Fehmi Koru'dan bir sürgün ve kaçak analizi!
Bazılarımızın kaderi böyle yazılmış: Ya sürgün, ya kaçak, ya da kaçkın olmak…
Bazılarımızın kaderi böyle yazılmış: Ya sürgün, ya kaçak, ya da kaçkın olmak…
Türkiye tarihi, okumuş-yazmışlar açısından, biraz da sürgünler, kaçaklar ve kaçkınlar tarihidir…
Buna bir de ‘suikasta uğrayanlar’ kategorisi eklenebilirdi, ama onların sayısı diğerleriyle mukayese edildiğinde daha az kaldığı için, o kategoriye sadece değinip geçiyorum.
Yaşadıkları günlere izlerini bırakan Osmanlı dönemi yazarları içerisinde sürgüne uğramamış pek az kişi var. Muhalif görüşlere sahip olanlar kendilerinden beklenen esnekliği göstermediklerinde zamanın erki tarafından uzak diyarlara gitmek zorunda bırakılmışlardır.
Uzun bir sürgüne gidenler listesi ve sırf bu konuya ayrılmış [Feridun Andaç’ın editörlüğünü yaptığı ‘Sürgün Edebiyatı, Edebiyat Sürgünleri’ gibi] kitaplar vardır, ama herkesin bildiği ‘vatan şairi’ unvanlı Namık Kemal’in hayatı yaşadığı dönemin aydınlarının paylaştığı sürgün özelliklerini üzerinde fazlasıyla taşır.
Sürgünler
Kısa sayılabilecek hayatında -47 yaşında vefat etmiştir- Namık Kemal, değişik zamanlarda Gelibolu, Magosa, Midilli, Rodos ve Sakız’a sürgün olarak gönderilmiştir. Namık Kemal Magosa’ya gönderilirken, onunla aynı gazetede yazan Ahmet Mithat ve Ebüzziya Tevfik Rodos’a, Menapirzade Nuri ve Bereketzade Hakkı ise Akka’ya sürülmüşlerdi.
Osmanlı yıkılıp İstiklal Savaşı sonunda Cumhuriyet kurulunca, Saray halkı, hükümet üyeleri, askeri ve sivil bürokrasiden bazı isimler, onların avanesi sayılan güvenlik görevlileri, Çerkes Etem ve ona destek verenler ile birlikte kalemiyle milli mücadeleyi desteklememiş, Saray’ın yanında yer almış gazetecilerden oluşan150 kişi Türkiye sınırları dışına çıkmaya zorlanmıştır.
Sürülenler ‘150’likler’ diye anılır.
Bunlar uzun yıllar değişik ülkelerde sürgün hayatı yaşamış, çoğu oralarda ölmüş ve gömülmüştür.
[Ulunay ile Karay özel affa uğrayarak ülkeye dönebildiler ve yazı hayatlarını da sürdürdüler. Edebiyatımızın en renkli kalemlerinden Refik Halid’in ‘Minelbab İlelmihrab’ adıyla yayınlanan anıları o günleri pek güzel anlatır.]
Türk Ceza Kanunu’nda da bulunan sürgün cezası 1965 yılında kaldırılmıştır. O yıla kadar geçen uzun yıllarda mahkemelerin verdiği ceza olarak yurdun değişik yerlerine sürülen pek çok aydın ve yazarımız olmuştur.
Aynı yıllarda, sonradan ‘Kürt sorunu’ adını alacak konunun yerel tarafları bilinen aşiretlerin öndegelenleri, aileleriyle birlikte, bulundukları doğu illerinden alınıp batıya sürgün edilmişlerdir.
Kaçaklara örnek olay: Cem Karaca
Kaçaklar daha çok askeri darbelerden sonra ortaya çıktı. Kimi askeri yönetim tarafından teslim olmaya çağrıldığı, kimi de çağırılacağını tahmin ettiği için, yolunu bularak yabancı ülkelere kapağı atmış kişilerdir kaçaklar.
Sayıları çok fazladır.
