Deprem, 68'liler ve Varto zelzelesi
966 Muş – Varto depremini hatırlatmak
Deprem, 68'liler ve Varto zelzelesi
Sahadaki öz inisiyatifler çelmelere, engellemelere rağmen her geçen gün artan bir biçimde itibar, saygı ve destek görmeyi başarıyor. Bu bir gerçeklik. Ama sivil toplumun da deprem tarihimiz konusunda yeterli bilgi donanımına sahip olmadığı da aşikâr. Bu realiteyi göz önüne alarak mütevazı bir katkı amacıyla, 1966 Muş – Varto depremini hatırlatmak, kollektif bilince çıkarmak isabetli olacak
Yer üstündeki tren raylarına nazire yaparcasına yer altında ülkeyi sarmalına almış fay hatları üzerinde yaşanan hayat nasıl ki yağmuru, rüzgarı önlenemez doğa olayları olarak kabullenmiş ise, depremi de öyle görmek gerekiyor. Ve nasıl ki yağmura ve rüzgara karşı tedbirler alıyorsa, ne zaman ne şiddette olacağını bir kesin saptama ile bilmenin henüz mümkün olmadığı depreme de her an olacakmış gibi hazırlıklı ve tedbirli olmak; hemen etkinleşecek, önlemler ve bilgilenme ile ne yapılacağının bilgisine sahip olmak zaruret taşıyor. Bu gerçeklik her daim vaki iken devletin olduğu gibi sivil toplumun öz insiyatif geliştirme deneyim ve pratiğini hızla hayata geçirebilme dirayet ve yeteneğini haiz olması yaşamsal boyutta önem taşır. Türkiye depremlerine baktığımızda devletin yetki, karar ve müdahale pratiğinde aksadığı, gerekli hazırlık ve önlemleri alma da istenilen seviyeye neredeyse yüzyıldır gelemediği görülebiliyor. Buna mukabil, sivil toplumun gerekli eğitimden ve bilgiden epeyce bir yoksunluğuna rağmen öz örgütlenme hızı, insiyatif geliştirme yeteneği her depremde canların kurtarılmasında büyük rol oynuyor.
Ancak devletin de sivil toplumun da her seferinde, hafıza-i beşer nisyan ile malüldür sözünü kanıtlamak zorunda imiş gibi geçmiş depremler ve yaşananlar hızla toplumsal bellekten ve kollektif hafızadan siliniyor. Bu son yaşadığımız on ili kapsayan ve 13.5 milyon insanı doğrudan etkileyen depremle ilgili tartışmalarda, değerlendirmelerde ortak hafıza en fazla 1999 Düzce depremine gidebiliyor. Hamaset ve ajitatif dil yerleşik kurumsallığın maharetle sergilediği ama toplumdan beklediği etki ve yankısını bulamadığı gibi sivil toplumdan ve depremzedelerden yoğun tepki alıyor. Sahadaki öz inisiyatifler çelmelere, engellemelere rağmen her geçen gün artan bir biçimde itibar, saygı ve destek görmeyi başarıyor. Bu bir gerçeklik. Ama sivil toplumun da deprem tarihimiz konusunda yeterli bilgi donanımına sahip olmadığı da aşikâr. Bu realiteyi göz önüne alarak mütevazı bir katkı amacıyla, 1966 Muş – Varto depremini hatırlatmak, kollektif bilince çıkarmak isabetli olacak.
68 kuşağı ve deprem
1947 doğumlular üniversitelere 1966 yılında kayıt yaptırdılar. 2 yıl sonra dünyada ve Türkiye'de başlattıkları isyan ile tarihe 68 kuşağı olarak kaydedildiler. Bu terim henüz ortada yokken 1966 yılında Varto depremi olarak anılan feci bir yer sarsıntısı geniş bir alanı yerle yeksan etti. 4 bin civarında insan hayatını kaybetti. O yılların Türkiye'sinin ve Varto'nun yoksulluğunu, deprem sonrası yaşanan ve şimdinin imkanlarına göre facia derecesinde olan yoksunluğu tahmin etmek zor değil.
Sinan Cemgil bir depremzede ile sohbet ediyor.
Borderline, bipolar, antidepresan henüz telaffuz bile edilmiyordu. Bölüşme, dayanışma, yardımlaşma, diğerkâmlık, kanaatkârlık toplumsal sıvanın en önemli harcıydı. Türkiye nüfusu şimdikinin üçte biri kadardı ve halkın büyük çoğunluğu kırsal kesimde mukimdi. Evlerde müstakil bir birim olarak banyo yoktu, ancak pazar günleri tüp ya da ocak üstünde ısıtılan kazanlardaki su ile mutfağın eşiğinde yıkanılırdı. Şampuan, kokulu jeller, saç kurutma makinası ve bornoz bilinmiyordu. Kışın tek odaya kurulan soba ile ısınılıyordu, kalorifer henüz tedavüle girmemişti.Televizyon zaten yoktu, radyo ise ancak bir iki evde oluyordu. Konfor, hayal ötesiydi.
Ama Türkiye hele de Varto'ya göre oldukça konforlu mekanlarda yaşayan insanlar elbette vardı. Bunların bir kısmı da ODTÜ'nin 24 saat sıcak suyun aktığı, kaloriferli yurt odalarında kalan talebelerdi.
