Devlete karşı ‘derin devlet’

DERİN DEVLETİN VARLIĞI, DEVLETİN YOKLUĞUDUR

Devlete karşı ‘derin devlet’




Devlete karşı ‘derin devlet’

Eski Adıyaman Milletvekili Adnan Boynukara “Gerçek veya sahici bir devlet ‘otoritesini’ hukuk ve hukukun üzerine inşa edildiği konsensüsten alır’ diyor.

2021 yılında gündeme gelen, bugünlerde ise farklı bir formatta devam eden derin devlet-mafya tartışması, iç içe geçmiş bu yapıların ne denli sorunlu olduğunu tekrar hatırlattı. Neredeyse herkes tarafından bilinen ve fakat konuşulamayan kirli gelenek gündeme oturdu. Bu gelenek öyle köklü, girift, her koşulda kendini yenileme ve varlığını farklı formatlarda sürdürme kapasitesine sahip ki, sağlıklı bir biçimde tartışılma imkânı dahi oluşamıyor. Konuşamama, devletin içinde ortaya çıkan kliklerin ve onlarla işbirliği yapan çetelerin varlıklarını sürdürmesine olanak tanıyor. Geçtiğimiz yıl biraz daha farklı bir zeminde gündeme gelen olaylar ise magazinsel zemine çekilmesi nedeniyle, dönemsel tartışmanın ötesine geçemedi. Yani; bu tür yapılara ilişkin köklü bir arınma umudu hâlâ yok.

DERİN DEVLETİN VARLIĞI, DEVLETİN YOKLUĞUDUR

Gerçek veya sahici bir devlet, ‘otoritesini’ hukuk ve hukukun üzerine inşa edildiği konsensüsten alır. Bu özelliği nedeniyle, ‘derin devlet’ türü yapıları reddeder ve toleranslı davranmaz. Çünkü bu durum kendi meşruiyetini zedeler, otoritesini tartışmaya açar. Aslında bir ülkede devletin kurumsal görünümü zayıfladıkça, derin devletvari yapıların varlığı gündeme gelir. Belirleyici faktör ise hukuktur. Hukuk uygulanmadığı zaman görünen ve görünmeyen devlet ayrımı yapılır. Hukuk uygulandığında ise ayrımlar yapılmaz. Şayet bir yerde derin devletin varlığı ima ediliyorsa veya varsa sahici hukuk devletinin varlığından bahsetmek zorlaşır. Öte yandan, hukukun üzerinde birimler varsa, orada da hukukun kendisi olmaz. Bu durumlarda ortaya çıkan problem, görünen devlet ile fiili devlet farkıdır ve bu oluşmuşsa paralel otorite var demektir. Paralel otoritenin ürettiği maliyeti ve kurumları nasıl içeriden çürüttüğünü ise kirli bir deneyimle gördük. Yani; hukuk devletinde ne derin devlet ne de paralel devlet olur.

Derin devlet diskuru üzerinden yapılan tüm analizler de facto olarak hukuksal devletin olmadığının peşinen kabulüdür. Vatandaşların siyasal tercihlerini anlamsızlaştıran bir meta-anlatıya dönüşmesi de cabasıdır. O nedenle ima edilen bu yapıların varlığı, aslında gerçek devletin yokluğu anlamına gelir. Bu durum; demokrasiyi, insan haklarını ve siyasal katılımı olumsuz etkilemenin ötesinde, devletin bizatihi varlığını tehdit eder. Yani ontolojik olarak ikisi bir arada bulunamaz. Hukuk yok sayıldığında, keyfilik geçer yol kabul edildiğinde, siyasi süreçler devre dışı bırakıldığında, kanun dışı işlere imza atıldığında vatandaşlar ile onların konsensüsünün sonucu ortaya çıkan devletin kendisi sorunlu bir forma dönüşür.

Halbuki devlet, hukuksal bir yapıdır ve her adımı yasalarla sınırlandırılmıştır. Yasalar hem vatandaşın hem de devletin sınırlarını belirler. Çünkü devlet ile toplum arasındaki sosyal sözleşme tek yönlü bir hadise değildir. Bu nedenle, devleti tanımlayan ana unsur olan vatandaşı yok sayan anlayış kabul edilemez. Devletin içine çöreklenmiş, devletin işleyişini enfekte eden yasa dışı unsurların hepsi hesap vermek zorundadır. Kimilerinin mafyatik işlerin içinde bulunduğunu ve bunların devletle ilişkili olduğunu kabul etmek ve bunlara yönelik herhangi bir işlem yapmamak ise suçtur. Bu açık duruma rağmen; ortaya çıkan kirli ilişkileri, işlenen suçları ve yasa dışı uygulamaları olumlu gösteren yayınların yapılmasının amacı ne?

