E. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit'ten Doğu Akdeniz'de petrol arama uyarısı
Hatırlatalım istedik... “Yiğidi öldür, hakkını yeme” deriz ya…
Hatırlatalım istedik... “Yiğidi öldür, hakkını yeme” deriz ya…
Müyesser Yıldız yazdı...
Bir haftadır Türkiye ile Libya arasında imzalanan Denizdeki Alanların Sınırlandırılması, diğer adıyla Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Mutabakatı'nı konuşuyoruz.
Bu anlaşma ile denizlerdeki Sevr'in yırtıldığı, Doğu Akdeniz'deki dengelerin değiştiği ve artık oyun kurucu olduğumuz söyleniyor.
Emperyalizmin çöreklendiği Libya'nın hali ortada. İnşallah bu anlaşma eksiksiz, gediksiz tamama erer. Ve gönül ister ki, bu anlaşmayla eşzamanlı olarak, daha fazla gecikmeden KKTC'de de Münhasır Ekonomik Bölge ilân edilir.
Konumuz, anlaşmanın içeriği değil. Bunu uzmanları konuşuyor, tartışıyor, yazıyor.
Bizim anlatmak istediğimiz, anlaşmanın 10 yıllık hikâyesi.
Sözkonusu anlaşmayla ilgili olarak 2 isim ön plana çıkıyor. Birisi Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümamiral Cihat Yaycı, diğeri de Ege ve Doğu Akdeniz'deki deniz sorunları çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Sertaç Hami Başeren.
Her ikisinin de yıllardır durmadan, bıkmadan, usanmadan Türkiye ile Libya arasında anlaşma imzalanması için çalıştığı vurgulanıyor; ki doğru. Yaycı'nın bu konuda, daha Komodor iken yaptığı “Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasında Libya'nın Rolü ve Etkisi” isimli bir çalışması olduğu da biliniyor.
KOMUTAN KİMDİ
Ancak bu başarı tablosunda adı nedense hiç anılmayan bir isim daha var. O isim dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit.
Yiğit adını nereden hatırlıyoruz?
Kendisine suikast hazırlığı yapmakla suçlandığı için kumpasa ve adaletsizliğe isyan edip, canından vazgeçen merhum Yarbay Ali Tatar'ın cenaze törenine katılıp, naaşını selamlayan Komutan olmasından...
Başka?
Kumpasların alabildiğine devam ettiği 2011'de, dönemin Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'le birlikte emekliliğini isterken silah arkadaşlarına yayınladığı veda mesajında, masumiyetine inandığı yüzlerce silah arkadaşının tutuklandığını, bu durumun Deniz Kuvvetleri'nin kurumsal yapısını ve görev fonksiyonlarını derinden etkileyecek boyuta ulaştığını belirtip, “Vicdani huzur ile bugüne kadar attığım her imzanın ve aldığım her kararın arkasındayım. Komutanınız olarak, Atatürk ilke ve devrimlerinin rehberliğinde, Cumhuriyetin temel değerlerine bugüne kadar olduğu gibi sahip çıkarak, emir komuta yapısı içinde daima birlik, beraberlik ve dayanışma ruhu ile birbirinize kenetlenmenizi, Bahriyemiz’in bu zorlukların üstesinden gelip, daha da güçleneceğine olan güvenle, var gücünüzle çalışmanızı, son bir kez emrediyorum. Bahtınız açık, denizleriniz sakin, pruvanız neta olsun” demesinden.
2013 yılında silah arkadaşları hapis cezasına çarptırıldığında, şunları söylemesinden:
“Ben 52 sene üniforma giymiş, 45 sene fiili görev yapmış bir komutan olarak, bu arkadaşlarımın masumiyetlerine olan inancımı görevdeyken olduğu gibi, bugün de koruyorum. Görevdeyken, bu inancımı yetkili merciler nezdinde ve yasal zeminlerde açık ve samimi olarak, defalarca vurguladım. Bir insan, masumum diyen evladının masumiyetine nasıl inanırsa, ben de arkadaşlarımın masumiyetine öyle inanıyorum. Yıllarca, canları pahasına, ülkesine ve milletine sadakatle hizmet etmiş bu arkadaşlarımı suçlayanların da bir an düşünüp empati yapmalarını istiyorum. Benim indimde, değil 16 sene, 18 sene ceza almaları; silah arkadaşlarımın cezaevinde bir gün bile yatmalarını fazla bulurum, büyük bir üzüntüyle karşılarım. Silah arkadaşlarım, dünyanın değişik denizlerinde ve ülkelerinde görev icra ederken, savcılıkların daveti üzerine geldiler. Deniz Kuvvetleri personeli, her onurlu subayımız gibi Türk yargısına güvendi, gelip teslim oldu. Emri altında görev yaptığım, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ başta olmak üzere tutuklu silah arkadaşlarımın terörist olarak suçlanmaları ve böyle bir iddia ile yargılanmaları kabul edilebilir bir durum değildir. Tarih bunu böyle kaydedecektir. TSK’ya PKK muamelesi yapılamaz. Ordumuza ve komutanlarımıza ‘terörist’ suçlaması yöneltilemez.”
Yiğit'in o açıklamasında, Türk Deniz Kuvvetleri'nin Karadeniz ve Akdeniz’de başlattığı inisiyatiflerin, öncelikli olarak ise Doğu Akdeniz’de enerji kaynaklarının paylaşım mücadelesinde ulusal hak ve menfaatlerimizi koruma kararlılığının, bir kısım odakları kaygılandırdığına dikkat çektiğini de kaydedelim.
