Dervişler diyarı: Dersim (1)

Dağın, taşın, suyun, ağacın kutsal olduğu coğrafya: Dersim

Dervişler diyarı: Dersim (1)




Dervişler diyarı: Dersim (1)

Dağın, taşın, suyun, ağacın kutsal olduğu coğrafya: Dersim

Tunceli (Dersim) son yıllarda sık sık kutsal mekânlarıyla gündemde. Başta HES'ler, barajlar olmak üzere, maden ocakları gibi projeler hem ulusal hem de uluslararası kamuoyunda büyük tepki topluyor. Dersimliler, kutsal olduklarını söyledikleri mekanlarına yapılan bu projelere karşı hem sokakta hem de hukuk önünde mücadele ediyor. Bu mücadeleler, bazı projeleri durdursa da yeni projeler birbirini izliyor. Son gelişme de, Munzur'da yapılması planlanan peyzaj düzenlemesi. Bu düzenlemenin, Dersim halkının en kutsalı sayılan Munzur Gözeleri'ne müdahale anlamına geldiğini söyleyen Dersimliler şimdi de bu konuda seslerini duyurmaya çalışıyor.

Türk Dil Kurumu 'kutsal' sözcüğünü, üç ayrı ifadeyle şöyle tanımlıyor:

"Güçlü bir dinî saygı uyandıran veya uyandırması gereken, kutsi, mukaddes. Tapınılacak veya yolunda can verilecek derecede sevilen, kutsi, mukaddes, lahut. Bozulmaması, dokunulmaması, karşı çıkılmaması gereken, üstüne titrenilen."

Türkiye'de 'kutsal mekanlar' deyince akla elbette ilk önce üç semavi dinin mekanları geliyor: Camiler, kiliseler ve sinagoglar. Gerçi son 20 yılda, tacizler hatta bombalı saldırılarla kiliseler ve sinagogların da kutsallıkları epey aşınmış durumda. Alevilerin cemevleri ise henüz kutsallık payesine ulaşmaktan hayli uzak. Ancak, Alevilerin cemevlerinden çok önce yüzyıllardır kutsal buldukları başka mekânları da var.

 

Ermeni Tarihçi Aziz Petere'e göre Dersim; aşağıda Arion Irmağı yani bugünkü Kahta Çayı, yukarıda Gümüşhane Şiran dağları, batıda Sivas'ın Gürün ilçesi ve doğuda Varto arasında kalan yüksek dağların içinde kalan bölgedir. Anadolu Aleviliğinin en önemli merkezi sayılan ve 12 Alevi Ocağı'nın da doğduğu yer olan Dersim'in neredeyse her köyünde kutsal bir mekân, kutsal bir yeryüzü şekli, kutsal bir cisim yöre halkının diliyle jiar ve diyarlar var.

Dersim Araştırmalar Merkezi'nden Araştırmacı Yazar Hüseyin Ayrılmaz, Dersim'deki ziyaretlerin varlığını halkın doğayla yaptıkları ikrar olarak açıklıyor ve şöyle devam ediyor:

"Tarih boyunca Dersim'de 366 evliyanın isimleri çağrılarak dualar-beddualar edilir, lokmalar ve niyazlar verilir. Bu ziyaretlerin ve evliyaların üstüne yemin edilir. Dersim adeta bir evliyalar diyarıdır. Dolayısıyla kültürel yaşamlarında öyle bir yere sahip ki, bütün sorunlarını onların aracılığıyla çözerler. Son 150-200 yılın yarattığı kirliliği saymazsak, bu ziyaretlerin böyle yapısal bir yeri var. Yani ziyaretler inanç dünyasında başat rol oynuyor. Evet, pir ve rayber de de önemlidir, ama mesela bir pirin sözü de zaman zaman çiğnenirdi ama bir ziyarete edilen yemin asla çiğnenmezdi."

 

Dersim'in kutsal mekanlarının dört duvarla sınırlı olmadığını belirten Ayrılmaz "Yeri geldiğinde bir taştır, bir çeşmedir, bir dağdır, bir taştır, bir ulu meşe ağacıdır ama insan figürü çok azdır. İnsanla bir sayılan Düzgün Baba, Munzur Baba, Ana Fatma, Ana Buyeri gibi yerlerdir."

