çalışmayı yaptığını da siz söylediniz. Peki devletin istihbarat örgütü devlete "Bunlar FETÖ'cü" diye rapor verdiği halde neden gereği yapılmadı?

Ben devlet hayatında ilkeleriyle yaşayan bir insan oldum. Mehmet Dişli ile ilgili yapmak zorunda kaldığım o açıklama boşlukta doğmuş bir açıklama değil. Bir kere bunu tespit edelim. Ben 2015 YAŞ'ını açmış da bundan bahsetmiş değilim. Önce Sayın Bahçeli bizim adımızı bile FETÖ'nü koyduğunu ima etti. Haddi değil. Bizi kimse FETÖ'yle, PKK ile ilişkilendiremez. Onlara karşı verdiğimiz mücadeleyi de millet bilir. Sayın Cumhurbaşkanı Bahçeli ile birlikte Yassıada'daydı, o meşum Salonu gezmiştir. Orada aylarca Sayın Bayar'ı, Sayın Menderes'i ve herkesi  sorguya çektiler. Sayın Menderes, Allah rahmet eylesin ve Sayın Bayar kendi aralarında ufak ihtilaflar olmasına rağmen ne birbirlerini suçladılar ne de oradaki herhangi bir bakana suç attılar. O zayıf haliyle Menderes bütün sorumluluğu üzerine aldı, idama giderken de saygıdeğerdir şimdi de saygıdeğer. FETÖ'yle mücadele konusunda benim ne yaptığımı, nasıl çaba sarf ettiğimi en iyi Sayın Cumhurbaşkanı bilir. Kimse bizi FETÖ'yle ilişkilendirme. İlişkilendirme kalktığında da bize cevap vermek düşer, sessiz kalamayız.

Başbakan olduktan sonra herkes oğlunu tanıştırmaya başladı

AK Parti kongrelere giderken 26 Eylül 2014 günü bir açıklama yapmışsınız ve "Nepotizme kesinlikle izin vermeyeceğim" demişsiniz. Nepotizm çok konuşulan ve çok da yakınılan bir şey. Gelinen noktada AK Parti'nin en çok muhatap olduğu suçlamalardan biri bu. Neden bu konuda başarılı olamadınız?

Tarihte beni ürperten şeylerden biri şudur: Sünni-Şii ayrımının ilk çıktığı dönemlerde hepsi birbirinden güzide sahabelerin bile akrabalarına duyulan yakınlıklarının nasıl derin ihtilaflara yol açtığını gördüm. Suriye'yi 2 aile yönetiyor: Esad ailesi ve Mahluf ailesi. Dünürler bunlar. Suriye'nin başına ne felaket geldiyse bu sebeple geldi. Demokrasi tecrübesi yaşayan ülkelerin en önemli sorunlarından biri siyasi gücü elinde tutan liderlerin kendilerini güvende hissetmek için akraba ilişkilerine sığınmasıyla başlıyor. 

Eğer profesyonelce bir devlet adamıyla, devlet kurumlarına sığınsa, ya da siyasi arkadaşlıklarına, dostluklarına güvenseler çok daha güvenli olacakken yavaş yavaş çekinerek kendi içlerine kapanırlar. Kendi içine kapanan siyasi liderden daha zayıf birisi yoktur çünkü içine kapandıkça şüphe artar. Bu zinhar sadece Sayın Cumhurbaşkanı ailesi değil, geçmişte de Allah rahmet eylesin Özal döneminde de bu tartışmalar rol oynadı. 

Bütün bu süreç doğal da bir şey. Doğru görmem ama insan doğasından gelen mazur bir yönü var. İnsan kendi yakınını gözetiyor. Bunu kesmenin yolu ne? Bahsettiğiniz konuşmada AK Parti'deki bu genel temayülü gördüm. Bunu Sayın Cumhurbaşkanı çerçevesiyle değerlendirmeyin. Baktım ki birçok arkadaş Başbakan olduktan sonra kendi yakınını tanıştırıyor, oğlunu tanıştırıyor… Hissediyorsunuz. Bir başka dalga geliyor. Bu dalgayı kesmenin yolu çok kesin ilkelerle nepotizme karşı bir mücadele başlatmaktı. Herkes kendi oğlunu, kızını, torununu sever. Nihayet bir ailedir. Ama öyle bir an vardır ki bir devlet adamı bütün vatan evlatlarını kendi oğlu-kızı gibi görmezse o devletin sürdürebilirliği kalmaz. Ben kendim için de bundan korkarım. İnsanların imtihan edildiği şeylerden biri mülk ise diğeri de evlattır. O zaman o evladı devlet imtihanına, siyaset imtihanına sokmayacaksınız. Ben bunu yapmaya çalıştım. Yoksa kimseye karşı garezim yoktu. Bugün de yok. 

