Deprem sırasında Silivri Cezaevi'nde neler oldu
Ben sadece son 10 yılına şahidim..
Utku Çakırözer yazdı
Yaklaşık 10 yıldır, önce gazeteci sonra da milletvekili sıfatıyla cezaevlerindeki gazetecileri, yazarları, çizerleri, insan hakkı savunucularını, hukukçuları, sivil toplum aktivistlerini, sanatçıları, akademisyenleri, öğrencileri, askerleri ve siyasetçileri sıkça ziyaret ediyorum.
Ben sadece son 10 yılına şahidim..
Aslında yıllardır Silivri’de, Bakırköy’de, Kandıra’da, Sincan’da, Mamak’ta, Edirne’de ve Türkiye’nin dört bir yanındaki cezaevlerinde düşüncesi, ifadesi, yazısı, çizisi, eleştirisi nedeniyle ülkemizin en yetişmiş değerlerinin yıllarca hapiste çürütülüyor olması gerçeği başlı başına Türkiye’de demokrasimizin en büyük ayıbı.
Bu utanç tablosu karşısında dostlarımın, meslektaşlarımın ve diğer aydınlarımızın yargılanma süreçlerindeki adaletsizlikleri, cezaevi koşullarındaki insani ve vicdani olmayan uygulamaları kamuoyunun dikkatine getirerek hukuk devleti ve demokrasi arayışımıza mütevazi katkı sunmaya çalışıyorum.
Bu düşüncelerle geçtiğimiz cumartesi günü de Silivri Cezaevine gittim…
SİLİVRİ CEZAEVİNDEKİLER DEPREM OLDUĞUNDA NE YAPIYOR
26 Eylül’de, 5.8’lik İstanbul depremi, televizyon kanallarına son dakika uyarısı ile düştüğünde Ankara’da Meclis’teki odamdaydım. Küçük yaştaki öğrencilerin ağlayarak okullarından çıkarılmasını, güvenlikleri için yapılan çalışmaları izlerken, depremin merkez üssünün Silivri olduğunu okudum. Bir anda aklıma yıllardır gittiğim Silivri Cezaevi geldi. Tutuklu ve hükümlüler ne yapmıştı? Can güvenlikleri nasıl sağlanmıştı? Ve tabi gece artçı sarsıntılar olursa ne yapılacaktı?
Kafamda bu soru işaretleriyle Silivri Cezaevi’ne gitmek için Adalet Bakanlığı’na başvurumu hemen o gün yaptım.
Verilen izin üzerine 28 Eylül Cumartesi günü saat 14’te sadece Türkiye’nin değil belki de dünyanın en güvenlikli cezaevi olan Silivri’yi giriş yaptım. Önce ana kapıda ve cezaevi kapısında iki kez kimlik kontrolünden, sonra x-ray cihazından ve en nihayetinde retina taramasından geçerek açık görüş salonuna alındım.
İlk olarak iş insanı, sivil toplum örgütü kurucusu Osman Kavala salona girdi. Koca salon boştu. Bizim dışımızda bir de infaz koruma memuru vardı. Kavala yaklaşık iki yıldır Silivri’de. Ne ile suçlandığını öğrenmek için, iddianamenin yazılması için 477 gün cezaevinde beklemek zorunda kaldı. 8 Ekim’de tekrar hakim karşına çıktığında, 707 gündür tutuklu yargılanıyor olacak. Hala tecritte. Milyonlarca kişinin baskılara, dayatmalara karşı durduğu Gezi Dayanışması, Kavala üzerinden cezalandırılmak isteniyor. Oysa Gezi, ne bir “darbe”, ne de bir “kalkışma”!
Önce sağlık durumunu sordum. Yargı Reform Paketi üzerine sohbet ettik. “Sanırım Yargı Reformu benim durumumu dolaylı etkileyebilir” dedi. Sonra da Silivri’de depremi nasıl yaşadıklarını merak ettim. Depreme kendi hücresinin açıldığı avludayken yakalandığını, sarsıntıyı tüm şiddeti ile hissettiklerini anlattı. İlk sarsıntıyı hissetmediğini ancak ikinci ve daha büyük olan için “Zemin sağlam gözüküyor, binalar iki katlı ama yine de ciddi olarak sallandık” dedi.
2 Ekim Kavala’nın doğum günü. Dostları arkadaşları kampanya başlattı. Ben de 62. yaşını cezaevinde de olsa kutladım. Özgürlük diledim.
Görüşmede kurucusu olduğu Anadolu Kültür Vakfı’nın İstanbul’da Ermeni besteci Gomidas’ın doğumunun 150. yılı için 7 Ekim’de düzenlediği konsere beni davet etti. Ben de “Belki bir sürpriz olur, siz de gidebilirsiniz” dediğimde gülerek “Pek mümkün değil, çünkü duruşmam 8 Ekim’de” dedi. Bir an önce özgürlüğe kavuşması dileğimle salondan uğurladım.
“SİLİVRİ’NİN BİR DEPREM ACİL PLANI, SENARYOSU YOK”
Osman Kavala’nın ardından eski milletvekili arkadaşımız, parti meclisi üyemiz Eren Erdem geldi. Gücünü, dirayetini, akıl yürütme yeteneğini, kararlılığını hiçbir zaman kaybetmedi. Her zaman olduğu gibi önce sağlığı, sonra memleket meseleleri üzerine sohbet ettik. Ardından depremi sordum. Çok ciddi sarsıldıklarını anlattı. Gazeteci olduğu için haberi de verdi: “Ben o gün şunu gördüm ki Silivri’nin bir deprem acil planı, senaryosu yok. Ne Adalet Bakanlığı’nda ne de cezaevi yönetiminde böyle bir plan yok.” Bütün İstanbul’un korkudan sokaklara döküldüğü gün ve gecenin ardından, cezaevinde yaşadıklarından, gördüklerinden bu sonucu çıkarmıştı.