Ayrılmaz, doğayla ikrarlaşmayı da şöyle tarif ediyor: "Dersimliler kendi topraklarında her şeyin bir sahibi var derler. Dağ keçisinin, geyiğin, balığın, ormanın, börtü böceğin sahibi var derler ve doğaya bu ölçüde saygı duyarlar. Ve inancın merkezine koydukları şeyler, doğanın kendi içinde olan varlıklardır. Munzur Suyu'na saygı duyuyorlarsa kendilerine sunulan büyük bir nimetten dolayıdır. Koca bir nehirdir ve Dersimli onu yaşamın önemli bir yere koymuştur. Yani aralarına öyle temiz bir ilişki var ki, ona tapıyor, ona tanrısal bir ikrar veriyor. Munzur üzerine yemin çok ağırdır, asla bozulmaz. Bizde ikrarın yeri çok ağırdır, mesela musahiplik bir ikrardır yedi kuşak o aileyle ne evlilik yapılır, ne kavga edilir, ne çelişkiye girilir."

 

Ayrılmaz; şimdilerde bu kutsal mekânların varlığını ve halini ise şöyle anlatıyor:

"Dersim 150 yıldır bozulmaya, asimile edilmeye çalışılan bir toprak. Cumhuriyet tarihiyle de bu daha hız kazandı. Cumhuriyet öncesi dönemin İttihatçıları bölgeye Nakşibendiliği geliştirmeye çalıştılar. Bu çabalar sonuç vermeyince Cumhuriyetle birlikte yasaklama, asimilasyon devam etti. 50-60'lara kadar Dersim'de bütün cemler gizli yapılırdı, kapılara nöbetçi konurdu. Sonra başka bir dejenerasyon kendi içinden çıktı, bunun adı sol dalgaydı. Sol kesim bu inancı 'saçma' buldu ve inanç esas darbeyi de o yıllarda aldı. 12 Eylül'le birlikte yeniden müftüler görevlendirildi, köylere camiler yapıldı, Dersimli çocuklar imam hatip okullarına alındı. Munzur Gözeleriyle ilk oynayan 12 Eylül'ün valisi Kenan Güven'dir. Kenan Güven Dersim'e camileri yapan kişidir ama o camilere kimse gitmedi. Ziyaretlerle de çok oynandı,  turizm merkezi yapılmaya çalışıldı, inanç merkezi olmaktan çıkarılmaya çalışıldı. Kutsal alanlarımız doğallığından koparılmak istendi, hala bu çaba devam ediyor. Bu inanç merkezlerini toplumun gözünden düşürmeye çalıştılar. Bu konuda Dersimlilerin de vebali büyük. Onlar da buna ayak uydurdular, bu süreci adeta bir gelişme olarak gördüler, yok edilen onların doğa ile olan ikrarıydı, doğayla olan inanç ortaklığıydı."

Dersimli müzisyen Metin Kahraman ise Dersim kutsal mekânlarının önemini ise, nasıl ki pir-mürşit-talipler arasında ilişkiler el ele, el hakka şeklinde bir ikrar sistemi varsa; coğrafyayla da bir ikrar sistemi kurulduğunu belirterek sözlerine başlıyor:

"Sadece dağlar değil, göller, ırmaklar, doğanın kendisi, belki de yüzlerce hayvan, en başta alabalık, dağ keçisi, turna balıkları ile de bir ikrarlık vardır inancımızda. Dolayısıyla Bingöl dağlarındaki Sülbüs, Düzgün Baba'nın musahibi olabiliyor, tam karşısındaki Jele onun kızkardeşi olabiliyor."