Muhafazakar itaat anlayışını değiştirmeliyiz

CHP'yi örnek alırsak İnönü'den başkanlığı alan Ecevit, Ecevit'ten başkanlığı alan Baykal… Bir silsile halinde gidiyor ama muhafazakar partilerde bu yok. İçeride mücadele etseydiniz belki bu geleceği kıracaktınız?

Çok doğru bir soru… Burada itaat anlayışının yanlışlığı var. Muhafazakar kesimde itaat ilkelerle başlıyor ama maalesef şahsa yöneliyor. Mücadeleyi düşünmedim değil, 2 kez düşündüm. 12 Eylül 2015 kongresinde de, bana karşı MKYK'da parti içi darbe yapıldıktan sonraki kongrede de ‘aday olarak çıkayım ne olursa olsun' diye düşündüm. Ama hissediyorsunuz, sonuç çok demokratik bitmiyor ve parti ve ülke zarar görecek diye endişeleniyorsunuz. İlk liste tartışmasını kongrede çözmek daha doğru olabilirdi. Şu anda öyle düşünüyorum ama bu muhafazakar itaat anlayışını değiştirmek gerekiyor. İlkelere sadakat, kişilere vefa. Bazen kişiye vefa itiraz ederek gösterilir. Hz. Ömer'e itiraz eden sahabi Hz. Ömer'e sadakatsizlik göstermedi, vefa gösterdi. Çünkü Hz. Ömer'i düzeltti kılıcını kınına koyup "Sen haklısın ya Ömer, bundan sonra yine sana itaat ederim" dedi. Bizim Gelecek Partisi'nde de yıkmaya çalıştığımız itaat anlayışı bu. Kimse bana itaat etmesin, Gelecek Partisi'nin programına sadakat göstersin. O programa sadakat göstermesi genel başkan olarak bana sadakat göstermesinden çok daha önemlidir. 

7 Haziran'da AK Parti'nin aldığı oy yüzde 40.9'du, 1 Kasım'da yüzde 49.49.Arada 8.5 puandan fazla fark var. Bu başarının Ahmet Davutoğlu'nun başarısı olduğu ifade ediliyor. Bu 8.5'luk oran Gelecek Partisi'ne döner mi?

Çok mütevazi bir talep olur mu. O yüzde 8.5 Türkiye'nin kaderini değiştirmiştir. Herbirine müteşekkirim ama sonuçları itibariyle onun hakkı verilemedi. 1 tek vatandaşımızın bile kalbinin bizden ırak olmasına rızam yoktur. Bugün de bırakın yüzde 8.5'u birilerinin söylediği gibi yüzde 2-3 değil.Görecekler. Bütün anket manipülatörleri ve algı operatörleri görecek. Biz bütün vatandaşlarımızın oyuna talibiz. Sadece baraj aşmak değil. Barajları da yıkacağız. Ülkenin kaderini de değiştirecek kuvvette, halkımızla birlikte bir sonucu elde edeceğiz inşallah.Benim şüphem yok. 

Çözüm Süreci'nde kamu düzeninde zaaf gösterildi

Çözüm Süreci neden yürümedi?

Çözüm Süreci başladığında ben Dışişleri Bakanıydım. Evet, destek verdim ama sürecin esas mimarı olarak Sayın Cumhurbaşkanı her zaman onu sahipendi. Bize de görevi tevdi ederken kongrede "2 emanetim var, Çözüm süreci ve FETÖ ile mücadele" dedi. Oradaki temel mesele, kamu düzeni kavramı konusundaki gösterilen zaaftı. Başbakan olduğumda 6-7 Ekim olaylarında bunu farkettim ve kamu düzeninin ihya edilmesi için tedbir almaya başladım. Çözüm Süreci veya başka bir proje, o zaman biz de destekledik ama kamu düzeni zaafı söz konusu oldu. Bir devlet böyle bir zaaf gösteremez. Başbakan olarak verdiğim terörle mücadele talimatının esası da odur: Kamu düzenini ihya edeceksiniz. Devletin mahkemeleri varken kimse benim vatandaşımı mahkeme edemez. Devletin asayiş güçleri varken kimse devletin güç kullanma tekelini eline alıp vatandaşlarımıza karşı kullanamaz. Devletin valisi, belediye başkanı varken kimse KCK gibi yapılarla seçilmiş görünen belediye başkanı üzerine otorite kuramaz, valinin otoritesini sınırlayamaz. O sebeple biz demokratik hukuk devleti kuralları içinde terörle mücadeleyi yürüttük. 

Çözüm Süreci başlangıçta doğruydu, istismar edildi. Terör örgütü silahları terk etmeyerek istismar etti, devlet içindeki FETÖ yapılanması da devleti zaaf içinde göstermek için özellikle silahlı kuvvetler ve polisteki yapılanmalarıyla sabote etti ve Çözüm Süreci akamete uğradı. Bizim kamu düzenini ikame etmemiz gerekiyordu, 23 Temmuz 2015'te başlattığımız mücadeleyle de onu ikame ettik. 

The Independentturkish