Ertuğrul Özkök ve Fethullah Gülen: Yakınlaşmanın Ardındaki Stratejik Dengelemeler
Ertuğrul Özkök'ün Gülen'e Yaklaşımı
Ertuğrul Özkök ve Fethullah Gülen: Yakınlaşmanın Ardındaki Stratejik Dengelemeler
YEREL GÜNDEM / İSTANBUL
1990’ların Türkiye’si, siyaset ve dinin kesişim noktasında büyük değişimlerin yaşandığı bir döneme tanıklık ediyordu. Gazeteci Ruşen Çakır, son yazısında, bu dönemde Fethullah Gülen ile Hürriyet Gazetesi'nin o zamanki Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök arasındaki ilişkiye ve Gülen'in Türkiye'deki siyasi arenada nasıl bir strateji geliştirdiğine dair önemli bir analiz sunuyor. Bu yazı, hem o dönemin hem de günümüz Türkiye’sinin siyasi ve toplumsal dinamiklerini anlamak adına kritik bilgiler içeriyor.
1990'ların Türkiye'sinde İslamcı Hareket ve Medyanın Rolü
Ruşen Çakır'ın hatırlattığı üzere, 1990'ların başlarında Fethullah Gülen, henüz geniş kitlelerce tanınmayan bir figürdü. Özkök, o dönemde Fethullah Gülen'i "ılımlı İslam" figürü olarak destekleyen isimlerden biri oldu. Çakır, 1995 yılında Hürriyet’te yayımlanan bir röportajda, Gülen'in medyaya nasıl hitap ettiğini ve kendini nasıl kabul ettirdiğini örneklerle aktarıyor. Bu röportaj, aslında Gülen'in stratejisinin bir parçası olarak görülebilir. Özkök ve medya elitleri, Refah Partisi’nin yükselişine karşı “ılımlı İslam” fikrini destekleyerek, radikal bir İslamî akımın önüne geçmeye çalıştılar. Bu strateji, medyanın toplumu yönlendirmedeki etkisini gözler önüne serdi.
"Güzergâh Emniyeti" ve Gülen'in Stratejisi
Fethullah Gülen, "güzergâh emniyeti" adını verdiği stratejiyle ilerledi. Bu strateji, uzun vadeli hedeflere ulaşmak için gerektiğinde geri çekilmeyi, stratejik tavizler vermeyi ve farklı gruplara hitap etmeyi içeriyordu. Gülen, çevresindekilere her zaman duymak istediklerini söylemeyi tercih etti ve böylece geniş bir destek kitlesi oluşturdu. Çakır'a göre bu strateji, seküler kesimin "takiyye" dediği bir yaklaşımı yansıtıyordu. Gülen, farklı ortamlarda farklı kimlikler sergileyerek, hem muhafazakâr kesimin hem de laik elitlerin desteğini kazanmaya çalıştı.
Ertuğrul Özkök'ün Gülen'e Yaklaşımı
Ertuğrul Özkök, medya dünyasında Gülen’e karşı başlangıçta bir mesafeyle yaklaşsa da, zaman içinde ona yönelik olumlu bir tavır geliştirdi. Özkök’ün bu yaklaşımı, özellikle Hürriyet Gazetesi’nde yaptığı ve imzasız yayımlanan röportajlarla dikkat çekti. Bu röportajlarda Gülen, özellikle Refah Partisi’nin radikal söylemlerine karşı bir alternatif olarak sunuldu. Özkök ve medyada onun gibi düşünenler, Gülen’i Türkiye’nin modernleşme sürecine uygun bir İslamî lider olarak gördüler ve desteklediler. Ancak, Çakır’a göre, Gülen’in asıl stratejisi, "güzergâh emniyeti" ilkesi doğrultusunda, her grubu kazanmak için kendi duruşundan taviz vermekten kaçınmamasıydı.
28 Şubat ve Gülen'in Stratejik Hamleleri
1997 yılında Türkiye, 28 Şubat süreci olarak bilinen post-modern bir darbeyle karşılaştı. Bu süreçte, Fethullah Gülen ve hareketi, “ılımlı İslam” figürü olarak daha da ön plana çıktı. Gülen, bu dönemde daha temkinli bir yaklaşım sergiledi ve sık sık “ılımlı İslam” vurgusu yaparak, devletin laiklik hassasiyetlerini göz önünde bulundurdu. Bu dönemde Gülen, ABD’ye gitti ve uzun bir süre orada kaldı. ABD’ye yerleşmesi, Gülen hareketinin uluslararası arenada daha fazla güç kazanmasını sağladı ve Türkiye’deki siyasi tartışmaların merkezine yerleşti.
Seküler ve Dindar Kesimler Arasındaki Dengeler
Çakır'ın yazısında dikkat çektiği bir diğer önemli nokta, Gülen hareketinin “çifte kimlik” stratejisidir. Bu strateji, Gülen’in farklı kesimlere hitap ederken farklı mesajlar vermesi ve her zaman geniş bir destek kitlesini koruma çabasını yansıttı. Bu durum, Türkiye’deki seküler ve dindar kesimler arasındaki dengelerin hassasiyetini bir kez daha gözler önüne serdi. 2010’lu yılların ortalarına kadar, Gülen hareketi hem Türkiye’nin iç politikasında hem de dış politikasında önemli bir aktör olarak yer aldı.
15 Temmuz ve Sonrası: Mahrem Yapı ve Gülen Hareketinin Değişimi
Çakır’ın analizinde, Gülen hareketinin özellikle 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra büyük bir değişim geçirdiğine dikkat çekiliyor. Gülen’in “mahrem yapı” olarak adlandırılan, gizli ve merkezi kontrolü, bu süreçte daha fazla sorgulanmaya başlandı. 15 Temmuz sonrasında hareketin birçok üyesi mağduriyet yaşarken, “mahrem yapı” büyük ölçüde varlığını korudu ve bu durum, Gülen hareketinin gelecekte nasıl bir rota çizeceği konusunda belirsizlikler yarattı.
Sonuç: Gülen Hareketi ve Türkiye'nin Geleceği
Ruşen Çakır’ın analizi, Fethullah Gülen ve Ertuğrul Özkök arasındaki ilişkiyi, Türkiye’nin siyasi ve toplumsal dinamikleri üzerinden değerlendirirken, medyanın gücünü ve etkisini de vurguluyor. 1990'lar ve 2000'ler boyunca Gülen hareketi, Türkiye’de birçok kesim tarafından farklı algılandı ve destek gördü. Ancak, 15 Temmuz sonrası süreç, bu algının büyük ölçüde değişmesine neden oldu. Gülen’in “güzergâh emniyeti” stratejisi, bir dönem Türkiye’de büyük bir etki yaratmış olsa da, son yıllarda bu stratejinin zayıfladığı ve birçok kesimde Gülen hareketine karşı bir mesafe oluştuğu görülüyor.
Ertuğrul Özkök gibi medya figürlerinin, bir dönem Gülen’i desteklemelerinin ardında yatan sebepler, Türkiye’deki siyasi ve toplumsal değişimlerin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda, Gülen’in Türkiye’deki geleceği ve hareketinin nasıl bir evrim geçireceği, önümüzdeki dönemin en önemli sorularından biri olarak karşımıza çıkıyor.
Türkiye’nin siyasi tarihini şekillendiren bu tür olaylar, toplumun her kesiminde derin izler bırakırken, medya, siyaset ve dini hareketler arasındaki karmaşık ilişkiler, ülkenin geleceği açısından da belirleyici olmaya devam edecek gibi görünüyor.
Kaynak: Ruşen Çakır Medyascope