Eren zamanının çoğunu kitap okuyarak geçiriyor. İçerde kendi savunmasından ‘Adalet Manifestosu’nu yazdı. Şimdi de notlar alıyor. Çıkınca çok farklı, herkesi şaşırtacak bir kitap kaleme alacak. Hazırlığına zihninde başlatmış bile!
O gün Eren’in tutukluluğunun 458. günüydü. Bir an önce istinaf mahkemesinin hakkındaki incelemesini tamamlamasını ve özgürlüğüne kavuşmayı bekliyor. O da Meclis’te görüşmeleri başlayacak yargı reformunun kendisininki gibi haksız, adaletsiz tutuklulukları sona erdirmesini diliyor. Silivri’deki ziyaretimin hemen sonrasında İstanbul’dan Berlin’e gideceğimi öğrenince bir anda gözleri parladı: Eşi ile Berlin’de yaşayan 4 yaşındaki oğlu Ali için dilekte bulundu: “Bir fırsat yarat ve Ali’mi benim için iki yanağından öp!”. ‘Tamam’ dedim, bir an önce özgürlük dileğimle sarılarak uğurladım.
“BARİ AKŞAM AÇIK BIRAKILMASI GEREKTİĞİNİ SÖYLEDİM”
Son olarak salona Ahmet Altan girdi. Onunla da ilk gündem maddemiz deprem oldu. “Gümbür gümbür hissettik” dedi. “Güvenliğiniz için ne yapıldı” diye sorduğumda şu yanıtı verdi:
“Hiçbir şey yapılmadı. Hatta ben infaz koruma memurlarına koğuşumuzun avluya açılan kapısının bari akşam açık bırakılması gerektiğini söyledim. ‘O olmaz’ dediler. ‘Niye’ diye sordum. Aslında avlu da duvarlarla ve tellerle çevrili, yani cezaevi güvenliğini etkileyen bir durum yok. Avluda her gün bir araya gelebildiğimiz koğuş arkadaşlarım dışında kimse de olmayacak, o da toplam 3 kişi. Ancak görevliler bana ‘O kapılarına açılması için Adalet Bakanı’nın izni lazım’ karşılığını verdiler” dedi. Ben, “Bakan’a ulaşılamazsa ya da beklenen izin gelmezse ne olacak peki” diye sordum. Gülerek, “Yok canım, Türkiye’de hiç olur mu öyle şeyler!” yanıtını verdi.
Yeni romanını tamamlamak üzere olduğunu söyledi. Silivri’de yazdığı son kitabı ‘I Will Never See The World Again (Dünyayı Bir Daha Göremeyeceğim)’ ise dünyanın birçok ülkesinde farklı dillerde basılmış. Binlerce satmış. Avrupa’nın 3 ülkesinde ise edebiyat ödüllerine aday gösterilmiş.
Altan ile de hakkındaki dava süreçlerini konuştuk.
“Anayasa Mahkemesi’nin, Yargıtay’ın son dönemde bireysel hak ve özgürlükler lehine verdiği kararlara bakan biri ‘Öyleyse Ahmet Altan’ın Silivri’de ne işi var?’ der. Ama aynı kişi Anayasa Mahkemesi’nin benle ilgili kararını okusa ‘Ahmet Altan Silivri’den hiç çıkmamalı!’ der. Oysa kararların hepsini yazanlar aynı heyetler, aynı hakimler. Yargının durumu bu!” diye özetliyor.
Ahmet Altan’ı da adalet dileği ile uğurladıktan sonra tekrar retina taramasından geçerek cezaevinden ayrıldım. Çıkarken aklımdaki tek düşünce “Bir gece Silivri’de herkes koğuşlardayken çok büyük bir deprem olsa binlerce tutuklu ve hükümlünün can güvenliklerinin nasıl sağlanacağı” oldu. Bu yüzden kamuoyu duyarlılığı yaratabilmek için Silivri’deki son ziyaretimin izlenimlerini hemen basınla paylaştım. Yazılı basında, internet medyasında ve sosyal medyada ortaya çıkan yoğun ilgi sonrasında yetkililerden cezaevindekilerin ve yakınlarının endişelerini az da olsa hafifletecek bir açıklama beklerdim. Ancak Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılğı’nın mevzuatı hatırlatan, yapılabilecekleri değil imkansızlıkları sıralayan açıklaması ile karşılaştım.
Savcılık açıklamasında; depremi yaşayan tutuklu gazetecilerin benimle paylaştıkları Silivri’ye ilişkin canlık tanıklıklarının “asılsız” olduğu ileri sürüldü. Keşke bu donuk, bürokratik açıklama yerine savcılık o gün tüm İstanbul’la birlikte deprem korkusunu yaşayan Silivri sakinlerinin, onları ziyarete gelen ailelerinin ve avukatlarının da bilgisine, tanıklığına başvursaydı. O gün, o an ne hissettiklerini, gece hangi kaygılar içinde başlarını yastığa koyduklarını, cezaevi yetkililerine sordukları sorulara ne yanıt aldıklarını kendilerinden dinleseydi. Keşke…
Son söz olarak, yıllardır söylediğimizi ısrarla tekrarda fayda var..
Cezaevlerinin içinde de dışında da herkese insan onuruna yaraşır bir hayat!
Utku Çakırözer
Odatv.com