Ertuğrul Özkök: Ekmeğimizi paylaştığımız her göçmen bir “Geceyarısı Ekspresi” hikâyesi mi yazıyor?

Bu Geceyarısı Ekspresi hikâyesini kim yazıyor?

Ertuğrul Özkök: Ekmeğimizi paylaştığımız her göçmen bir “Geceyarısı Ekspresi” hikâyesi mi yazıyor?


Ertuğrul Özkök: Ekmeğimizi paylaştığımız her göçmen bir “Geceyarısı Ekspresi” hikâyesi mi yazıyor?

Aralarında sadece 7 dakika olan iki fotoğraf; biri İstanbul, öteki Atina

"Rise", NBA ligi tarihinde ilk kez üç şampiyon kardeş çıkaran dikkat çekici bir ailenin zaferle sonuçlanan gerçek hikayesi. Filmde Milwaukee Bucks'tan Giannis ve Thanasis Antetokounmpo ile Los Angeles Lakers'dan Kostas Antetokounmpo’nun yanı sıra küçük kardeşleri Alex'in hayatı anlatılıyor

Pazar Yazısı

Size iki fotoğraf karesi göstereceğim. Biri İstanbul’da, öteki Atina’da çekilmiş.

İkisinde de üniformalı resmi güvenlik görevlileri ve zavallı iki Afrikalı göçmen var.

Cuma akşamı seyrettiğim bir filmden çektiğim iki kare bunlar. Size işte bu filmi anlatacağım. İki fotoğrafı göstereceğim ve sonra geri çekilip sahneyi size bırakacağım.

Kararı siz verin.

Rise, Disney'de gösterimde

Denizleri aşıp gelen bir kralın hikâyesi

Herkes biliyor.

25 yıldır bu ülkede en hasta NBA izleyicilerinden biriyim.

Buna şimdi Euroleage basket maçları da eklendi.

NBA’in yıldız oyuncularının hayat hikâyelerini de çok iyi bilirim.

Filmin adı “Rise”dı…

Çok ünlü bir NBA oyuncusu ve iki kardeşinin hikâyesini anlatıyor.

Gerçek soyadları “Adetokunbo…”

Yoruba dilinde “Denizleri aşıp da gelen kral” anlamına geliyor.

Afrika kökenliler ama üçü de Yunanistan’da doğup büyümüş.

Yunan kültürü almışlar.

Ve Rum Ortodoks dinine geçmişler. 

Cuma akşamı işte onları anlatan bir belgesel drama izledim.

Türkiye’de de streaming kanallardan birinde yayınlanıyor.

İstanbul sahnesinden

İlk sahnede mahyalarında “Dua ibadettir” yazan bir İstanbul

Film 1990 yılında Nijerya’nın Lagos şehrinde başlıyor.

Orada kucağında bebekle bir Afrikalı kadını görüyoruz.

Oradan hemen ikinci sahneye geçiyoruz.

Kapkaranlık bir İstanbul görüntüsü.

İlk karenin sadece camilerin fark edildiği bir şehir görüyoruz.

Bir caminin mahyasında “Dua ibadettir” yazısını okuyoruz.

Yani koyu Müslüman bir ülkedeyiz izlenimi çok güçlü biçimde verilmiş.

Onun arkasından kapkaranlık bir şehir görüntüsü geliyor.

Üzerinde “İstanbul 1991” yazıyor.

Otel baskını

Göçmenleri ite kaka hapse götüren gaddar Türk polisler

Hemen arkasından pis bir otel görüyoruz ve anında polisler oteli basıyor.

Oteldeki bütün göçmenler ite kaka, sürüklene sürüklene dışarı götürülüyor.

Oradan da polis araçlarına bindiriliyor.

Filmimizin kahramanı ise karısıyla pencereden atlayıp kaçıyor.

Gördüğümüz polisler Robocop gibi giyinmiş.

Türk polis üniforması gibi değil.

Araçlar da öyle.

İstanbul'daki polislerin sahnesi

Sanki soğuk savaş yıllarında bir Demirperde ülkesindeyiz

Sanki 1960’ların Soğuk Savaş döneminde en kötü Demirperde ülkesindeyiz.

Oysa Özallı yıllar.

Türkiye liberal ekonomiye en başarılı geçişi yapan ülkelerden biri.

Ama filmdeki imaj insanın aklına otomatik olarak “Geceyarısı Ekspresi” filmini getiriyor.

Filmin iki kahramanı ertesi gün bir otobüse binip Yunanistan’a doğru yola çıkıyorlar.

Yunanistan sınırına yaklaşırken dışarda gördüğüm manzara yine Soğuk Savaş diktatörlüklerinin sahneleri.

Ve geliyoruz Atina’daki ilk sahneye…

Atina’da otobüsteki asık suratlı asker

Renkler birden aydınlanıyor. Ekran gökkuşağına dönüşüyor.

Nijeryalı göçmen bir tarlada zeytin toplar.

Kadın ise Atina’da hamiledir ve birden sancısı başlar.

İşte anlatacağım sahne tam o sırada gelir.