Varto depremi duyulunca ODTÜ mimarlık fakültesinden, ortak meziyetlere sahip bir grup öğrenci, yani 68'liler, organize olup nakdi, ayni ve tıbbi yardım topladılar. Beraberlerinde doktor arkadaşlarını alarak, o konforlu yaşamlarını bırakıp ilk kez görecekleri Varto yoluna düştüler. Topladıkları yardım malzemelerini yükledikleri otobüsle epey meşakkatli bir yolculuktan sonra vardıkları Varto' da depremzedeler için ev yaptılar. 1967 yılında, aynı grup, başka arkadaşlarınıda aralarına alarak yöreye tekrar gitti ve bir ilkokul inşa ettiler. Okul, 28 Ağustos 1967'de ODTÜ Rektörü Kemal Kurdaş tarafından hizmete açıldı.
Sinan Cemgil koyu renkli montlu, öne eğilmiş vaziyette, Varto'lu çocuklarla birlikte.
Bu sivil insiyatifin başında, daha sonra gençlik önderi olarak anılacak, 31 Mayıs 1971 tarihinde Nurhak dağlarında vurularak öldürülen Sinan Cemgil vardı. Sinan, arkadaşlarına şu sözü söylemişti ve bu sözler onun hayat şiarı idi:
"Halkımız onca yoksulluğuna rağmen vergi ödüyor. Bizler de bu vergilerle yapılan üniversitelerde bedava okuyoruz. O halde halkımızın bize verdiklerine karşılık biz de halkımıza karşı borçluyuz ve bu borcu ödememiz gerekir. Bu uğurda gerekirse ölürüz.''
Maraş depreminde kaybedilmiş insani değerlerin yeniden kazanılması
Bu başlığın altında deprem sahasında yaşananlar mevzusuna girmeyeceğim. Çünkü T24, bütün ayrıntılarıyla, perdenin önünü de arkasını da, hakikatlere sadık kalarak, ortaya çıkardı-gösterdi. Bu zelzeleden yüz akıyla çıktı, sınırlı imkanlarına rağmen.
Uzun yıllardır neoliberalizmin ahlaki değerleri ve topluma, bireye bakışı dünyada olduğu gibi Türkiye'de de iktidar olmanın imkanlarıyla ideolojik normlar halinde egemen konuma gelmişti. Neydi bunlar: Para ve kâr hırsı, imha edici rekabet, bencillik, aç gözlülük, zenginliğini ve iktidar gücünü görgüsüzce teşhircilik, nobranlık, bayağı ve ilkel hedonizm, acımasızlık, toplumsal sorumluluk gerektiren her olayda insanlık dışı duyarsızlık, umursamazlık, illüzyon amaçlı sahte maneviyatçılık…
Peki baskın olan ve sosyal yaşamı biçimlendiren bu anlayış, neleri örseledi, önemini kaybettirdi? Karşılıksız iyilik, merhamet, empati, özgecilik, kanaatkârlık, yetinme, paylaşma, dayanışma, işbirliği, kardeşlik, bölüşme, halka, halkın mutluluğuna ve doğaya karşı sorumluluk, kadirşinaslık, ahde vefa, cömertlik, dürüstlük. İşte bu asgari insani değerler işlevsizleştirildi, geçersizleştirildi.
Maraş faciasından doğrudan etkilenen 10 il ve 13.5 milyon kişi 6 Şubat 2023 sabaha karşı saat 04.17'de, sadece 98 saniye süren yer sarsıntısında salt evlerin, o pahalı ve ihtişamlı sitelerin, garajlarındaki pahalı arabaların enkaz haline geldiğini gördü ve yaşadı. Yalnızca binalar, evler, yollar değildi çöken; neoliberalizmin tükettikçe mutlu olunacağı inancı ve değerleride yerle yeksan oldu. Evet. İki dakika bile dayanamadı 40 yıldır kurmaya çalıştıkları hegemonyaları, ideolojik sultaları.
Sağ çıkanlar, enkazın altında geçirdikleri günlerde yaşadıkları çaresizlik ve ölüm duygusunun travmasını yaşarken, faciadan fiziksel olarak etkilenmeyen ama acıyı ruhlarının derinliklerinde hisseden milyonların şefkati, merhameti, yardımı, dayanışması, kardeşçe paylaşma ve cömertliği ile sarmalandıklarını gördüler. Sağ kurtulanlar, sakillik akan komşuluk, akraba ziyaret kurallarının bir kenara bırakılıp evlerini açan, sofralarına buyur eden, onların yaralarını hem ruhen hem de madden sarmak için bütün imkanlarını seferber eden devasa bir iyilik atmosferinin kendilerini beklediğine tanık oldular. Bu atmosferi bir duygu seliyle yaşadılar-yaşamaktalar. Evlerde adeta komün hayatı yaşanıyor, çünkü en az birkaç aile bir arada yaşamaya başladı. Komünal bir dayanışma yaşanıyor. Ekmek gibi kederde paylaşılıyor.
Yeniden kazanılan o kaybedilmiş, gözden düşürülmüş insani değerler dinamik bir işlevsellikle yeni kurulacak hayatların kurucu harcı olacak. Daha güzel ve daha yaşanılır bir dünya için yeniden işlevselleşen bu değerler, erdemler umulur ki kalıcı olur.