Metin Kahraman bu mekânlara bir örnek olarak Ana Buyere adlı krater görülünü örnek veriyor:

"Hozat'taki bu krater gölü, hem Gergis Aleyhiselam'ın Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde vaftiz mekânı, hem de Hızır'ın mekânıdır. Ana Buyere gölünde, Ana Buyere ve kırk meleğin yaşadığı söylenir. Bu kırk melek, bir bebeğin doğumu esnasında gelen, anneye doğumda yardım eden ve doğumu takip eden kırk gün boyunca, bebeğin birey olarak bütünleşmesini sağlayan meleklerdir. Bebekler ilk kırk gün boyunca, doğumla beraber onları korumaya gelen kırk meleği görebilir. Melekleri görebilme yetileri, henüz algılarının batın aleme açık olmasıyla ilgilidir. Onlar henüz bizim alemimize ait değildir, iki alem arasında bir yerde, hem orayı, hem burayı görebilirler. Ancak, ilk kırk günü tamamladıktan sonra, bebeklerin gözleri meleklere kapanır."

 

Metin Kahraman, tarihsel Dersim'in içinde yer alan Erzincan Çayırlı'daki Ağır Göl'e dair rivayeti de şöyle aktarıyor:

"Bu gölde kıyamet günü kesilecek siyah kurbanlık koç ve Hz. İbrahim'e inen beyaz kurbanlık koçun bulunduğuna inanılır, bu canlılar gölün altındaki yüzlerce odadan birinde beklemektedir. Burası ayrıca, Hazreti Hasan'ın mekânıdır. Burada, kıyamet günü muradına erecek olan, Hz.Hüseyin'in kızı Zeynep ve Hz. Hasan'ın oğlu Kasım bulunmaktadır."

Her ziyaretin, katman katman birden fazla hikâyesinin olduğunu söyleyen Kahraman; Kureyş zamanı ziyaretgâhları için 700-800 sene öteye gidilmesi gerektiğini söylüyor ve Dersim'in "Herde Dewreş" yani Dervişler Toprağı ve Hızır'ın coğrafyası olarak kabul edildiğini anlatarak devam ediyor:

"Dersim'de insanlar ziyaretleri sahipleri olarak görürler. Ve bu inanç kendisini bu ziyaretlerle refere eder. Ancak bu ziyaretleri gezerek anlayabilirsiniz. Her aşiretin kendisine ait bir ziyareti vardır. Her aşiretin kutsal saydığı bir ağaç, bir dağ vardır."

Kahraman şimdiye dairse şu gelişmeleri hatırlatıyor: "Şimdi Dersim dağlarında 145'e yakın maden firması sırasını bekliyor. Hepsi ruhsatlarını almış. Keza ırmakların üzerinde de çok büyük bir talan var. Munzur ve Pülümür ırmakları hızla kirleniyor. Ve buna karşılık toplum kendine ait bu coğrafyayı, Derviş Topraklarını koruyamıyor."

Kahraman son olarak, hızla sayıları 1000'e yaklaşan bu ziyaretler için sözlü tarih çalışmalarının yapılması gerektiğini ve her birinin Erzurum Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tescil edilmesi gerektiğini de vurguluyor.

Üç gün sürecek bu yazı dizisinde, her bir Dersimlinin hayatına değen, Dersim'in en önemli kutsal mekanlarını ve hikayelerini bulacaksınız.

Munzur Baba-Munzur Gözeleri

Munzur Baba'ya ilişkin yaygın olarak anlatılan bir ağanın çobanı olduğu ve ağasının hacca gittiğinde canın helva istediğine dair anlatıyı Dersimliler reddediyor ve bunun Türk-İslam anlayışıyla kurgulanan bir anlatı olduğunu söyleyerek, Munzur için yüzyıllardır anlatılan iki anlatının coğrafyanın hakikatlerini daha doğru anlattığını belirtiyorlar.

 

İlk anlatı Zerdüşt inancı kökenli, Zerdüşt Tanrıçası Anihata'yla ilişkili. Buna göre Anahita varoluşun, yaşamın, yeniden doğuşun kaynağı olarak kabul edilir. Kutsal Munzur gözeleri de Anahita'nın mekânıdır ve Anahita'nın memelerinden akan süt ırmağa dönüşmüştür.

