“Düşünce kıldan ince, kılıçtan keskin; kalabalıklar geçemez üzerinden.”

Taha Akyol : Bağımsız aydın

“Düşünce kıldan ince, kılıçtan keskin; kalabalıklar geçemez üzerinden.”


İbrahim Kiras arkadaşımız dünkü yazısında ‘aydın’ sorununu gündeme getirdi. 

“Organik aydın” bizdeki ‘dava adamı’nın bir benzeridir. Bir de “namuslu aydın” tanımı var; kendi mahallesini bile eleştirebilen…

Bizim gibi itaat kültürünün çok köklü ve güçlü olduğu toplumlarda ne kadar zordur bu!

Kiras’ın şu cümlesini buraya alıyorum:

“Propagandist olmak kolaydır, aydın olmak zor. Ama ilkinin ne toplumuna ne de savunduğu fikre faydası ve katkısı yoktur son tahlilde.”

SABRİ ÜLGENER DİYOR Kİ

Bizde ‘aydınlar sosyolojisi’ deyince ilk akla gelecek isim şüphesiz merhum Sabri Ülgener’dir, onun “Zihniyet Aydınlar ve İzm’ler” adlı eseridir.

Ülgener, “aydın” kavramının aslının “entelektüel” olduğunu belirtir ve şu tanımı yapar:

“Alelade okuryazar olmanın üstünde kafası ile iş gören ve bilhassa kafa ürünü ile geçinen insan demek.”

Bizdeki “aydın” kavramı “münevver”in karşılığıdır. Biraz yüceltme ima eden bir kavram. Türk dünyasında da “ziyalı” denilmektedir.

Halbuki komünist ve faşist aydınlar da vardır. “Aydın” kavramını yüceltmek veya otoriter ideolojilerin yaptığı gibi aşağılamak yerine, işlevleriyle tanımlamak daha doğrudur: Kafasıyla iş gören, araştıran, düşünen, eleştiren, doğru ya da yanlış tezler geliştiren insanlar…

Sabri Hoca bizde “aydın” geleneğinin gecikmiş ve zayıf ve de bürokrat kaynaklı olduğunu, bu yüzden “söyleyecek yeni ve değişik bir şey olmayınca ifade biçimi daha da ağdalaştırarak” tumturaklı metinler yazıldığını belirtir, 1700’lü yıllardaki Sümbülzade Vehbi’den örnekler verir.

Düşünmenin yerine hamasetin ve husumetin konulması da tabii “söyleyecek yeni ve değişik bir şey” olmamasındandır.

EROL GÜNGÖR DİYOR Kİ

Merhum sosyolog Erol Güngör’ün “Sosyal Meseleler ve Aydınlar” adlı kitabını önemle tavsiye ederim. Oradan aktarıyorum:

“Aydın olmanın gerektirdiği zihin disiplinini korumak isteyen kimse herkesin koşuşturduğu yere gözü kapalı dalacak yerde, sakin bir köşeye çekilerek bütün bu olup bitenlerin neden ibaret bulunduğunu düşünmeye çalışır… Kendisi de kalabalığa karışıp kaybolduğu takdirde insanlara iyilik değil kötülük etmiş olur…”

Erol Güngör, aydınların özellikle eleştirel zihniyetine değer vermektedir:

“Aydınların pek çok şey karşısında menfi ve muhalif görünmelerinin esas sebebi işte budur. En cazip ve makul görünen şeyleri bile kolay kabul etmezler. Her şeyin ilk anda göze görülmeyen mahzurlarını araştırırlar. Frenklerin espirit ctirique dedikleri bu ihtiyatlı ve tenkitçi tavrı kaybeden bir aydın artık ruhları karartmaktan başka işe yaramaz.”

Hocam ve ağabeyim Erol Güngör, kendisi gibi milliyetçi fakat ‘partili’ olmuş arkadaşlarıyla anlaşamadığını, çünkü siyasi önceliklerin serbest düşünmeyi engellediğini belirtir. “Siyasi mücadelelerde ağırlık noktası çoğunlukla zümre menfaatlarıdır” tespitini yapan Güngör şöyle yazar:

“Aydın, bir meselede karara varırken, bu benim yararımadır diye düşünmez, hakikat bu mudur diye bakar.”

Bunun emir ve talimatla, mahalle çıkarlarıyla, aşiretleşmiş ‘biz’ anlayışıyla bağdaşmayacağı açıktır.

‘HAKİKAT’İ ARAŞTIRAN AYDIN

Hayatın gerçeğinde elbette siyasi güç kavgaları, sınıf ve zümre menfaatleri vardır. Hukuk içinde olmak kaydıyla bunlar toplumsal dinamizmin unsurlarıdır.

Aydının görevi bunlara kapılmayıp eleştirecek ve yeni tezler ileri sürebilecek kadar bağımsız ve birikimli olmaktır.

Tabii her aydın bu kalitede değildir.

Toplumların, partilerin, fikir akımlarının ufkunu açacak olan aydın tipi, merhum Güngör’ün tanımladığı her olayda “hakikati araştıran” aydındır.

Avrupa’da ‘aydınlanma düşünürü’ Montesquieu’nin “Kanunların Ruhu” adlı kitabı 1748’de yayınlandı; bugün bütün modern anayasaların temelinde bu kitap vardır.

Bizde 1860’tan itibaren gazetenin hayatımıza girmesiyle, “süslü dil” yerine okurların anlayacağı dil önem kazandı ve Namık Kemal gibi gerçek aydınlar çıkmaya başladı; araştıran, eleştiren, düşünen bağımsız ‘kafa’ insanları…

Tabii partizan aydınlar, iliştirilmiş aydınlar, organik aydınlar olacak; ufkumuzu açacak olanlar ise her düşünce akımının bağımsız aydınlarıdır.

Cemil Meriç ne diyordu?

“Düşünce kıldan ince, kılıçtan keskin; kalabalıklar geçemez üzerinden.”

TAHA AKYOL / KARAR