Erbakan, Independent Türkçe'nin sorularını cevapladı:

Çiftçinin traktörüne haciz koyanlar, ABD şirketlerine imtiyaz tanıyor

Erbakan, Independent Türkçe'nin sorularını cevapladı:




Erbakan, Independent Türkçe'nin sorularını cevapladı: Çiftçinin traktörüne haciz koyanlar, ABD şirketlerine imtiyaz tanıyor

Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Erbakan, İstanbul Sözleşmesi'nden Türkiye'nin dış politikasına, ekonomiden erken seçim ve 28 Şubat sürecine kadar birçok konudaki sorularımızı yanıtladı

Dr. Muhammed Ali Fatih Erbakan. Yeniden Refah Partisi ve Necmettin Erbakan Vakfı Genel Başkanı.

Fatih Erbakan, son çeyrek asırda Türk siyasetinde birçok partinin genel başkanlığının yanı sıra başbakanlık yapmış Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın oğlu.

Başkent Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünden mezun olan Fatih Erbakan, yine aynı üniversitede yönetim ve organizasyon dalında doktorasını tamamladı.

Andy-Ar Araştırma Şirketi'nin 2011'de yayınladığı geleceğin liderleri listesinde ilk ona giren Erbakan, siyasi hayatına Saadet Partisi ile başladı. 

Erbakan, Saadet Partisi'nde Genel İdare Kurulu Üyesi ve Genel Başkan Başdanışman görevini 2014 yılında yapılan 5. Olağan Kongreye kadar sürdürdü. 

Erbakan, Kongrede Genel Başkan Mustafa Kamalak'a rakip oldu. Söz konusu kongrede Kamalak'ın 656 oyuna karşılık, 212 oy alarak yarışı kaybetti Erbakan.

Fatih Erbakan, Saadet Partisi'nin Erbakan ailesini ve sevenlerini dışladığını gerekçe göstererek parti ile ilişkilerini kopardı.

Erbakan, 4 yıl aradan sonra Türkiye siyaset sahnesine Yeniden Refah Partisi ile dönüş yaptı.

Milli Görüş mirasını tümüyle sahiplenen Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Erbakan, İstanbul Sözleşmesi'nden Türkiye'nin dış politikasına, ekonomiden erken seçim ve 28 Şubat sürecine kadar birçok konudaki sorularımızı yanıtladı.

 "İki gençten biri işsiz ve her gün binlerce işyeri kapanıyor"

Sorularıma milyonları ilgilendiren asgari ücret sorusu ile başlamak istiyorum. Sizce asgari ücret ne kadar olmalı?

Asgari ücretin en az 3 bin 500 TL olması gerektiğini söyledik. Çünkü şu anki asgari ücret açlık sınırın altında. Bir an önce bunun düzeltilmesi lazım. Mevcut ücrete en az yüzde 50 zam yapılması gerekiyor. 3 Aralık'ta resmi açıklanan enflasyonun oranının yüzde 14 olduğu ifade edildi. Özel ayarlamalarla rakamların çarpıtıldığını herkes biliyor. Hükümet ‘bu iki boyutlu bir iştir, bu noktada işvereni de düşünmek lazım' diyor. Devlet devletliğini gösterip asgari ücret üzerinden alınan vergiden feragat etmeli. Böylece işverene yük yüklemeden milyonlarca asgari ücretlinin de yüzü güldürülmüş olacak. Yeniden Refah Partisi olarak parti programımızda gelir gelmez, asgari ücrete, memur ve emekliye yüzde 50 zam yapacağımızı belirttik. Hükümetten de bu yönde bir adım bekliyoruz.

Türkiye'nin hukuk ve ekonomi dahil siyasi gidişatını nasıl görüyorsunuz?

Ülkeyi gezdiğimizde karşımıza çıkan ilk tablo işsizlik. Özellikle de genç işsizlik. 1,3 milyon üniversiteli toplamında 10 milyonun üzerinde insan işsiz. Özellikle Doğu ve Güneydoğu'da işsizlik oranı daha yüksek. İki gençten biri işsiz ve sürekli Batı'ya göç var. İkincisi kamuda, bürokrasi ve belediyelerde adamcılık hakim. Sınavı geçseniz bile mülakatta eliyorlar. Adamınız, dayınız yoksa işe alınmanız mümkün olmuyor. Bir işyeri açayım diyorsunuz bu sefer fahiş işyeri kiralarıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Enerji fiyatları, faiz oranları, döviz kurlarının bir senede yüzde 50 artması ve yapılan zamlar olunca esnaf nasıl ayakta dursun. Her gün binlerce işyeri kapanıyor. Bunu esnaf ziyaretlerinde görüyoruz. Öyleyse tarım ve hayvancılıkla uğraşayım diyorsun ama buradan da sonuç almanız mümkün olmuyor. Çünkü sulamada kullanılan elektrik ve mazot fiyatı, yem, tohum ve gübre fiyatlarında fahiş artışlar yaşanıyor. Daha geçen gün Amasya'nın bir köyünde borcundan dolayı 7 tane traktör haciz edilerek götürüldü. Dolayısıyla ekonomik anlamda vatandaşın durumu gerçekten çok sıkıntılı.

