Emekli büyükelçi Bilgiç euronews için yazdı: Doğu Akdeniz'de yalnızlıktan kurtulmalıyız
Süreç, birçok aktörün hak talep ettiği Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin kendi tezlerini tek başına savunmak zorunda kalmasına kadar vardı
Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon rezervlerine yönelik arama çalışmalarının arttığı 2009 yılından itibaren, bölgede ittifaklar ve diplomatik faaliyetler yoğunlaştı. 2011’de İsrail açıklarında doğalgaz sahalarının bulunmasının ardından, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’yle (GKRY) İsrail işbirliğine yöneldiler. Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin bölgeye yönelik ilgisinin artmasıyla, Batılı enerji şirketleri ve GKRY yakın ilişkiler geliştirdiler ve doğalgaz arama faaliyetlerine başladılar. Türkiye, ilk sondaj gemisi ‘’Fatih’’ ile 2018’de, ikinci sondaj gemisi ‘’Yavuz’’la 2019’da derin deniz sondaj çalışmalarına başladı. Aynı önemde TSK unsurları bu arama ve sondaj çalışmalarını emniyete almak amacıyla Akdeniz’e görevlendirildi.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de atmış olduğu bu adımlara karşılık başta GKRY olmak üzere Doğu Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler askeri ve diplomatik işbirliğinin kapsamını genişlettiler ve güçlendirdiler. Özellikle Fransa, Yunanistan ve ABD gibi batılı ülkelerle de GKRY bu süreç içerisinde yakın temasta bulundu. Benzer bir şekilde, İsrail de hem Mısır ve Lübnan gibi Ortadoğu ülkeleriyle, hem de batılı ülkelerle yakın teması sürdürdü. Bu süreç, birçok aktörün hak talep ettiği Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin kendi tezlerini tek başına savunmak zorunda kalmasına kadar vardı.
Deniz yetki alanlarının sınırlandırılması ve bölgesel boyutu
Kasım 2019’da Deniz Yetki Alanı Sınırlandırılmasına ilişkin mutabakat imzalanıp, Libya ile denizden sınırdaş olunca Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikalarına Libya ve ülkede halen devam eden iç savaş da dahil oldu. Bugün Libya’da; BM tarafından tanınan ve başkenti Trablus olan, Fayez el-Serraj liderliğindeki Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ve ülkenin yüzölçümü bakımından yaklaşık üçte ikisini kontrol eden, General Hafter liderliğindeki Tobruk yönetimi bulunuyor. Türkiye ve Katar tarafından desteklenen UMH, ülkenin batısında Trablus’u, Misrata’yı ve kıyı şeridini kontrol ederken; ülkenin doğusunu Mısır, Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), İsrail, Suudi Arabistan ve Fransa tarafından desteklenen Hafter idare etmektedir. Üstüne üstlük, Libya’nın güneyinde tepeden tırnağa silahlı kendi başlarına hareket eden Tuareg ve diğer kabileler bulunurken ülkenin doğusunda El-Kaide ve DEAŞ varlığı da söz konusudur.
Libya’daki bu karmaşa içinde söz sahibi olmak isteyen ülkelerin her biri kendi çıkarlarını gözeten bir dış politika yürütmektedir. Mısır, Müslüman Kardeşler’e yönelik ideolojik politikası nedeniyle Hafter’i desteklemektedir. Somali, Yemen, Suudi Arabistan ve Mısır’da liman işletmeleri bulunan ve hâlihazırda bir askeri üs kurduğu Libya’yı da içeren bir bölgesel liman ağı kurma arzusu güden BAE’nin ise ülkede ekonomik çıkarları söz konusudur. Rusya’nın ise doğrudan devlet eliyle değil, üçüncü tarafları kullanarak Libya’da Hafter’i desteklediği bilinmektedir.