Libya anlaşması ile emekli Oramiral Eşref Uğur Yiğit'in bağlantısına gelince;
Deniz Kuvvetleri Komutanı'yken, Doğu Akdeniz ve Ege ile ilgili bir toplantı düzenler. Toplantıda sunumu da Prof. Dr. Sertaç Hami Başeren yapar. İşte o zaman Yiğit, Libya ile anlaşma konusunu gündeme getirir ve bununla ilgili bir çalışma yapılmasını ister.
Gerekli çalışmalar yapıldıktan sonra da Yiğit, konuyu dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'a aktarır.
KADDAFİ'NİN KATLİ
Sonra mı? Aynı zamanda hem Libya'nın hem de Türkiye-Libya ilişkilerinin başına gelenlerin hikâyesi niteliğindeki bu kısmı da anlatalım.
Erdoğan, 13 yıl sonra Libya'yı ziyaret eden ilk Türk Başbakanı olarak Eylül 2009'da bu ülkeye gider ve Kaddafi ile görüşür. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Devlet Bakanı Zafer Çağlayan ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın da katıldığı tam 2.5 saat süren görüşmede, Türkiye ile Libya arasında Doğu Akdeniz'de anlaşma imzalanması da konuşulur. Kaddafi, buna olumlu bakar.
Erdoğan, Kaddafi ile görüşmelerine ilişkin olarak, “Uzun uzadıya bir görüşme yaptık. Atılacak adımları birlikte tezekkür ettik. Kendilerini Türkiye'ye de davet ettik. Öyle zannediyorum ki, kısa zamanda kendileri de Türkiye'ye geleceklerdir” der.
Erdoğan 6 ay sonra Mart 2010'da 32. Arap Ligi Zirvesi vesilesiyle bir kez daha Libya'ya gider. Kaddafi ile yaptığı basına kapalı görüşmenin çok verimli geçtiği, her alanda çok yoğun bir işbirliği perspektifinin öngörüldüğü bildirilir.
Sonrası malûm... “Arap Baharı”nın başlaması...
Fransa'nın, Libya'ya “Haçlı seferi” düzenleneceğini açıklaması...
Erdoğan'ın, “NATO'nun Libya'da ne işi var” dedikten bir gün sonra NATO'nun Libya'ya müdahalesine yeşil ışık yakması...
Yine Erdoğan'ın, Kaddafi'nin görevini bırakıp, Libya'dan uzaklaşmasını istemesi... Beyaz Saray'ın da Obama ve Erdoğan'ın bu konuda görüş birliğine vardığını duyurması...
Nihayetinde Kaddafi'nin linç edilerek öldürülmesi... Libya'nın şimdilik üçe bölünmüş olması...
YİĞİT 8 YIL ÖNCE DE "LİBYA" DEDİ
Peki Yiğit, görevden ayrıldıktan sonra konunun peşini bıraktı mı? Hayır. Eylül 2011'de KKTC'de düzenlenen “Doğu Akdeniz Petrol Arama Stratejileri ve Kıbrıs” konulu çalıştaya onursal konuk olarak katıldığında da şu uyarılarda bulundu:
“Bölge ülkeleri arasında bir ekonomik paylaşım mücadele alanı olan Doğu Akdeniz’in, kıyıdaş ülkelerdeki mevcut politik istikrarsızlıklar ve yaşanan deniz yetki alanları anlaşmazlıklarıyla, önümüzdeki dönemde bir sorunlar demeti haline gelmesi kaçınılmazdır. Tarihin her döneminde ciddi çatışmalara sahne olan Doğu Akdeniz, bugün olduğu gibi, yakın gelecekte de dünyanın gündemine gelerek, 21. yüzyılın en keskin hesaplaşmasının yapılacağı bir bölge olacaktır. KKTC’nin yanısıra Türkiye’nin de Kıbrıs’ın güneyinde vazgeçilmez hakları bulunmaktadır. Bu nedenle öncelikle KKTC başta olmak üzere Mısır, Libya, Suriye ve Lübnan gibi diğer kıyıdaş ülkelerle bir an önce Deniz Yetki Alanları Sınırlandırma Anlaşması yapılması ve Münhasır Ekonomik Bölge ilan edilmesi gerekmektedir. Bölgedeki mücadelenin tarafı olan Türkiye Cumhuriyeti ile KKTC’nin, muazzam imkanlara, doğal zenginliklere ve enerji kaynaklarına sahip bu denizden haklı beklentileri vardır. Bu beklentilerin gereği olarak balıkçılıktan deniz ürünlerine, petrolden doğal gaza kadar bizlere sınırsız imkânlar sunan mavi vatana sahip çıkmak, buradaki hak ve menfaatlerimizin bilincinde olmak Türk Milleti olarak hepimizin en temel sorumluluğudur.”
Özetle; Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit'in öncülüğünde ve Kaddafi döneminde temeli atılan ancak “Arap Baharı” ile kesintiye uğrayan Libya anlaşması 10 yıl sonra hayata geçirilmiş oldu.
“Yiğidi öldür, hakkını yeme” deriz ya, biz de hak teslimi adına hatırlatalım istedik!
Müyesser Yıldız
Odatv.com