AK Parti'nin iktidarı döneminde vatandaşın bankalara borcu 100 misli arttı. İşyerinin, özel sektörün, borcu 88 milyardan 3 buçuk trilyon liraya çıkarak 40 misli arttı. Çiftinin borcu da son 15 senede 40 misli arttığını ortaya koyuyor. Bu demin söylediğim tabloyu ispat eden gerçekler. Pandemi etkisi de olsa sosyal yardımdan yararlanan vatandaşların oranının yüzde 34 olduğu, yani geçtiğimiz sene içerisinde Türkiye'de vatandaşların yüzde 34'ünün sosyal yardımlardan faydalandığı ifade ediyor. AK Parti iktidara geldiğinde bu oran yüzde 8'di. Bu yoksulluğun önemli ispatlardan bir tanesidir. Birde sayın bakanın bizzat son 17 senede sosyal yardımların 21 kat artırdıklarını ifade ediyor. Evet, yardımlaşmak ve sosyal devlet güzeldir ama bu artış çarpık bir artış. Sizin sosyal yardımdan ziyade devletin öncülüğünde vatandaşınıza istihdam oluşturmanız lazım. Ve vatandaşın gelir seviyesini, refah ve alım gücünü artıracak adımları atmanız lazım. 

 

Muhammed Ali Fatih Erbakan
Muhammed Ali Fatih Erbakan / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

"Bu doğrudan doğruya beka ile ilgili bir konu"

Mevcut iktidarın yerli üretime, tarıma gereken önemi verdiğini düşünüyor musunuz?

Maalesef ki düşünmüyoruz. Hepimizin bildiği gibi samanından buğdayına, soğanından patatesine kadar ithalata dayalı bir tarım görüyoruz. Tarımın çok özellikleri var. Bir tanesi de ekonomik yönüdür. İhracatın artması ve ithalatın azalması gibi ekonomik bir boyutu var. Milyonlarca çiftçinin geçimini sağlanması var. Yerli ve milli tarım çok önemli. Yerli ve milli tarım yeterli düzeyde olmaz ve ithalata dayalı olursa istediğiniz kadar İHA, SİHA yapın, istediğiniz kadar tankınız ve topunuz olsun, askerinize, insanınıza yedireceğiniz ekmek ve gıdanız olmazsa perişan olursunuz. Bu doğrudan doğruya beka ile ilgili bir konu. Diğeri de GDO'lu ve kanserojen katkı maddeli birtakım ürünlerin, tohumların, yemlerin, ithal edilmesi hem neslimizi ve insanlarımızın sağlığını hem de bunlarla beslediğimiz hayvanların yapısını bozuyor. Maalesef 18 senedir tam tersine gereken adımlar atılmadığı gibi ithalata dayalı bir tarım ve hayvancılık politikası uygulandı

"İnsanların bankalara olan borcu 100 misli artı"

Size göre ülkenin en büyük ve can yakıcı sorunun nedir?

Türkiye'nin en can yakıcı sorunu vatandaşın gerçek gündeminin birinci maddesi biraz evvel söylediğim helal yoldan, alnının teriyle rızkını temin edip yaşamını sürdürme noktasında sıkıntı yaşamasıdır. İşsizlik var. Bu olmasa bile çalışanın aldığı ücret ile yaşaması mümkün değil. Diğer taraftan esnafın, iş dünyasının hali ortada. Özel sektörün borcu 40 misli artmış durumda. Özel sektörün durumu devletten daha da beter. ‘Milli geliri artırarak Türkiye'yi zenginleştirdik' diyorlar. Bir insanın hem milli geliri artar hem de aynı zamanda bankalara olan borcu 100 misli artar mı? Bunu nasıl izah edecekler. Vatandaşın bankaya borcu 6 milyar liradan 600 milyar liranın üzerine çıkmış. Bırakın para kazanmayı çiftçiler elindekinden oluyor. Milyonlarca işsiz gencimize iş, istihdam imkanı sağlayacak adımların atılması lazım. 

"Sadece 2 yılda devletin borcuna 412 milyar eklendi"

Mevcut iktidarın büyük ortağı AK Parti'nin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere birçoğu rahmetli babanızın öğrencileri. Bunların, özellikle ekonomi konusunda Sayın Erbakan'ın politikalarını yürüttüğünü düşünüyor musunuz?