Kadın hastaneye gitmek üzere belediye otobüsüne biner.

Otobüste resmi üniformalı asık suratlı bir güvenlik görevlisi vardır.

Onu görünce birden irkilir ve korkar.

Ama o asık suratlı asker hiç beklemediğimiz bir şey yapar.

Oturduğu yerden kalkar ve nazikçe göçmen kadına yerini verir.

Atina'daki sahne

İki sahne arasında sadece 7 dakika var ama…

Filmin 9’uncu dakikasındayız ve bu iki sahne arasında sadece 7 dakika var.

Ama sanki göçmenlere davranış konusunda bir asır varmış gibi bir his veriyor insana.

Dokuzuncu dakikada içimden gelen tepkiyle tuşa bastım ve filmi durdurdum.

Karşımda iki şehir vardı.

İstanbul ve Atina…

İki ülkenin polisleri vardı.

Biri göçmenlere Geceyarısı Ekpresi filmindeki gardiyanlar gibi muamele yapan acımasız polisler…

Öteki göçmene karşı müşfik polisler…

Sahil Güvenlik Komutanlığı, 2022 yılında, Yunanistan tarafından sulara terk edilen 8 düzensiz göçmenin İzmir açıklarında kurtarıldığını ve 3'ünün cesedine ulaşıldığını açıklamıştı

Bir dakika dedim, burası göçmenleri denize döken Yunanistan değil mi?

“Bir dakika” dedim.

Burası, sığınmacıları Ege denizi ortasında bizim sulara doğru süren sınır polislerinin ülkesi Yunanistan değil mi…

Öteki, yani bizim taraf ise bugün 6 milyon göçmeni kendi ekmeğinden keserek barındıran Türkiye değil mi…

Filmi durdurdum, gerisini seyretmek içimden gelmedi.

Oysa çok merak ettiğim, NBA’in en ünlü oyuncularından biri olan Giannis Antetokounmpo ve onlar da basketbol oyuncusu olan iki kardeşinin ve ailesinin hikâyesini anlatıyor.

Onun Atina sokaklarında kaçak incik boncuk satıcılığı ile başlayan hikâyesini, Milwaukee Bucks’ın ve NBA’in en iyi oyuncularından biri haline gelişini anlatıyor.

Çok sevdiğim bir oyuncu.

hikâyesini seyretmeyi çok merak ediyordum.

Ama film böyle bir Türkiye imajı ile başlayınca bütün iştahım kaçtı.

Hani biz göçmenlere 40 milyar dolar harcayan iyiliksever ülkeydik?

Filmi durdurduktan sonra düşünmeye başladım…

“Ne yapıyoruz biz?”

Biz, yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları.

Bizim bildiğimiz göçmen hikâyesi bunun tam tersi değil mi…

Şu son 13 yılda sadece Suriyeli göçmenler için 40 milyar dolara yakın para harcadığımızı bizzat Cumhurbaşkanı’mızın ağzından kaç defa dinledik.

Giderek fukaralaşan halkımızın rızkından keserek onlar için harcadığımız para bu.

Filmde Yunanlı bir kadın doktorun iyi davranışını görüyoruz.

Bizse 6 milyon Suriyeliye bedava sağlık hizmeti veriyoruz.

Hepsine çalışma imkânı sağlıyoruz.

Övüne övüne bütün dünyaya “Biz göçmenlere en insani davranan ülke ve toplumuz” diyoruz.

Bununla gurur duyuyoruz da demek ki bunu kime anlatamıyormuşuz... 

Göçmenlere yardım ederek Türkiye imajına çok olumlu bir katkı yaptığımızı düşünüyoruz ama gerçekten yapıyor muyuz?

Yoksa kapımızı sonuna açtığımız her göçmen bizim için yeni bir “Geceyarısı Ekspresi” hikâyesi mi yazıyor?

Gezi davasından hükümlü iş insanı Osman Kavala-Kobani davasından hükümlü eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş

Bu Geceyarısı Ekspresi hikâyesini kim yazıyor?

Tamam da asıl soru şu.

Bu hikâyeyi kim yazıyor? Onlar mı, yoksa biz kendi kendimize mi…

Unutmayalım 2000’li yılların başında bütün dünyada parmakla gösterilen “yükselen yıldız”dık.

Örnek ülkeydik.

Nerede yanlış yaptık ve yapmaya devam ediyoruz ki;

En basit bir hayat hikâyesi filminde karşımıza yine bu Türkiye imajı çıkıyor.

Bence hepimizi ilgilendiriyor ve hep birlikte düşünelim.

Neden bu Geceyarısı Ekspresi imajını bir türlü üzerimizden atamıyoruz?

Acaba Osman Kavalalar, Selahattin Demirtaşlar, Gezi davaları, yargıdaki içler acısı halimiz, insan hakları ihlalleri, kadına karşı şiddet, dış politikada her yere parmağımızı sokma gayretleri…

Bütün bunlar birer Geceyarısı Ekpresi olarak hepimizin üzerinden mi geçiyor…

ERTUĞRUL ÖZKÖK / T24