Ekonomimizin davetsiz misafiri koronavirüs
“Koronadan sonra yaşanacak sancılı dönem"
- Aydoğan Semizer yazdı.
Dünya gündeminin ilk sırasına oturan koronavirüsün yayılma, korunma, karantinalar, ayrıştırma çabaları, sadece zaman ve şekil bakımından farklılıklar gösterse de esas bakımından tüm ülkelerde benzer olduğu açık. Salgının ekonomik etkileri ise her ülkenin ekonomik yapısına göre farklılık göstermiştir. Bu yazıda, sadece salgının geliş zamanının önemi ile ülkemizin finans ve reel sektörüne yansıyan etkileri üzerinde durulacak.
Ülkemizde 2018 yılının ikinci yarısı, o yılın ağustos-eylül aylarında kur ve faiz yükselişleriyle ortaya çıkan ekonomik daralmaya çare arayışlarıyla geçti. Takip eden 2019’da ise, hükümetin aldığı isabetli kararlarla 2020’nin ilk aylarında faizler indirilmiş, kur düşmüş, piyasa biraz canlanmışken, bu musibet korona tam bir ‘davetsiz misafir’ gibi gelip, ülkenin başköşesine oturdu. Üretim durmuş, işsizlik artmış, krediler kesilmiş, belirsizlik süreklilik arz etmiştir. Firmalar, mal üretemez, malı satamaz bu yüzden de borcunu ödeyemez hale geldi. Bankalar ise verdikleri krediyi tahsil edemiyor, yeni kredi veremiyor. Bundan kurtulmak için salgının sona ermesinden sonra ailenin (ülkenin) parasını ve malını yönetme konusunda iş bölümü yapmış ikiz kardeşlerin yani finans ve reel sektörün borç/alacak çatışmasına girmeleri önlenmeli.
***
Salgın kısıtlamaları kaldırılıp, ekonominin normalleşmesi beklenirken, finans sektörü borç verdiği parayı isteyecek, reel sektör de hem borcunun ertelenmesini hem de üretip, satıp borcunu ödeyebilmesi için ilave para talebinde bulunacak. Oysa o dönemde tüm dünya bir hasar tespiti yapıyor ve kapılarını diğer ülkelere kapatıyor olduğundan, her ekonomi kendi başının çaresine bakmak zorunda kalacak. İşte bu nedenle de salgın sonunda ortaya çıkacak yeni olumsuz koşullar içinde tarafların bu talepleri karşılama imkanları olmayacak. Bu imkansızlık ise ikiz kardeşler arasında çok ciddi ve neredeyse var veya-yok olma derecesine varan bir kavgayı kaçınılmaz hale getirecek. Öyle olunca da, bu aile kavgasına babanın yani ‘devlet baba’nın müdahalesi şart hale gelecek. ‘Devlet baba’ yapılması gerekenleri yapmış ve aldığı tedbirler sonucu hem ekonomi hem de sosyal hayat bir istikrara kavuşuyorken, bu musibet ‘davetsiz misafir’ gelişiyle bütün düzeni bozmuştur.
***
Bu musibeti defettikten sonra karşımıza çıkacak asıl mesele ise tüm çalışanları para kazanır ve evlerine ekmek götürür hale getirmek. Bunun nasıl olacağına cevap ararken kabul edilmesi gereken bazı hususlar var.
Bankaların geri alamadığı krediler ‘sermayeye’, faiz ise ‘kâr payına’ dönüşmüş olup, firmaların bu kredileri geri ödemeleri mümkün gözükmemektedir. Bankaların zorlaması sonucu firmaların batması ise hem bankaları çok zor durumda bırakacak hem de ülkede müthiş bir işsizliğe neden olacak. Belli başlı sektörlerin kurtarılmaya çalışılması da ekonomik sıkıntıya çare olmayacak. Zira 2-5, 10-20, 30-100 kişi çalıştıran on binlerce firmanın kapatılması sonucu milyonlarca kişi işsiz kalınca, 10-20 bin, 30-50 bin kişi çalıştıran firmaların kurtarılmasının bir anlamı olmayacak çünkü kurtarılan bu firmaların ürettiklerini alıp, tüketecek kimse kalmayacak.