Elbette düşünmüyoruz. Zaten Yeniden Refah Partisi'nin kurulması ve bizlerin siyasi mücadeleye başlamamızın gerekçelerinden bir tanesi budur. Ekonomide maalesef borç, faiz, zam ve vergi ekonomisi uygulanıyor. Hükümet bir kaynak üretemiyor. Para lazım olduğu zaman borçlanıyor, zam yapıyor veya elindeki varlıkları satıyor. Sadece 2019 yılında genel yönetim borç stoku 157 milyar lira, 2020 yılının ilk 10 ayında da 255 milyar lira daha artmış. Toplamda devletin borcunun üzerine 412 milyar lira binmiş. Bu borç ve faiz ekonomisidir. Bunun Milli Görüş veya Erbakan Hocamızın ne siyaseti ne de ekonomi anlayışıyla örtüşen bir yanı yoktur. Borç ve faiz ekonomisi ile Mili Görüş bir arada olmaz. Millete yük bindirmeden ve eldekini satmadan kaynak üretmek ve bu kaynaklarla dar gelirli milyonların emekli, asgari ücretli ve memurun gelir seviyesini artırmak ve aynı zamanda çiftçinin, köylünün gelir seviyesini artırmak için gerekli adımları atmak son derece önemlidir. 18 seneden beri uygulanan borç, faiz, zam ve vergi ekonomisi yerine biran evvel üretim, istihdam ve katma değerli ihracat ekonomisine acilen geçilmesi lazım.

 

Muhammed Ali Fatih Erbakan
Muhammed Ali Fatih Erbakan / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

"Bülent Arınç ve Ahmet Davutoğlu beni AK Parti'ye davet etti"

İlk başlarda "Mili Görüş gömleğini çıkarttım" diyen iktidar mensuplarından size "Birlikte siyaset yapalım" teklifi geldi mi?

Zaman zaman teklif geldi. Sayın Bülent Arınç'ın bizzat teklifi oldu. Sayın Davutoğlu'nun başbakanlığı döneminde teklif geldi. Kendilerine teşekkür ederek teklifi kabul etmedik. Mevcut iktidarın hem ekonomi hem de dış politikadaki siyaseti Milli Görüş çizgisiyle olumlu değil. Meşhur atasözünden de bilineceği gibi ‘Tuzun içinde balık da tuz olur' sözünü tekrar hatırlatıyoruz. Teklif ile AK Parti'ye giden siyasetçilerin geldikleri son noktayı gördük. Ki o siyasetçiler arasında parti başkanları da vardı. AK Parti'ye geçtikten sonra bütün öncelikleri ve çizgileri daha önce yaptıkları eleştirilerin hepsi birden kayboldu. Tam AK Parti çizgisine oturdular. Bizde tuzun içine girip tuz olmamak için kendi çizgimizde siyasi çalışmamızı devam ettirmek istedik. Dolayısıyla gelen tekliflere teşekkür ederek kabul etmedik.

"Amerikan'ın Cargill şirketine özel vergi imtiyazı çıkartıldı"

Bu iktidarın "Adil Düzen" ve "D-8" gibi Müslüman ülkeleri bir araya getirme düşüncesi vardı. Bu projelerin gerçekleşmemesini neye bağlıyorsunuz?

Adil Düzen'in ortada olmadığı çok açık. Amasya'nın bir köyünde çiftçinin Tarım ve Kredi Kooperatifi'ne borçları yüzünden 7 tane traktörü çekicilere yükleyip zorla götürdüler. Köylünün kooperatife olan borcunun hiç olmazsa faizini silinsin denildiğinde ‘imkanımız yok' derler. Ama Amerikan'ın Cargill şirketine özel vergi imtiyazı çıkartıldı. Resmi Gazete'de bile yayınlandı. Cargill ile beraber 60 civarında imtiyazlı firmaya vergi muafiyeti sağladı. Peki Adil Düzen bunu neresinde? Önce millet bunun neresinde? Milletin adamı olmak bunun neresinde? Amerika şirketine imtiyaz sağlıyorsunuz ama kendi çiftçi ve köylünüze aynı imkanı sağlayamıyorsunuz. Bir diğer konu emeklilikte yaşa takılanlar (EYT). ‘Bu çok maliyetlidir, buna gücümüz yetmez' diyorlar ama bir senede 30 milyar dolar borç faizine para bulup ödüyorsunuz, İstanbul'da finans parkı yapan inşaat şirketlerini Varlık Fonu'nun imkanlarıyla kurtarıyorsunuz. İstendiği zaman her türlü imkan bulunuyor ama EYT'lilere bu imkan bulunmuyor? Burada paylaşımcı adaletten bahsetmek mümkün değil. 