Libya’da Türkiye’nin önemli bir dış politika parametresi de şu anda Ankara’nın görmezden geldiği Libya’da yatırımları yarım kalmış Türk firmalarının zararlarıdır. Türk firmalarının 2011’den sonra Libya’da yarım kalan projelerin toplam değeri yaklaşık 18.5 milyar, iç savaş öncesi teslim aşamasına gelmiş ancak firmalarımızın parasını alamadığı işler 3-4 milyar dolar, Libya’da bırakılan makine ve ekipmanların değeri de 1 milyar dolar civarındadır. Bu firmalarımızın ticari haklarının tavizsiz korunması da bir dış politika önceliğimiz olmalıdır.
Göçmen krizi boyutu
Libya’da yaşanan istikrarsızlıktan doğan göçmen krizinin özellikle ekonomik alanda olumsuz etkilediği İtalya ve bu durumun sorumlusu olarak gördüğü Fransa arasında ise, başta ülkedeki enerji kaynaklarının geleceği konusunda anlaşmazlık vardır. Libya’daki enerji kaynaklarından ciddi anlamda etkilenen ve ülkenin yeniden inşa sürecinde başat rol oynamayı hedefleyen Fransa, Hafter’i resmi olarak desteklese de bölgede fiilen denge politikası izlemektedir. Rusya, bu kaostan doğan otorite boşluğundan yararlanmaya çalışmaktadır.
Libya, Rusya açısından, Akdeniz enerji pazarında söz sahibi olmaya ve bölgede yeni üsler elde ederek kalıcı olmaya çalışmaktadır. Zira Rusya’nın Hafter’e olan desteği hâlihazırda Mısır, Suudi Arabistan ve BAE’yle yakınlaşmasını sağlamıştır. Bu durum, ABD’nin de bölgede söz sahibi olmak için daha aktif bir politika izleyeceğinin habercisidir. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun BAE dışişleri bakanıyla Libya’daki Rus varlığını tartışmaya açması ve Libya’daki ABD Misyonu Başkan Yardımcısı Joshua Harris’in Ekim 2019’da Bingazi’yi ziyaret etmesi de buna kanıt olarak görülebilir.
Türkiye, Ocak ayı başında bölgeye asker gönderme karar aldıktan sonra diplomasiyi etkin işletememiş ve çıkarlarını koruma konusunda zayıf kalmıştır. Libya’ya müdahalemiz ise Türkiye’nin bölgede izlemesi gereken aktif tarafsızlık ve sorunun parçası olmak yerine çözümüne katkı sağlama politikasına zarar vermiştir. Türkiye’yi, Libya’da uzun yıllar boyunca sürecek bir ‘’vekâlet savaşının’’ tarafı yapan bu durum ülkemizin dış politikasını birçok alanda etkileyecektir.
Yapıcı bir diplomasi ekosistemi ihtiyacı
DEVA Partisi, tüm alanlarda olduğu gibi Doğu Akdeniz ve Libya’da da yapıcı bir diplomasi ekosistemi kurma hedefi doğrultusunda diplomaside soruna değil çözüme odaklanmaktadır. Adalet ve hukuk temelinde uzlaştırıcı, çatışma ortamlarından ve krizlerden beslenmeyen bir bakış açısına sahip olan bu yaklaşımda dış politikamızın iki temel önceliği;
• Türkiye’nin ulusal güvenliğini sağlamak, bu çerçevede toprak bütünlüğümüzü ve ulusal egemenliğimizi korumak,
• Ekonomik refahımıza ve büyümemize katkıda bulunacak adımların atılmasıdır.
DEVA Partisi, her alanda ortak akıl ve istişarenin önemini savunan bir siyasi parti olarak, Türkiye’nin bugüne kadar uluslararası ortak değerler ile şekillenmiş olan ittifaklarını korumak istiyor. Deva Partisi, Türkiye’nin tüm müttefikleriyle, komşularıyla ve çevresindeki ülkelerle içişlerine karışmama ilkesi temelinde yapıcı ve dengeli diyaloglar kurabilecek potansiyele sahip olduğunun bilincindedir. Bu bilinçle, yaratıcı ve cesur adımlar atmasına olanak sağlayacak esneklik kabiliyetinin sağlanması gerektiğine inanıyoruz.
