Downton Abbey'in bana hatırlattıkları

Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

Downton Abbey'in bana hatırlattıkları




Downton Abbey'in bana hatırlattıkları

Merhabalar değerli okuyucu,

Bu satırları yazmamın nedeni içimi dökmeye ihtiyaç duymamdır.

Geçenlerde eşimle yeni bir diziye başladık. Adı Downton Abbey. Bridgerton dizisini bitirdiğimizde yokluğunu doldurmak için başladık bu diziye.

Dizi çok güzel ilerliyordu ta ki pek hoşlanmadığım savaş sahnelerine kadar. Dizi 20.yy başlarını anlattığı için I.Dünya Savaşını elbette es geçemezdi. Bu sahnelerde diziyi bırakmayı düşündüm. Kendimi bildim bileli böyle sahneleri izleyemem. Gencecik askerlerin üzerlerine yağan mermilere, toplara yürümelerini, bir bir toprağa düştüklerini görmek, bana çok ağır gelir.

Dizide savaşın belki en basit tasvirlerini görmek bile beni çok hüzünlendirmişti.

Osmanlı'nın yıkılışını, yüzyıllarca süren saltanatının sona ermesini dizinin gerçekçiliği ile yakından görmek duygularımı çok yoğun yaşamama neden oldu. Sanki o dönemlerdeydim. Yaşımın otuza yaklaşmış olması belki de bazı bildiğim şeyleri tekrar gözden geçirmeme neden oldu.

Savaş psikolojisine girdiğim, o çok gerildiğim anlarda, psikolojik olarak sığınacak bir dal arıyordum ve bilinçaltım önüme İstiklal Marşı'nı getirdi. Beş yaşımdan itibaren ezberimde olan milli marşımız, o duygusal olarak kıskıvrak olduğum anda zihnimde akmaya başladı. Ve anladım ki bir millet ancak bu şekilde teselli edilebilirdi...

Öyle sardı ki hüzünlü kalbimi... İlk kelimesinden daha beni elimden tuttu.

Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;

O benimdir, o benim milletimindir ancak.

 

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!

Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...

Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

Sanırım şanlı marşımızı ve vatan şairimizin hislerini ilk defa bu kadar iyi anladım.


Beş yaşımda ezberime giren ama anlamını otuza merdiven dayadığım yaşlarımda bilinçaltımdan çıkarıp öğrenmek, bize şanlı marşımızı neden ezberlettiklerini anlamama neden oldu.

Anladım neden bu kadar önemliydi bize işlenen vatan sevgisi. Yaşadıklarımızı unutmamamız ve sahip olduklarımızın ne pahalarla elde edildiğini bilmemiz için. 

Savaşı onların tarafından izlemek aslında bizim ve onların psikolojilerini karşılaştırmamda çok büyük etken oldu. Savaşa gitmemek için hastalık bahane edenleri görmek, ki kınamak haddime değil, bana kıyaslama yapma imkanı verdi. Düşündüm sonra bizim motivasyonumuz neydi. Sanırım yenilgiye alışkın olmamamız, ve İslam'ın bayraktarlığını yapmanın verdiği o cesaret, ve sonunda varılacak yerin insanın varabileceği en büyük mertebe, şehitlik mertebesi olduğunu bilmemizdi. Böyle bir iman gücü karşısında hangi düşman durabilir ki...

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.

Yırtarım dağları, enginlere sığmam, tasarım.

 

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,

'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

 

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.

Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.

Doğacaktır sana va'dettiği günler hakk'ın...

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

İtiraf etmeliyim ki yurtdışında yaşıyor olmak ve su gibi geçip giden bu garip dönem beni bayrağımızı taşıma bilincinden uzaklaştırmıştı. Yüzeye çıkan duygularım ve bilinçaltımdaki İstiklal Marşımızın sözleri birleşerek içimdeki şevki sanki küllerinden yeniden doğurdu. Hani sizde de vardır ya, sanırım milletimizin kadın erkek her gencinde vardır, o fetih arzusu, milletimizi muasır medeniyetlerler seviyesinin üzerine çıkarma, hatta dünyaları kurtarma arzusu...

Eğitim sistemimizin eleştirilecek çok yanı var ama yiğidin hakkını vermek lazım. Atılan bu tohumlar, bir gün filiz veriyormuş.

Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Size doğruyu söylemem gerekirse beni motive eden harekete geçiren en büyük sebeplerden biri atalarımızın bizlerden beklentileridir, bize bağladıkları umutlardır.

İnanıyorum ki bizleri yadedip, devraldığımız şanlı bayrağımızı daha da yükseğe ulaştıracağımıza neden olan umutlarıdır. 

Ben duygusal bir insanım. Bu hislerle yoğrulmuşum artık, hep bunlar konmuş mayama. Eminim sizler de öylesiniz. Herbirimiz birer kahraman olarak yetiştirilmedik mi...

Biz gerçekten farklı bir milletiz. Bunu boş yere söylemiyorum. Beş yılı aşkındır yurtdışında yaşıyorum, farklı milletleri tanıyorum. Ancak bu kadar hisli bir millet henüz tanımadığımı söylemek isterim.  

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arsa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

Ben yıllardır ilk kez böyle ibadet edercesine bu satırları okuyorum. Her bir dizesi bir dua gibi geçiyor kalbimden.

Bu hisler bana yıllardır dinlemediğim ama meğerse çok özlediğim Fetih Marşını hatırlattı. İnsan hayatına, milletimizin gençliğine üç kuruşluk değerin verilmediği şu günlerde bu marşı dinlemek, atalarımın asırlar öncesinden başımı okşadığını ve kendimi değerli hissetmeme neden oldu. Onların himmeti gençliğimizin yanında olsun.

 

 

Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek; Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek; Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek Yürü, hala ne diye oyunda oynaştasın ? Fatihin İstanbulu fethettiği yaştasın.! Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden.... Senin de destanını okuyalım ezberden... Haberin yok gibidir taşıdığın değerden... Elde sensin, dilde sen, gönüldesin baştasın... Fatihin İstanbulu fethettiği yaştasın.! Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fendini... Göster: kabaran sular nasıl yıkar bendini ? Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın; Fatihin İstanbulu fethettiği yaştasın.! Bu kitaplar Fatihtir, Selimdir, Süleymandır. Şu mihrap Sinanüddin, şu minare Sinandır.

Haydi artık uyuyan destanını uyandır.! Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın Kızım, sen de Fatihler doğuracak yaştasın.! Delikanlım, işaret aldığın gün atandan Yürüyeceksin... millet yürüyecek arkandan ! Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan'dan ... Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın; Fatihin İstanbulu fethettiği yaştasın! Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin ! Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın! Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın... Yürü, hala ne diye kendinle savaştasın ? Fatihin istanbulu fethettiği yaştasın.!

Atalarından bu denli övgü alan kaç millet vardır ki... Rabbim onlara layık olmayı nasip eylesin...