Yine diğer bir örneğimiz emekliye geçen sene yüzde 4+4 maaş zammı yapılırken elektriğe bir senede yüzde 50, doğal gaza bir ayda yüzde 15+15 zam yapıldı. Yük yüklerken en ağır yükü yükleyeceksiniz, maaş zammı yaparken en düşüğünü yapacaksınız. Bu paylaşım adaletle uyuşmadığı gibi Adil Düzen ile bir alakası yoktur.  Bu Kemal Derviş'in getirmiş olduğu ekonomik programın devamıdır. Borç ve faiz ekonomisinin bizi getirdiği nokta budur. Bir an evvel Milli Görüş'ün ekonomi anlayışla uygun şekilde milli kaynakların üretilmesi, bu kaynaklarla da milletin ve dar gelirlinin alım gücünün artırılması, aynı zamanda istihdam, üretim ve ihracat hamlesinin başlatılması gerekiyor. 1966-77'de Milli Selamet Partisi döneminde merhum Erbakan Hocamızın başlattığı ağır sanayi hamlesi gibi hemen acilen sanayi, teknoloji ve ihracat hamlesine geçilmesi lazım. Bunlar olmadan bu yolun sonu çıkmaz sokaktır ve buna dayanmaları da mümkün değildir. Kendilerini güvende hissetseler erken seçim yapacaklar ama bu güveni bulamıyorlar. Anketlerde durumun riskli olduğunu gördükleri için erken seçimi gündeme getirmek istemiyorlar.

 

Muhammed Ali Fatih Erbakan
Muhammed Ali Fatih Erbakan / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

"Başta ailemiz olmak üzere on binlerce Milli Görüşçü dışlandı" 

Refah, Fazilet ve Saadet isimleri bile bizatihi babanız rahmetli Erbakan'a ait. Siyaseti neden Saadet Partisi çatısı altında sürdürmediniz? Anlaşamadığınız konular nelerdi? Yeniden Refah Partisi'nin farkı nedir?

Maalesef Erbakan Hocamızın vefatından itibaren başta bize ve ailemize olmak üzere binlerce, on binlerce samimi Milli Görüş'çü insan dışlandı, görevden alındı, delegelikleri ve üyelikleri silinip partiden dışarıya atıldı. Kendi irademizle ayrılmak gibi bir düşünce söz konusu değil. Onların bizi engellemesi ve tabiri caizse dışarıya atması söz konusu. Ancak geldiğimiz noktada bunda da çok büyük bir hayır vardır diyoruz. Çünkü gelinen nokta maalesef ki CHP'nin ve bir takım daha da uç sol zihniyetli insanların hayatı boyunca Milli Görüş'e ve Erbakan Hocamıza karşı durmuş insanların neredeyse avukatlığı noktasına gelmiş bir çizgideler. 30-40 sene Milli Görüşün ve Erbakan Hoca'nın karşısında durmuş, 28 Şubat sürecinde gerçek yüzünü ve tavrını ortaya koymuş insanlarla yakınlaşıp bunların avukatlığını yapıp oradan oy alabilir miyiz dediler. Ama bırakın oy almayı kendi oyları gitti. Teşkilat mensuplarımız Anadolu'da esnaf ziyaretlerini yaparlarken bazen Saadet ile karıştırdıkları için kabul etmiyorlar. Ama Yeniden Refah Partisi'nin kadroları olduğunu öğrendiklerinde sevinçle kabul edip boyunlarına sarılıyorlar. Vatandaşlar onların geldikleri noktayı çok biliyor. Bu konuda daha fazla nefes harcamaya, yorulmaya gerek olmadığını düşünüyorum.      

"İrtica, Acizmendi ve Fadime Şahinler işin tiyatrosuydu"

Şöyle geriye dönüp baktığınızda hangi konularda babanıza çok haksızlık yapıldığını düşünüyorsunuz?