İkincisi ise İslamiyet öncesi bir peygamber olan İbrahim'le ilişkilidir. Pir Zeynel Kete'nin aktardığına göre; Munzur, İbrahim peygamberin çobanıdır. Bir gün koyunları otlatırken, iki kut gelip sürüden bir koyun ister. Munzur'dan kurtlara "Bizde rızalık esastır, bu koyunlar benim değil İbrahim Peygamber'indir, onun rızası olmadan veremem" der. Kurtlar "Biz sürüye bakarız, sen gidip onun rızasını al" diye yanıt verir. Munzur, kurtlardan rızalık ve ikrar alır, onların kuzulara dokunmayacağına dair üç kez yemin ettirir. Daha sonra Munzur, sır olur ve İbrahim Peygamber'in yanına gider, ama bir yandan da kuzuları kurtlara emanet etmekle doğru mu yaptım, diye düşünür. İbrahim Peygamber, Munzur'a kurtlara inanıp inanmadığını sorar, o da kurtların ikrarlarına inandığını söyler. Bunun üzerine İbrahim, o zaman git istedikleri koyunu seçmelerini söyle der. Döndüğünde kurtların sürüleri otlattığını, bir kısmının siyah, bir kısmının beyaz olduğunu görür. Kurtlar, sürüden bir koyun seçer ve o seçtikleri koyun, sürüde Munzur'a ait olan tek koyundur ve yedi yıldır ilk kez gebe kalmıştır. Kurtlar koyunu alıp uzaklaşırlar, önce koyunu doğurturlar, sonra da yavruları alıp koyunu geri gönderirler. Bu durum İbrahim Peygamber'e ayan olur ve Munzur Baba da İbrahim'i sır âleminde görünce kaçmaya başlar ve sırlara karışır. Bu kaçışın nedeni keramet sahibi olduğunu peygamberin anlamasından duyduğu mahcubiyettir. Anlatılan odur ki, Munzur'un kaçtığında topuğunun bastığı her yerden su fışkırır. Rivayete göre, kurtların aldığı koçlardan beyaz olanı İbrahim Peygamber'e gönderilen koçtur, siyah olanı da insanlığın en kötü zamanında gelip insanoğlu zordan kurtaracaktır.

 

Şimdilerde Munzur Gözeleri olarak daha çok turistik bir imgeye dönüştürülen Munzur Nehri'nin mitolojik öyküsü yöre halkı tarafından böyle anlatılıyor. Akademisyen Dilşa Deniz, Dersim toplumu için suyun kutsiyet bindirilen bir özellik taşıdığını yazıyor. Ve bu yüzden mesela çeşmelere kirli bir şey dökülmediğini, su kaynaklarına niyaz edildiğini, Dersim'de baharın müjdecisi olan Heftemal'da (21 Mart) yerlerin su serpilerek temizlendiğini, cemlerden önce mekânların su serpilerek kutsandığını, bebeklerin kırkının suyla çıkarıldığını, yeni gelenlerin kamusal alana ilk çıkışlarının çeşmeye gitmek olduğunu anlatıyor. Deniz ayrıca, Ovacık civarında evlenen tüm kızların Munzur Baba'ya giderek vedalaştığını yani bir nevi kutsandığını belirterek Munzur Nehri'nin Dersim inancındaki vazgeçilmezliğine dikkat çekiyor. Kaynaklarda yer alan bilgilere göre Osmanlı Paşası Ziya Yergök anılarında "Munzur Suyu'nun kaynağı civarında günah işlenmez, kan dökülmez. Önemli bir iş hakkında yemin edecekler önce bu suya girer yemin ederler, günah işleyenler ve yalan söyleyenler cezasını görürler" diye yazar. Nuri Dersimi de "Munzur'un başında en çetin davaların, en kanlı ihtilafların halledildiğini, verilen her karara her ferdin baş eğdiğini, itiraz etmeye cesaret edemediğini" belirtir. Dersim tarihini anlatan pek çok kaynağa göre, 1938'de Seyyit Rıza'nın da dâhil olduğu Dersimli aşiretler baskılara karşı, elden ele dolaştırdıkları bir taşı Munzur Suyu'na atarak yemin ederler ve direnme kararı alırlar.