Salgın sonrası ortaya çıkacak ekonomik durgunluğun giderilmesinin tek çaresi, çarşıda-pazarda, fabrikada, bankada, gümrükte, tarlada mal alınıp satılıyor olmasını mümkün kılacak nakit paranın piyasaya verilmiş olmasıdır. Bu paranın ithalatçıya, ihracatçıya, üreticiye, işçiye, memura, doktora, avukata, büfeciye, işportacıya, simitçiye, garsona, şoföre, öğrenciye ulaştırılmasının tek yolunun ise, ülkenin ekonomik bünyesine kılcal damarlar gibi yayılmış bankalardan geçtiği kuşkusuz. Bu damarlara kan göndermenin yolu da ‘devletin bankaların sorunlu alacaklarını nakit karşılığı satın alması’ olacaktır diyebiliriz.
***
Mevcut durumda reel sektörün bu borcu ödeme gücü, finans sektörünün de buna dayanma gücü olmayacak. Bu zararın borçlu/alacaklı/devlet arasında paylaşılması şart oldu. Bu paylaşım bankaların sorunlu alacaklarının anaparalarını bir havuza koyup, bunun karşılığında beş yıl ödemesiz, toplam 15-20 yıl vadeli, faizsiz, Varlığa Dayalı Menkul Kıymet (VDMK) çıkartması, bunların da Hazine tarafından ve nominal değerleri üzerinden nakit karşılığı satın alınması yoluyla gerçekleşecektir. Böyle bir işlemde bankalar geçmişteki faiz alacaklarından, devlet de ödeme süresindeki faiz beklentisinden vazgeçmiş olmalı. Ama her ikisi de böylece yarattıkları çalışan ve üreten bir ekonomiden elde edecekleri kazanç ve vergiler yoluyla bu kayıplarını fazlasıyla telafi edecek. Bu uygulamanın sadece ülkemize has bir uygulama olmayacağı, örneklerinin halen Uluslararası Para Fonu’nun Nisan 2020 raporunda açıkça belirtilmiştir.
Avrupa Merkez Bankası’nın özel ve kamu menkul kıymetlerini satın almak için 750 milyon euro ‘Pandemik Acil Satın Alma Programı’, Federal rezervin ABD hazine borcu ve ipotek ilk defa 300 milyar dolara kadar olan kurumsal tahvillerini ve desteklenmiş menkul kıymetleri Kanada Bankası’nın bankaların tahvillerini, devlet tahvillerini ve mortgage tahvillerini, Japonya Merkez Bankası’nın devlet ve kurumsal tahviller ile ticari senet ve borsada işlem gören fonları satın aldıkları belirtilmiştir.
Ülkemizdeki bankaların elinde sorunlu kredilerin yarattığı nakit boşluğunu dolduracak kadar menkul değer olmadığından alacakları karşılığı VDMK çıkartılması ve devletin de bunu satın alması gerekecek. Bu bir durumda bankalar sorunlu kredilerinden ticari veya hukuki yoldan asla tahsil edemeyecekleri tutarda bir nakde kavuşacak. Paraya kavuşan bankaların yüksek faizle ve kısa vadeli mevduat toplama ihtiyacı da kalmayacak. Firmalar ise artık sermayeye dönüştüğü için ödeyemedikleri kredi borçlarından ve faiz yükünden kurtulacak ve bu borçlarını devlete ve kendilerine tanınacak uzun vade içinde ödeme imkanına kavuşacaklar.
Şimdi sıra ‘devlet baba’nın bankalara aktardığı bu paranın reel sektöre, daha doğrusu piyasaya, nasıl eriştirileceğine geldi. Bankalar, kredi borçları faizsiz ve uzun vadeli devlet alacağına dönüşmüş firmalardan -küçüğüne büyüğüne bakmadan- gerçek anlamda faaliyet kârı elde edenlerine, yani yeni aldığı krediyi zamanında geri ödeyebilecek olanlarına uygun vade ve uygun faizle hemen kredi verecektir. Faizin silinmiş olmasına, borcunun faizsiz olarak uzun vadeye ertelenmiş olmasına rağmen yeni alacağı krediyi ödeyemeyecek olan firmaların ise gözünün yaşına bakılmadan gözden çıkartılması ve ülke kaynaklarının yeniden heba edilmesine izin verilmemesi de şart. Dikkatlice kullandırılacak krediler hammadde alımında, cari harcamalarda kullanılacak, ürettiği malını satacak, tedarikçisine para ödeyecek, işçi ücretini, alıp fırına, bakkala, kasaba, pazara gidecek, devlet baba da kazanılan her liradan harcanan her kuruştan vergisini alacak.