28 Şubat süreci başlı başına bir haksızlık hikayesidir. Hatta bazen diyorum ki en çok iftira ve haksızlığa uğramış bir siyasetçi. 4 tane partisi kapatıldı. 5. Partisini kurup yoluna devam etti. Bir defa tamamen yoruma dayalı, kanunsuz ve hukuksuz bir şekilde 4 buçuk milyon üyesi olan Türkiye'nin en büyük partisi Refah Partisi'ni kapatıyor, Genel Başkanı Erbakan'a siyasi yasak getiriyorsunuz. Bütün bunların sebebi ne? Tüm sebep denk bütçenin yapılması. Yoksa Acizmendiler, Fadime Şahinler, irtica hortlamış gibi olayların hepsi işin tiyatrosuydu. Denk bütçe demek, dışarıdan borç almamak demek. Dışarıdan borç almayınca da dış güçler ve sermaye sahiplerine borç faizi ve haraç ödemeyeceğim demek, Türkiye'deki yerli rantiyenin hortumunu kesmek demek.  Diğer taraftan D-8 adımının atılması son derece önemli. Yüz sene başsız ve param parça olan İslam aleminin yeniden Türkiye'nin öncülüğünde bir araya toplanması demek. İran ve Irak ambargolarının bizzat Türkiye tarafından delinmesi ki bunlara dokunmayın ambargo devam etsin diyen ABD Büyükelçisi bizzat Erbakan Hocamızı ziyaretinde ifade etmişti. Ve diğer bir adımda Çekiç Güç'tü. Amerikan askerlerinin Türkiye'den kovulması, bütün bunlara baktılar dediler ki ‘bu iktidar devam ederse, ne ekonomik olarak Türkiye'yi çökertme planımız yürür, ne de Büyük Orta Doğu Projemiz ile Büyük İsrail Projemiz yürür' dediler. İrtica hortladı ve şeriat geliyor gibi tiyatrolarla bu oyunu oynadılar. Çok haksızlık yaptılar. Operasyon büyüktü. Maalesef kaybeden milletimiz oldu. En çok buna üzüldük. Neden? Çünkü 54. hükümette işçi, memur ve emekli maaşlarına yüzde 100 ile yüzde 300 oranında zam yapıldı. Şimdi o günden bugüne bu oranda zamlar ve Milli Görüş zihniyeti devam etseydi bugün belki de asgari ücret 10 bin lira, memur maaşı 20 liraya çıkmıştı. 6 ayda havuz sistemi, denk bütçe ve diğer kaynak paketlerinin sayesinde 35 milyar dolar ilave kaynak üretildi. Bu yılda 70 milyar dolar kaynak yapar. 23 senede bu kaynak bulunsa bugün Türkiye'nin kasasında trilyonlarca dolar para ve tüm borçlarını ödemiş olurdu. Dolayısıyla 28 Şubat'ta 54. hükümetin devrilmesiyle daha çok fatura milletimize kesildi. 

"Milli Görüş'ün iktidara gelmesi İslam alemi için son derece hayatidir"

"Komşularla sıfır problemden" problemli komşu kalmadığı noktasına gelindiği yönünde eleştiriler var. İktidarın dış politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Dış politikada Suriye, Irak, Mısır, Libya ve Yemen'in hali ortada. Eğer D-8 geliştirilip gerekli adımlar atılabilseydi, ikinci adımı olan D-60 adımına geçilebilseydi bugün Ortadoğu ve İslam alemi bu noktada olmazdı. Dolayısıyla hem milletimiz hem de İslam alemi çok büyük sıkıntılara duçar oldu. Cenabı Allah bir daha göstermesin. Allah bize bir an evvel yeniden Milli Görüş zihniyetinin, Yeniden Refah Partisi'nin iktidara gelip bu hedeflere bir an evvel ulaşmasını nasip etsin. Bu hem milletimiz hem de İslam alemi için son derece hayati ve son derece önemlidir.

"Kürtler ile kardeşliğimiz Selahaddin Eyübi ile başlıyor" 

Babanızın Kürt sorunun çözümü konusundaki görüşleri ortada. Hatta iktidarda olduğunda silahların susması ve PKK'nın elindeki rehinelerin kurtarılması için Kandil'e bile heyetler göndermişti. Siz Kürt sorununa nasıl bakıyorsunuz?

Bu konuya dair zaman zaman açıklamalarımız oldu. Her zaman Kürt kardeşlerimiz diye ifade ediyoruz. Bunu laf olsun diye söylemiyoruz. Selahaddin-i Eyyubi hazretlerinin Kudüs'ü fethinden itibaren Kürtler ile kardeşliğimiz başlıyor. Orada Arap'ı Kürt'ü birçok millet omuz omuza Kudüs'ü kurtardı. Ve yine Malazgirt zaferinde Sultan Alparslan'ın ordusunda binlerce Kürt kardeşimiz Türklerle beraber Anadolu'nun İslam toprağı olması için mücadele etti, şehit düştü ve gazi oldu. Daha yakına gelirsek Kurtuluş ve Çanakkale'de de benzer durum yaşandı. Erbakan Hocamız biz Kürtlerle bin yıl samimi ve kardeşçe yaşadık ve bundan sonra da aynı şekilde devam edeceğiz demiştir. Hocamız meşhur Bingöl konuşmasından dolayı bedel ödediği hepimizin malumu. Bütün siyasi hayatı boyunca Kürt kardeşlerimizin derdiyle samimi olarak dertlenmiştir. TRT'nin açık oturumunda dönemin Başbakanı Sayın Süleyman Demirel ile yaptığı tartışmalar hala hafızalarda. ‘Siz orada insanları evinden dışarı çıkartıp karların üstüne yatırıyorsunuz. İnsanlara zulüm ediyorsunuz, böyle devlet olmaz. İnsanlara şefkatle yaklaşmanız lazım" diyerek Demirel ile tartışmıştır. Hocamız 40 sene boyunca her seferinde bunları dile getirirdi.