 

Munzur, Alevilerin en fazla ziyaret ettiği yerlerden biridir. Sadece geçen yıl 500 bin kişinin ziyaret ettiği Munzur'da kurbanlar kesilir, çıralar yakılır. Özellikle Hızır orucunun sonlarında, baharın ilk günlerinde, düğün gibi özel günlerde Munzur'a gidilir ve ikrar verilir.

Akademisyen Kızılca Yürür; Heftemal'da kadınların bir ritüel eşliğinde Munzur nehrinden aldıkları suyun, süt mayalamakta kullanıldığını da söylüyor. Yürür, Dersimli kadınların gündelik yaşamda maya niteliği taşımayan ve dönüştürme marifeti olmayan Munzur nehrinin suyunun,  baharın ilk günlerinde sırlandığını ve sütü yoğurda dönüştürdüğüne inandığını belirtiyor.

 

Düzgün Baba

Dersim Aleviliğine göre ölümsüz bir insan, sır olabilir, yeniden maddeye bürünebilir. Ölümsüz beden, rüyalar ve çeşitli kerametler yoluyla, ölümlülerle iletişim kurabilir. Aynı şekilde, bir göl, nehir, dağ veya su kaynağının içinde yaşamaya devam edebilir, orası onun mekânı olur. Bedeniyle birlikte sırra karışan Düzgün Baba da onlardan biridir.

Dersimlilerin Bava Duzgı dediği Düzgün Baba, Nazımiye'nin Kıl Köyü'nün çok yakınında yer alan önemli bir inanç merkezi olarak bilinen çok yüksek bir dağdır. Küçük çalılıklarla ve mağaralarla kaplı olan Düzgün Baba Dağı'nın pek çok yerinden su çıkar ve bu su içilebilir. İnananlar, bu suyu alıp evlerine götürür ve dileklerinin gerçekleşmesi için Düzgün Baba Dağı'nda birkaç gün kalarak, niyaz eder.

 

Derler ki; gerçek adı Şah Haydar olan Düzgün Baba, Kureyş Baba olarak bilinen Seyyid Seyyid Mahmud-i Hayrani'nin oğludur ve bir çobandır. Her gün kış aylarında bile Zargovit tepesinin olduğu yere hayvanlarını otlatmaya gider. Hayvanlar güzelce beslenir. Bu durum babasının dikkatini çeker ve bir gün Şah Haydar'ı takip eder. Ve oğlunun elindeki değneği hangi meşe ağacına değdirse o ağacın yeşillendiğini görür. O esnada keçilerden biri onu görür ve ürker. Şah Haydar bunu fark edince babasının adını zikrederek onu mu gördüğünü sorar hayvana, tam o esnada babasını fark eder ve ona ismiyle hitap ettiği için utanır dağa kaçar. Babası arkasından seslenip dönmesini istese de Şah Haydar dönmez. Aradan bir zaman geçer ve babası Şah Haydar'a bakması için köyden birilerini gönderir. Şah Haydar, bu kişilere durumunun iyi, düzgün olduğunu söyler ve köye geri gönderir. O günden sonra Şah Haydar'ın adı Düzgün olur ve saklandığı dağ Düzgün Baba Dağı, mağara da Düzgün Baba'nın evi olur. Alevi pirleri, Düzgün Baba'nın bu kaçışını dört kapı kırk makamın dördüncü kapısı olan hakikat kapısının edep makamına uygun olduğu ve Düzgün'ün artık kamil-i insan mertebesine ulaştığı şeklinde yorumluyor.

 

Düzgün Baba'nın üç tane kız kardeşi vardır. Bunlar Haskar, Zelé ve Buyer'dir. Her biri aynı zamanda bir dağın adıdır. Düzgün'ün Dersim'deki önemi neredeyse Hızır'la eşdeğerdir, dara düşene yardım eder, kötülükleri- hastalıkları uzaklaştırır, ona temiz kalbiyle yürekten inanan insanların muradını geri çevirmez. Çocuğu olmayanlar, evlenmek isteyenler, iş sahibi olmak isteyenler, ev almak isteyenler Düzgün Baba'dan yardım ister. Düzgün Baba yalnız değildir. Hızır gibi beyaz donludur ve Hızır'ın atı gibi Düzgün'ün de atı vardır. Tek fark Hızır'ın atı beyazdır, Düzgün'ün atı ise kırmızıdır. Yine Düzgün'ün sır olurken yanında otlatmaya götürdüğü hayvanları vardır. İnanışa göre Dersim'de dağ keçilerinin kutsal olmasının sebebi Düzgün Baba'nın sır olurken otlattığı keçilerinin, dağ keçisine dönüşmesidir. Ayrıca Dersim kadim inanışında, Düzgün Baba aynı zamanda bir savaşçıdır. Askerleri vardır ve onlarla birlikte kötü meleklere karşı savaşır, Dersim'i korur.