Cem Karaca 12 Eylül (1980) darbesi gerçekleştiğinde Avrupa’nın değişik ülkelerinde konserler vermektedir. Ülkeye dönmeye hazırlandığı günlerde Hürriyet’in yan yayını olan Hafta Sonu gazetesinde kendisiyle ilgili fotoğraflı haberler çıkar. Gazete bir konserde söylediklerini manşete çekmekte ve şarkıcının konserlerini yabancılara ülkesini kötüleme amacıyla kullandığını ileri sürmektedir.
O sözler darbeden aylar önce verdiği bir konserde söyledikleridir ve konsere yabancılar değil Türkler katılmıştır.
Gün mazeret dinlenecek gün değildir. Çetin Emeç yönetimindeki Hafta Sonu’nun haberi üzerine askeri yönetim Cem Karaca’yı da teslim olması gerekenler listesine almıştır.
Onun şahsında gurbette sürgün hayatı yaşamanın ne denli zalimane bir ceza haline dönüşebildiğini kendisini Köln’de ziyaret ettiğimde gözlerimle görmüştüm. Hafta Sonu’na göre yağlı-ballı bir hayatı Almanların sağladığı imkanlarla sürdüren Cem Karaca eş-dost desteğiyle olağanüstü mütevazı şartlarda yaşıyordu.
Ülke burnunda tütüyordu.
Kendisiyle yaptığım ve gazetede manşet olarak yayımlanan mülakatı okuyan dönemin başbakanı Turgut Özal benden aldığı telefonla kendisini aradı, ülkeye dönebileceğini söyledi de “Çok yorgunum, beni bekleme kaptan” sözlerini de içeren şarkıları yazıp söylediği gurbet hayatı öyle sona erdi Cem Karaca’nın…
Ermenistan ile Azerbaycan arasında ne zaman gerilim yaşansa, çatışma çıksa Cem Karaca’yı hatırlarım.
Cem’in annesi Toto Karaca Ermeni’ydi, babası Mehmet Karaca da Azeri…
Günümüz kaçkınları
Günümüzde bunlara bir de kaçkınlar eklendi.
[Kaçkın sözcüğünü Hasan Bülent Kahraman’ın İstanbul Life’ın ekim sayısındaki yazısından ödünç aldım. O, yazısında, ‘kent kaçkınları’ndan söz ediyor.]
Gençler, eli kalem tutanlar, bileğinde pırlanta bilezik olanlar ülkeden kaçıyorlar. Türk Tabipleri Birliği son yıllarda ülke dışında mesleklerini icra edeceklerini söyleyerek kendileriyle ilişki kesen doktor sayısının 700’ün üzerinde olduğunu açıkladı.
Pek çok Avrupa ülkesi başka ülkelerden gelen doktorlara uyguladığı kısıtlamaları Türkiye’den gelenler için kaldırmış bulunuyor.
Mühendisler de yüksek maaşlı işlerini terk edip daha mütevazı şartlara razı olarak Avrupa ülkelerine gidiyorlar.
Onlardan çok fazlası da kaçkın; belki yabancı ülkelere gitmiyorlar, fakat siyasetten uzaklaşmak amacıyla büyük kentleri terk ediyorlar…
Namık Kemal’in Osmanlı döneminde, Refik Halid’in Cumhuriyet’in ilk yıllarında içine düştükleri sürgün hayatında, 1980 öncesi ve sonrasında ülkeden kaçanların gurbette yaşadıkları, önemli eserlere esin kaynağı olmuştu; şimdilerde ülkelerinden ve kentlerinden gönüllü olarak ayrılan kaçkınlar da acaba yeni bir edebi doğumu gerçekleştirebilecekler mi?
Günümüzün sağladığı teknolojik ortamda benim gözümden kaçmış öyle eserler şimdiden ortaya çıkmış bile olabilir…
Maalesef ülkemizin gerçeği bu: Aydınlar, eli kalem tutanlar, siyaseten beğenilmeyenler her dönemde oldu, olabiliyor. O sebeple de, yazının girişinde de belirttiğim gibi, “Ülkemizin tarihi, okumuş-yazmışlar açısından, biraz da sürgünler, kaçaklar ve kaçkınlar tarihidir.”
Ne yapalım, ülkenin kaderi bu.
https://fehmikoru.com/bazilarimizin-kaderi-boyle-yazilmis-ya-surgun-ya-kacak-ya-da-kackin-olmak/
FEHMİ KORU