"Erbakan Hocamız özellikle Kürt sorunu demekten hoşlanmazdı"

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz haftalarda Meclis grup toplantısında ‘Kürt sorunu yoktur, sorunu çözdük' ifadelerini kullandı. Erdoğan'ın ifadelerine katılıyor musunuz? Türkiye'de gerçekten Kürt sorunu yok mu?

Erbakan Hocamız özellikle Kürt sorunu demekten hoşlanmazdı. Çünkü Kürt sorunu dediğiniz zaman sanki Kürtler bir soruna yol açıyormuş, Kürtlerin varlığı bir sorunmuş veya oradaki sorunların tek sebebi sanki Kürtlermiş veya Kürtler olmasaydı sorun olmayacaktı gibi bir anlam çıkıyor diye kendisi kullanmamız için bize de özellikle öğütlerdi. Güneydoğu sorunları ve problemleri derdi. Bu sorunların en temelinde bir defa maddi kalkınmanın yeterli ölçüde yapılmamasıdır. Bölgede göç, işsizlik ve geçim derdi var. Teröre gençlerimizi kaptırıyoruz. Asgari ücret açlık sınırının altıda ve işsizlik almış başını gitmiş. Özelikle bölgede iki gençten biri işsiz. Tarım ve hayvancılık ile uğraşayım diyorsun onun da önü tıkanmış ve elindeki de kaybediyor. Çaresizlik her şeyi yaptırıyor. Terörü alevlendiren ve besleyen unsurların içinde devletin yeterli ekonomik adımı ve tedbirleri almaması, yeterli yatırımları yapmaması yok mu? Bununla birlikte manevi kalkınma ve demin anladığım anlayış ve kardeşlik zihniyetinin hem doğuda hem batıda geliştirilmesi lazım. Erbakan Hocamızın yine meşhur bir sözü: ‘Türk ve Kürt'ü birbirinden ayırırsan, ortada ne Türk kalır ne de Kürt. Türk ile Kürt bir araya gelirse de karşısında ne Amerika ne de İsrail durabilir.' Çok muazzam bir söz. Bütün hayatı da Kürt kardeşlerimiz derdiyle samimi olarak dertlenmekle geçti. Evladı ve en yakını olarak Türk ve Kürt'ü, bütün İslam alemindeki hangi milletten olursa olsun hiç kimseyi bir birinden ayırmadığına şahidiz. Bizde aynı Milli Görüş zihniyetiyle ve Yeniden Refah Partisi olarak aynı hizmetleri gerçekleştirmeyi, içten ve candan yaklaşımla Kürt kardeşlerimizin sorunlarına dertlerine derman olmayı hedefliyoruz. 

"Yeniden Refah Partisi seçim akşamı büyük sürpriz yapacak"

Rahmetli Adnan Menderes'in oğulları ve merhum Turgut Özal'ın çocukları babalarının yakaladığı başarıyı yakalamadı. Rahmetli Erbakan'ın oğlu Fatih, babasının elde ettiği başarıya ulaşacak mı?

Kurulduktan kısa bir süre içerisinde ciddi bir teşkilatlanma hamlesi gerçekleştirdik. Tunceli dahil 81 il ve 822 ilçede teşkilatlarımız kuruldu. 65 il ve 500'den fazla ilçede kongrelerimizi yaptık. İl kongrelerimizin çoğunu spor salonlarında gerçekleştirdik. Gaziantep, Kayseri, Düzce, Kocaeli ve İstanbul bunlara örnektir. Bunu niye söylüyorum? Çünkü partimize büyük bir ilgi ve teveccüh var. En son 17 Kasım'da Ankara arenada Türk siyasi tarihinin en büyük genel kurulunu yaptık. Emniyetin ve basının da doğruladığı şekilde 40 binden fazla insan katıldı. Salonun yanı sıra iki kat insan da dışarıda vardı. Ve katılımcıların yüzde 70'i gençlerden oluşuyordu. Kurulduktan bir sene sonra bu tarz bir kongre yapmak her siyasi partiye nasip olmaz. Hep şunu söylüyorum. Büyük kongremizde çok büyük bir sürpriz yaptık medya dahil birçok kesim buna inanamadı. Daha da büyük bir sürprizi seçim akşamında yapacağımızı söylemek istiyorum.  Anketlerde bizi göstermiyorlar ama şu örneği vermek isterim. Anketlere göre 1994 yerel seçimlerde Refah Partisi İstanbul ve Türkiye genelinde 4'üncü ve Ankara'da 5'inci parti olarak gösteriliyordu. Seçimlerde Refah Partisi söylediğim yerlerde hepsinde birinci parti oldu. Dediğim gibi partimize büyük bir teveccüh var. Bunu Anadolu'dan gördüğümüz ilgi ve alakadan, il, ilçe ve büyük kongreden görüyoruz.