Düzgün'e yürekten inananlar ondan murat alırlar. O kendisine içten bağlananlara ışık saçar. İnsanlar karşısındakini konuşmalarının gerçekliğine inandırmak için Düzgün Baba üstüne yemin ederler.

 

Akademisyen Kızılca Yürür, Düzgün Baba'nın sadece iyileştiren değil, dayanışmaya aykırı davrananı cezalandıran bir güç olarak görüldüğünü de söylüyor ve bunu derlediği örneklerle açıklıyor:

"Düzgün Baba Dağına giderken, yola düşmüş bir kütüğü kaldırıp, kenara koymayı, aklından geçirmesine rağmen ihmal eden bir kişinin rüyasına kızıl bir yılan görünümünde giren Düzgün Baba, kütüğün kaldırılmamasından dolayı, hava karardıktan sonra bir kaza yaşandığını belirtmiş, kişinin boğazına çöreklenerek, yüzünün bir kısmını sokmuştu. Ayrıca, "istesem seni öldürebilirdim. Git, o yolu yaptır" diyerek, rüyada kişiye, uyandıktan sonra fark ettiği yüz felcinden kurtulmanın da, çaresini söylemişti. Kişi, bu yolu yaptırdıktan sonra yüz felci geçmişti.

Bir diğer örnekte de, Dersimli bir köylü, arabasıyla ziyarete giderken, aynı köyden, ama iyi anlaşamadığı bir kişi, yolda ona işaret ederek, onu da yanında götürmesini ister. Ancak, ziyarete giden köylü arabasını durdurmaz, geçip gider ve geride bıraktığı kişinin haline güler. Kısa bir süre sonra da kaza geçirir. Köylünün hastanede gördüğü bir rüyada, aynı köyden bir dedenin suretinde görünen Düzgün Baba, arabaya almadığı köylüsünden özür dilemesi ve ziyarette kurban kesmesi koşuluyla, onu iyileştireceğini söyler. Aynı rüyayı, sureti rüyada beliren dede de görmüştür; ertesi gün, iki kişi, birbirinden habersiz, aynı rüyayı çevrelerine anlatırlar. Hemen hastaneye çağrılan hasım kişiden özür dilenir, kurban kesilir ve hasta, sağ salim hastaneden çıkar."

Gola Çetu

Zazaca'da Jare Gola Çetu olarak bilinen, ziyaretgâh Dersim merkezdedir. Sular altında kalmaktan uzun bir mücadele sonucu kurtulan ve Gola Hızır olarak da bilinen ziyaretgah; Munzur ve Pülümür çaylarının birleştiği yerdedir. İnanışa göre, Hızır burada Munzur'a musahiplik vermiştir, yani kardeş ve yoldaş olmuşlardır. İki suyun birleşmesi, Dersim Aleviliğinde ikrar vermeye kanıttır. Dersim'de dargınlar barışırken, Gola Çetu'da birbirlerine ikrar verir ve ikrar alırlar. "Ya Hızır, Ya Hak, Ya Pir" diyerek birbirlerinin omuzlarından öperler, gülbankler okurlar, Ali'yi, 12 imamı, Hz. Hüseyin'i ve Hızır'ı anarlar. Gülbankler, yakarış ve arınma içerir. Gola Çetu'ya yüzünü sürenler, davalarını hakka havale ederler. Ardından çıralarını yakar, dilek dilerler.