***
Bu arada bankalara da pratiğe uymayan mevzuat dayatmaları sonucu çok uzun yıllardır içinde oldukları bilanço görünümlü yapay durumdan çıkmaları için bir imkan tanınmalı. Bankaları gerçek bankacılık yerine muhasebe, bilanço, rasyo, IFRS, NPL gibi kıskaçlardan kurtulma çabası içinde bırakan yasal düzenlemelerden iki yıl muaf tutacak yeni yasal düzenlemelerin getirilmesi zorunlu. Piyasaya para enjeksiyonu olunca devlet bütçesinde denklik, para politikasında disiplin, enflasyon ve devalüasyon gibi nidaların yükselmesi kaçınılmaz.
Enflasyon ve devalüasyon gibi kavramların ancak çalışan, mal, hizmet ve para dönüşümü olan ekonomiler için bir anlam ifade ettiği kesin. Var gibi gözüküp, dönmeyen bir ekonomi yerine enflasyon ve devalüasyonla akıllıca mücadele eden bir ekonomiyi tercih etmek şart. Eğer enflasyon bir eve iki ekmek yerine bir ekmek girmesine sebep olacaksa, bunun aç kalmaktan iyi olduğu kuşkusuz. Eğer devalüasyon bir kamyon portakalla iki bilgisayar alınıyorken, sadece bir bilgisayar alınması sonucunu doğuracaksa, bu da ürünün bahçede çürümesinden hayırlı olacak.
***
Devlet kendisine emanet edilen parayı ve verilen yetkiyi vatandaşa hizmet için kullanır ve yönetir. Böyle durumlarda mevcut parayı yahut yeni basılacak parayı piyasaya sürmek kolaysa da, bu paranın enflasyon ve devalüasyon gibi etkilerini yönetmek zordur. Ancak ülkemizde bunu yapabilecek bilgi ve deneyime sahip, cesur bir yönetici kadro var. Sıcak paranın enflasyon ve devalüasyon üzerindeki etkisini zayıflatmak için para politikalarının aktörlerinden birisi olan mevduat munzam karşılıklarının, bankaların kullanımına izin verilmesi ve bankaların çıkaracakları VDMK’ların satın alınmasında ahenkli bir biçimde yapılması da düşünülebilir.
Enflasyondan, devalüasyondan korkulmaması gerekiyor. Zira ülkede birlik, evde dirlik, sofrada ekmek yoksa denk bütçenin, sıkı para politikasının, enflasyon ve devalüasyon oranlarının iyi yerlerde olmasının hiçbir anlamı yok. Koronadan sonra oranlarının tüm dünyada ekonomik ve hatta siyasal dengelerin, yerine oturması için çok sancılı bir dönem yaşanacağı kuşkusuz. Bu sancılı döneme ekonomisini sağlam temeller üzerine oturtmuş bir ülke olarak girmemizin ilk ve tek şartı da, ‘devlet baba’nın finans ve reel sektör arasındaki bu barışı mümkün olduğunca erken sağlaması. Ülkemizin, ekonomi biliminin ince eleyip sık dokuyarak bulduğu ama her uygulamada farklı sonuçlar doğurmuş formüllere göre üreteceği ilaçların kesin olmayan tedavi sürecini beklemeye tahammülü yok. Bu iş ancak, vatandaşının sofrasındaki ekmeği, her şeyin önüne koyan, daha önce yüzde 400 devalüasyon, gecelik faizi yüzde 7 bine getiren enflasyonu yaşamış ama ekonomisinin durmasına izin vermemiş devletimizi şimdi yöneten kişilerde olduğuna inandığımız cesur ve güçlü bir devlet anlayışıyla çözümlenebilecek bir iştir.
AYDOĞAN SEMİZER / KARAR