"Demokratikleştirilmiş Başkanlık Sistemi'nin uygun olacağını düşünüyoruz"

Muhalefetteki partilerin büyük bölümü, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin Türkiye için uygun olmadığı iddiasında. Siz Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem konusunda ne düşünüyorsunuz?

Diğer muhalefet partileri gibi bizde bir isim bulduk. Biz Demokratikleştirilmiş Başkanlık Sistemi olsun diye düşünüyoruz. Neden? Çünkü başkanlık sisteminde balans ayarlarının yapılması gereken bazı hususları var. Bağımsız yargı, bağımsız medya, kuvvetler ayrılığı, şeffaflık ve güçlendirilmiş Meclis konusu bunlardan bir kaçıdır. Meclis güçlendirilmeli ve kanun yapma fonksiyonu yeniden kazandırılmalı. Hali hazırdaki durumda HSK, Anayasa Mahkemesi, Sayıştay, Danıştay doğrudan veya dolaylı olarak hükümetin yani tek bir şahsın kontrolü altına giriyor. Bu doğru değil. Gelişmiş bir ülkede böyle bir uygulama olmaz. Öte yandan medyanın bağımsızlığı elinden alınmış durumda. Dolayısıyla biz güçlendirilmiş parlamenter sistem yerine Demokratikleştirilmiş Başkanlık Sistemi'nin uygun olacağını düşünüyoruz. İlla parlamenter sisteme dönmeye gerek yok. Halk tarafından seçilen bir başkanın devleti idare etmesi daha pratik ve daha hızlıdır. Pek çok protokol masraf ve israfın ortadan kaldırıyor. Dediğim gibi düzeltilmesi gereken kısımlar var. Şu andaki mevcut halini de uygulanışını da tasvip etmemiz mümkün değil. Başkanlık sistemi ile devam edilebilir ancak düzeltilmesi gereken kısımlar var.

"Çok sıkışan iktidarın gidişatı hiç iyi değil"

Türkiye'deki mevcut durum bir erken seçimi gerektiriyor mu? Olası bir erken seçime hazır mısınız? 

Mevcut durum erken seçimi gerektiriyor. Cumhur İttifakı kendini güvende hissedebilse hiç düşünmeden erken seçim yapar. Hatta bir ara İYİ Parti ile bir dönem flört dönemi oldu. Ancak İYİ Parti'nin olumsuz yaklaşması nedeniyle bu gerçekleştirilemedi. İYİ Parti Cumhur İttifakı'na dahil edilebilseydi Tayyip Bey hiç düşünmeden erken seçimi yapalım diyecekti. Ancak şu an anketlere göre MHP ve AK Parti yüzde 35-36'larda. Yani ikisi beraber yüzde 40'ı bile bulmuyor. Şu anda tedirginler. Eğer güvende hissederlerse bunu yaparlar. Bir kere ekonomik sıkıntılar gerçekten de ayyuka çıkmış. AK Parti iktidarı döneminde teslim aldığı 200'ye yakın devlet kuruluşunu ya sattı ya da özelleştirdi. Merkez Bankası'ndaki ihtiyat akçesi, işsizlik fonu, çalışanların kıdem tazminatları, hazineye ait arsaların satışa çıkarılması gibi birçok kaynağı tükettiler. ÖTV artışı, konaklama, değerli konut ve dijital hizmet vergisinin artışının yanı sıra Yokluk Fonu'na ait Borsa İstanbul'un yüzde 10 hissesi Katarlılara satıldı. Bütün bu borca batma, eldekini satma ve millete ilave yük yükleme operasyonlarına rağmen 2019 yılında genel borç stoku 157 milyar lira, 2020'nin ilk 10 ayıda da 255 milyar olmak üzere 412 milyar artmış. Merkez Bankası'nın kasası boşalmış, kıdem tazminatı ve işsizlik fonuna kadar el uzatmış ve onlardan da milyarları almış ve götürmüş. Buna dayanılması mümkün değil. Bu gidişat, gidişat değil. Çok sıkışmış durumdalar. Bundan kurtulmanın yolu da mutlaka 54. hükümetin yaptığı gibi borçsuz, zamsız ve vergisiz kaynak üretmek, o kaynakları da milletin hizmetine sunup halkın refah seviyesini artırmaktan geçer. Borç ve faizle abat olunmaz. Deftere borç yazdırarak her sene bunun faizini ödemeye çalışarak bir yere varılmaz. 18 seneden beri yaptıkları budur. Yeniden Refah Partisi olarak Adil Düzen ve Milli Görüş'ü devlet yönetiminde hakim kılıp bir senede 100 ile 150 milyar dolar borçsuz, zamsız, vergisiz kaynak üretmek ve bu kaynakla da üretim, istihdam ve ihracat ekonomisine geçmeyi ve dar gelirli milyonların gelir seviyesini artırmayı hedefliyoruz. 