İsviçre'de yaşayan Dersimli yazar Haydar Karataş, birkaç ağaç ve büyük bir kaya parçasından ibaret olarak tarif ettiği Gola Çetu gibi ziyaretgâhlarda binlerce yılın anıları olduğunu belirterek "Bütün ziyaretler merhamet yuvasıdır. Bir görseniz yaşlı Dersimliler ne güzel konuşurlar o ziyaretlerle, sana geldim derler, yüzünü sürerler taşlara, gözyaşını silerler ağaçların. Ve beraber getirdikleri yiyecekleri ziyaret taşına bırakıp giderler" diye yazıyor.

Konuyla ilgili yazısında Karataş, Dersim ziyaretgâhlarının tek tanrılı dinlerden çok önce var olduğunu söylüyor:

"Henüz tek tanrılı dinler yokken, binlerce yıl önceden süre gelen bir şey, üst üste binmiş anılar var orada. Çıplak ruhunuzla gidersiniz ziyaret taşına, istediğiniz gibi konuşursunuz o taşlarla. İçinizden geldiği gibi ağlarsınız ve içinizdeki öfke merhamete evrildiğinde kalkıp evinize gidersiniz."

Taşın, doğanın, kayanın kutsanmasını eleştirenlere de bir çift sözü var Karataş'ın:

"İdollerinin mezarını ziyaret eden fotoğraf çeken arkadaşlarımın idolleriyle aralarında kurduğu ilişkinin doğallığından daha derin bir maneviyat var bu insanlarda. Anıtkabir'i ziyaret eden milyonları düşünün, ne bileyim Karl Marks mezarına gideni. Bu insanlar da binlerce yıl bu mekânlara varmışlar. Keşke hükümetler, bilim adamları bu tapınmanın zenginliğini, insanları nasıl yeniden ürettiğini, dertlerden arındırdığını görebilseler."

Kızıl Ziyaret

Dersim'in kutsal mekânlarından biri de, Hozat'ın Kalecik köyündeki Jera Sür / Kızıl Ziyaret ya da Kızıl Delil'dir. Dersim Araştırmacısı Turabi Saltık'ın verdiği bilgilere göre;  Jera Sür, bir ulu dağdır. Adı gibi bu ulu dağın rengi de kızıldır. İnançlara göre Kızıl Delil;

Kırklar Meclisi'ne katılan 40 ulu pirden biridir. Yörede köylüler, her Ağustos ayında çıplak ayak, yayan olarak kurbanları, tencereleri, kap kaşıkları, niyazlarıyla Kızıl Ziyaret'e gidip, inançlarının gereğini yaşatırlar. Zamanında Jera Sür dağının zirvesinde kaynak bir pınar olduğu rivayet edilir. Zirvede ki o su kutsaldır. Kimse suya hor davranamaz, kirletmez. Suyun canını incitmez, suyu küstürmez. Suyu küstürmek, incitmek, Jera Sür'ü incitmek, küstürtmektir. Rivayete göre; bir ritüel sonrası köylüler kurbanlarını kesip geri dönerken, kafileden bebekli bir kadın suda bebeğinin kirli bezlerini yıkar, suyu kirletin. O andan sonra su gözesinden ters akar, dağın içinde kaybolur ve kuruyan o su, o günden sonra dağın altında beş ayrı yönde beş pınar olarak akar. Bu beş pınar da yöredeki insanlara göre kutsaldır.

Turabı Saltık'ın anlatımına göre ilk pınar, Çetê Mezre'de bir ulu kayanın dibinde, bin yıllık, ulu bir ceviz ağacının altında fışkırır. İkinci pınar, Karataş Köyü'nün Gözeler denilen mekânında akar. Üçüncü pınar Jera Sür dağının kuzey yanında Merga Derg kutsal alanındadır ve yaylacıların, börtü böceğin, geyiklerin, ceylanların içtiği kutsal sudur. Dördüncü pınar, Eniya Xatun olarak adlandırılan yayla alanındadır. Köylüler o suyun başına istedikleri her dönem gider kurbanlarını keser yakarılarda bulunur, dileklerini diler. Beşinci pınar, Jera Sür dağının doğusunda Beytuti kutsal pınarıdır.

The Independentturkish