Bu kapsamda; DEVA Partisi olarak Türkiye’nin Doğu Akdeniz havzasındaki petrol ve doğal gaz kaynaklarının bölge ülkeleri arasında hakkaniyete dayalı olarak ve bölgedeki barış ve refaha katkı sağlayacak şekilde birlikte kullanılması konusunda çaba sarf etmesi gerektiğine inanıyoruz. Bölgenin en kısa sürede bir işbirliği ve istikrar havzasına dönüştürülmesi yönünde bir tutumu sahiplenmekteyiz.
DEVA Partisi'nin Doğu Akdeniz ve Libya konusunda politika önerileri nedir?
Bölgedeki geleceğimize bakarken DEVA Partisi olarak Doğu Akdeniz ve Libya politikamızı yeni bir bakış açısıyla ele almanın şart olduğunu düşünüyoruz. Zira Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Libya’daki pozisyonu oyun kuruculuktan uzaktır. Türkiye’nin çıkarlarını korumanın tek yolu, ülkemizin bölgede çıkarı olan diğer devletlerle sağlam ilişkiler kurmasından geçmektedir. Türkiye’nin İsrail, Mısır ve Suriye’de büyükelçi bulundurmaması, yeni dostlar bulma konusunda yeterli çabayı gösteremediğini kanıtlamaktadır.
Aslında Doğu Akdeniz havzasında bir normalleşme için Ankara’dan adım atmasına yönelik beklenti de vardır. Örneğin en son NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in Ankara ile telefon görüşmesinde bir yandan UMH’ya destek ifade ederken diğer yandan BM silah ambargosuna, Berlin Konferansı’na, Avrupa ülkeleriyle yakın koordinasyona ve NATO’nun tamamlayıcı rolüne atıflarda bulunması ve Türkiye’yi aktif işbirliğine çağırması dikkat çekicidir.
Bu durumda atılacak adımlar nelerdir? Öncelikle, Türkiye’nin UMH’nin Libya’da yegâne güç olacağına dair varsayımı gerçekçi değildir. Libya sorunu sahada askeri anlamda değil masada diplomatik anlamda çözülecektir. Türkiye’nin izlemesi gereken politika, UMH’nin ülke geleceğinde paydaş olmasını sağlayacak siyasi sürece aktif katkı vermesidir. Bunun yolu, Türk şirketlerinin Libya’ya dönmesinden ve bölgede başta enerji alanı olmak üzere işbirliği yapacak aktörlerin bulunmasından geçmektedir. Bu bağlamda, Türkiye, sorunun değil, çözümün tarafı olmalıdır. Doğu Akdeniz’de ise aynı şekilde dostluklarını geliştirmeyi ve derin deniz sondajında tecrübeli ülkelerle işbirliği yapmayı gözetmelidir. Öte yandan, Rusya ile stratejik ittifak algısı Türkiye’nin bölgedeki geleceğini zora sokmaktadır.
İşte bu tablo, Türkiye’nin Doğu Akdeniz havzasında ve Kuzey Afrika’da yapıcı bir diplomasi ekosistemi kurmasını gerekli kılmaktadır.
Abdurrahman Bilgiç, Emekli büyükelçi ve DEVA Partisi Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Başkanı
2005-2007 yılları arasında Münih Başkonsolosluğu, (2007-2008) Balkan Ülkeleri Dairesi Başkanlığı, (2008-2010) Personel Dairesi Başkan Vekilliği, Elçi-Daire Başkanlığı, (2010-2011) İnsan Kaynakları Dairesi Elçi Daire Başkanlığı, 2011'de Japonya nezdinde Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği görevlerinde bulundu. Bilgiç, MİT Müşteşarlığı'nda Müsteşar Yardımcılığı görevi de yaptı. 8 Temmuz 2014 - 27 Eylül 2018 tarihleri arasında Birleşik Krallık Büyükelçiliği görevinde bulundu.
Abdurrahman Bilgiç / EURO NEWS