SİYASETİ ANLAMSIZLAŞTIRMAK

Bu tür yapılara ilişkin yayınlara bakıldığında, olan biten her şeyin, bir akıl tarafından planlandığı ve özenli bir biçimde uygulamaya konulduğunun işlendiği görülür. Yüzleri gizlenen kimi isimlerin kendi aralarında toplantılar yaptıkları, ülkenin geleceğine ilişkin kararlar aldıkları ve uygulanması için görevlendirmeler olduğu gösterilir. “Ak saçlılar kurulu” veya “yaşlılar heyeti” olarak isimlendirilen yapıların egemen olduğu bir ülke profili çizilir. Yani ülkede işleyen siyasal süreçlerin anlamsız olduğu, seçimlerin yok sayıldığı, halkın seçtiklerinin değil, bunların dışındaki gayri yasal aktörlerin her şeyi belirlediği ima edilir. Halkın seçmediği bir grubun kendi gizemli dünyalarında her şeyi kontrol ettiği, planladığı ve yönettiği bir tablo sergilenir. Halbuki; hukuk devletinde kıymeti kendinden menkul yapılar olmaz.

Hatta kimileri daha da ileriye giderek, yasal olmayan bu yapıların, tarihsel ‘geleneğin’ önemli unsurları olduğunu ifade eder ve bunları meşru göstermeye çalışır. Sorumluluğu ve yükümlülüğü olmayanların ‘iktidar’ olduğu bir ülke görüntüsü. Siyaset kurumu, yöneticiler ve halk ise hukuki ve tarihsel hiçbir zemini olmayan bu görüntülere ilişkin bir değerlendirme yapmaz. Sivil siyaseti ve halk iradesini yok sayan bu tür yapıların meşru gösterilmesi ve kutsanması kabul edilmez. Sorunlardan birisi de siyasetin bu tür yayınlara, anlatılara karşı tepkisiz kalmasıdır.

HUKUK DEVLETİ YERİNE KEYFİLİK

Bahsettiğimiz yayınlar analiz edilirse, işlevsiz ve gereksiz olduğu gösterilen konulardan birisi de hukuk devleti ilkesidir. Devetin temel özellikleri arasında sayılan bu ilkenin ‘anlamsız’ olduğu vurgusu ve iddiası, keyfiliğin egemen kılınmasıdır. Hukuk yok sayıldığında ve uygulamalara karşı engel görüldüğünde, her alanda keyfilik devreye girer ve herkes kendi hukukunu tesis etmeye başlar. Bu ise hem anarşi anlamına gelir hem de ülkenin geleceği açısından büyük bir sorundur. Çünkü mafyatik yapılara alan açılır, güvenlik açığı derinleşir, işler ilişkiler/maddi çıkarlar üzerinden görülür ve devlete olan güven ortadan kalkar. Bu istendiği için olsa gerek, hukuk dışına çıkmanın ‘normal’ olduğu önermesi, propaganda yayınlarında bol bol işlenir. Keyfiliğin kutsanmasına tepki verilmemesi sorundur.

KİRLİ İŞLERİ AKLAMA VE KARANLIK YAPILARI MEŞRULAŞTIRMA

Aslında propaganda amaçlı ‘sanatsal’ etkinlikler üzerinden, bu tür yapıların imza attığı tüm kirli işler aklanır ve karanlık yapılar meşrulaştırılır. Yasa dışı işler, kanun dışı uygulamalar, yargısız infazlar, kara para trafiği gibi tüm kirlilikler, “devletin bekası için yapılmış faaliyetler” olarak sunulur, derin devlet denilen kurgusal organizasyonlar üzerinden meşrulaştırılır ve hesap sorulmasının önüne geçilir. Sonuçları itibarıyla bir cezasızlık süreci ortaya çıkar. Hatta bir adım daha ileri giderek, kanun dışı işlere imza atanların aslında birer ‘kahraman’ olduğu tezi işlenir. Tüm bunlar üzerinden, yasalarda var olan devlet aygıtının ütopik olduğu, realitenin ise gösterilen ‘derin devlet’ olduğu tezi işlenir. Ancak devlet denilen organizasyonun ortaya çıktığı günden bu yana, topluma gösterilmek istenen türden yapılar suç örgütü olarak kabul ediliyor, mazur görülmüyor ve haklarında hukuki süreç işletiliyor. Sonuç itibarıyla bu anlayış, devlet aygıtının her alanında tahribat oluşturur ve tehlikelidir.

Sonuç olarak; devleti anlamsızlaştıran, kurumları yok sayan ve yasa dışı işlere imza atan yapılar ile mücadele tüm siyasi partilerin kırmızı çizgisi olmalıdır. Yapılacak şey, devlet organizasyonu içinde yer alan ve bahsettiğimiz yapılara destek olan, alan açan, koruyan isimlerin, kullanılan yapıların hukukun karşısına çıkartılmasıdır. Çünkü bu tür yapılar özünde devlete karşıdırlar ve bunların varlığı devletin yokluğu anlamına gelir. Buna seyirci kalmak ise kabul edilemez. Gerekçesi ne olursa olsun, derin devlet diye tanımlanan ve devlet ile hiçbir hukuki bağı olmayan bu yapılar, devlet aklını değil, devletsizlik halini ifade eder. Devletsizliğin ne anlama geldiğini iyi bilen tüm toplumsal kesimlerin bu tür yapılar ile hesaplaşmanın takipçisi olmaları elzemdir.

KARAR