"İktidarın arka bahçesi değiliz"

Parti olarak kendinizi Cumhur mu yoksa Millet İttifakı'na mı daha yakın görüyorsunuz?

Biz başından beri söylüyoruz. Her iki tarafın doğrusuna doğru, yanlışına yanlış diyoruz. Ancak böyle bir siyaset izlediğiniz zaman bu sefer her iki tarafa da biraz uzak kalıyorsunuz. İki tarafın da hoşuna gitmiyor. Aynı zamanda medya da siyaset gibi kutuplaşmış. Bir Cumhur bir de Millet İttifakı'nın medyası var. Biz her ikisine de eşit uzaklıktayız deyinde bu sefer medyadakilerde bize diyorlar ki ‘o zaman ittifakını belli edin ondan sonra görüşelim'. Bunun zorluğunu da yaşıyoruz. Biz yola çıkarken de yeni nesil siyaset yapacağımızı söyledik. Bunun en önemli ilkelerinden bir tanesi kim yaparsa yapsın doğruya doğru, yanlışa yanlış diyeceğiz. İkincisi, sadece eleştirmek değil aynı zamanda çözüm üretmek. Üçüncüsü, eylem ve söylem birliği. Dördüncüsü, şeffaflık ve samimiyet. Beşincisi, siyasette nezaket ve altıncısı da gençlere ve yeni nesillere önem veren bir siyaset anlayışı. Muhalefetin yaptığı yanlışları savunmadığımız gibi iktidarın da arka bahçesi olmadık. Hepsine eşit mesafedeyiz. En büyük hedefimiz kendi gücümüzle herhangi bir ittifakta yer almadan seçime girmek. Ancak yeni sistemde ittifaklar belli noktalarda partileri mecbur bırakıyor. Seçime yakın dönemde tekrardan yetkili kurullarımızda görüşüp kararı vereceğiz. Milletimizin menfaatine, Milli Görüş prensiplerine uygun bir pozisyon alacağımızı ifade etmek isterim.  

"İstanbul Sözleşmesi laboratuvarlarda maksatlı olarak üretilmiş bir zehirdir"

Muhafazakar gelenekten gelen bir siyasetçisiniz. Muhafazakar siyasetçiler İstanbul Sözleşmesi'nin aile kurumuna zarar verdiğini savunuyor. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?

En başından beri canla başla İstanbul Sözleşmesi'ne karşı mücadele ettik. Canlı yayınlarda da basın toplantılarında bunu ifade ettik. Dış güçlerin laboratuvarlarında maksatlı olarak üretilmiş bir zehir olduğunu söyledik. Kadını korumakla bir alakası yok. Toplumsal cinsiyet adı altında nesli ifsat edip bozma istiyorlar. Bir defa oyun burada başlıyor. Ayrıca sözleşmenin ana metni çevrilirken kelimeler çarpıtılarak çevrilmiş. Mesela orijinal metinde partnerler arası şiddet diyor ama Türkçe'ye çevrilirken ebeveynler arası şiddet diye çevrilmiş. Ebeveynden anlaşılan nedir? Karı-koca veya anne-baba. Peki partner nedir? Erkek erkeğe, kadın kadına da partner olur. Yani bu sözleşmenin ana metindeki partner ifadesi kadın kadına, erkek erkeğe birlikteliğin zeminini oluşturmaya yönelik bir maddedir. Dünyanın her yerinde bu böyle anlaşılıyor ve böyle uygulanıyor. Neden partner diyorsun? Ebeveyn de karı-koca veya anne-baba, kadın ve erkek arasındaki şiddet eylemleri de. Dediğim gibi özellikle partner kelimesi seçilmiş. Diğer taraftan toplumsal cinsiyet diye bir kavram tanımlanmış. Ne demek toplumsal cinsiyet? Bir tane cinsiyet vardır ve doğuştan gelir. Kadın veya erkektir. Bu da zaten biyolojik ve fizyolojik olarak bellidir. Bunun paradigması, temeli ve zihniyeti Simone de Beauvoir denilen kendisi de maalesef eşcinsel olan bir felsefeci yazara ait. Aynı zamanda Alfred Kenzy denilen Amerikalı bir cinsel bilimci adam var. Ona da makaleler yazdırılmış ve araştırmalar yaptırılmış. Sözleşmede kültürümüze, değerlerimize asla ve asla uymayacak maddeler vardır. Mili Görüş zihniyeti olarak böyle bir zehrin tabii ki karşısında durmamız gerekir. Canla başla ilk günden beri bununla mücadele ediyoruz.