Dolar pahalı mı ucuz mu alınır mı satılır mı?
TÜRKİYE’NİN DIŞ BORCU VE ULUSLARARASI REZERVLERİ
Benim takip ettiğim ve daha güvenilir bulduğum endeks TÜFE – Gelişmiş Ülkeler Bazlı Reel Efektif Döviz Kuru (2003=100) endeksidir. 1 doların 6,85 olduğu 30 Haziran’da bu endeksin değeri 78,3’tü. Yani bu endekse göre doların reel kuru 5,36 TL olmalıydı.
Bir başka anlatımla TL %21,70 değer kaybetmiş ve bu oran çok yüksek.
TL’nin aşırı değer kaybetmesinin pek çok sebebi var; biz bugünkü yazıda, dış borç stoku ve uluslararası döviz rezervleri bağlamında bir analiz yapmaya çalışacağız.
Toplam dış borçlarımız GSYH’mıza oranı % 60’tır. Bu borçluluk oranı “akran” olarak kabul edilen, Brezilya’da %30, Güney Afrika’da %40, Meksika’da %35, Hindistan’da%20, Rusya’da %28 ve Endonezya’da %35 civarlarındadır.
Borç yüksekse, yapılacak şey, bankalar ve TCMB’deki kullanılabilir toplam serbest döviz tutarı anlamına gelen uluslararası döviz rezervlerini artırmaktır.
Türkiye’nin uluslararası rezervleri, yuvarlayarak söyleyecek olursak, 90 milyar dolar civarındadır.
Uluslararası rezervlerin dış borçlara oranı bakımından, Türkiye, akranları arasında (90/431) %21’le en kötü veriye sahip ülkedir.
Bu oran Brezilya’da %62, Hindistan’da %92, Güney Afrika’da %37, Meksika’da %45, Endonezya’da %32 ve Rusya’da % 124’tür.
Borç verenler, bir ülkenin rezervlerinin dış borçlara oranının % 35 ve üzeri kadar olmasını beklerler, bizim ki %21. Bu durumda Türkiye’nin tutması gereken rezerv tutarının en az 150 milyar dolar olması alıcıları rahatlatırdı. (% 35 oranında bir rezerv oluşturmak için 60 milyar dolar daha yüksek faizli borç alıp kasamıza koymak gerekiyor ki, ben bu fikre katılmıyorum.)
Bu 90 milyar dolarlık rezervimizin 40 milyar doları döviz, 40 milyar doları altın ve 10 milyar doları da nakittir, kabaca. (Katar’dan alınan on beş milyar dolar karşılığı Riyal ile Çin’den alınan bir milyar dolar değerindeki swaplar bu hesaplara dâhil değildir. Çünkü bu hesapların işe yarayıp yaramayacağı henüz bilinmemektedir.)
Yani borcumuz çok rezervimiz az.
Böyle bir ekonomiyi yönetenlerin ödevi kendiliğinden ortaya çıkıyor: Borçları azaltmak ve döviz rezervlerini arttırmak.
Mevcut ekonomi politikaları bu ödevlere uygun mu? Maalesef, değil.
Tersine, borçları artırmak ve rezervleri azaltmak için çaba gösterildiğine şahit oluyor ve şaşırıyoruz. Mesela ithal otomotiv satışları teşvik edilerek cari açık artırılıyor veya rezervler azaltılıyor. Eğer temmuz ayında bütün zamanların en yüksek ithalatı yapılmasaydı, altın hariç, dış ticaret açığı sıfırlanabilirdi. Yine de şükür, keşke her ay Temmuz kadar dengeli geçse.
Hükümetin “kesinlikle cari açık vermemek” gibi açıklanmış ve gereği yapılan bir politikası var mı? Şüpheli.
Tam tersine hem hükümet hem de varlıklı kişiler ithal ürünleri büyük bir iştahla talep etmeye devam ediyorlar. Öte yandan eksi reel faizler ve ucuz döviz satışları, adeta, yabancılara çıkın gidin, diyor.
Bu gidişat beklenmedik sonuçlara yol açabilir.
MESELA IMF
Ya ekonomi yönetimi IMF gibi çalışarak borçları azaltmak ve rezervleri artırmak için çalışacak ya da yönetemediği ekonomiyi IMF’ye kendi elleriyle teslim edecek, üçüncü bir yol yok.
Eğer bu önermem doğruysa IMF’nin gelmesiyle “döviz kurları” Gelişmiş Ülkeler Bazlı Reel Efektif Döviz Kuru endeksine yakınsayacaktır.
O zamana kadar kurlar yükselişini sürdürebilir.
5,36 TL olması gereken dolar kuru bugün 7,05 TL’yi yine aştı; bu değer kaybı geçmişte yapılan hatalardan dolayı mı yoksa gelecekle ilgili olumsuz beklentilerle mi ilgili, bilmek kolay değil.
Eğer 7,05 TL başarısız bir geçmiş dönem fiyatıysa, zamanla, doların fiyatı reel değerine yakınsayacaktır.
Yok, eğer, doların fiyatı gelecekle ilgili olumsuz beklentiler ve ümitsizlik nedeniyle artıyorsa; bu olumsuz beklentiler tersine dönünceye kadar, mesela IMF gelinceye kadar, TL değer kaybetmeye devam edecektir.
Mehmet Ali Verçin / KARAR