FETÖ ile mücadelenin sulandırıldığı gün gibi ortada

Nurzen Amuran sordu, CHP İzmir Milletvekili Atila Sertel yanıtladı...

FETÖ ile mücadelenin sulandırıldığı gün gibi ortada




Nurzen Amuran sordu, CHP İzmir Milletvekili Atila Sertel yanıtladı...

Nurzen Amuran: 10 Ocak gazeteciler için önemli bir gündü. “Çalışan gazeteciler günüydü.” Oysa bu yıl da 10 Ocak işsiz gazetecilerin, yargılanan basın emekçilerinin konuşulduğu bir gün oldu. Sayın Sertel, sizinle bu söyleşimizde basın dünyasında yaşanan sorunları ele alacağız. Ayrıca, İzmir Milletvekili olarak, TBMM’nin şu andaki konumunu da değerlendirmek istiyoruz. Libya’ya asker göndermek için TBMM’ne getirilen tezkere usul tartışmalarına yol açtığı gibi önemli yetkilerin Cumhurbaşkanına verilmesi de TBMM’nin yetkilerinin de yeniden sorgulanmasını gündeme taşıdı. Tezkereye hangi gerekçelerle hayır dediniz ve Suriye tezkeresinden farkı neydi?

Atila Sertel: Bu tezkerenin ülkemiz yararına olmayacağını düşünüyorum. İki parçaya ayrılmış ve iç savaşın sürdüğü bir ülkede siz gidip ayrılan parçalardan birinin tarafı oluyorsunuz. Gerekçe olarak da bize çağrı yapıldı diyorsunuz. Mesele Birleşmiş Milletler tarafından çözülmesi gereken bir konudur. Orada devam eden çatışmaları durduracak olan Müslüman kanının akmasını engelleyecek olan Birleşmiş Milletlerdir. Bunun için arabuluculuk yapması gereken Recep Tayyip Erdoğan ve hükümet, savaşın bir parçası olmak için yetki aldı. Suriye’de yapılanlar bizim başımızı fena halde derde soktu. Esad’la olan dostluk sonradan “Esed” adı altında düşmanlığa dönüştü. Suriye ile ilgili yürütülen yanlış politikalar yüzünden ağır kayıplar verdik. Şam’da namaz kılmaktan söz ettiler, türbemizi kaçırmak zorunda kaldık. Suriye’de 4 milyondan fazla insanı ağırlar noktaya geldik.

Libya’da da aynı şey söz konusu olabilir. Biz kendi ülkemizde, kendi şehrimizde yabancı askerlerin dolaşmasını ister miyiz? Ama bizim silahlı kuvvetlerin Libya sokaklarında dolaşmasını nasıl karşılayacağız? Biz emperyal gücün öncü kuvveti olamayız, olmamalıyız. Biz bütün sorunlara dikkat çektik. Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu, bütün çekincelerimizi tek tek anlattı. Diplomatik yolları deneyin, aracı olun dedi. Ama hükümet hemen silaha sarılmayı tercih etti.

Öte yandan Libya’ya asker göndermek için apar topar Meclis’i toplayanlar aradan 10 günden fazla bir zaman geçmesine rağmen bunu uygulamadılar. Biz uygulansın istemiyoruz elbette ancak bu acele niye idi? Bunu da merak ediyorum doğrusu.

Bizler Yurtta Sulh, Cihan’da Sulh anlayışını benimsiyoruz. Şayet bizim topraklarımıza yönelik bir tehdit bir saldırı olursa genci yaşlısı, kadını erkeği bunu önlemek için gözünü kırpmadan mücadele eder. Şimdi oraya gidişimizin bir anlamı yok. Bize görev verenlere karşı dik durmamız lazım. Biz ne yazık ki emperyalist gücün güdümüne girmiş bir ülke haline geldik. Bu iktidar Türkiye’nin başını derde sokmaktan başka bir şey yapmıyor artık. Suriye’nin iç işlerine karışmadan önce bu ülkeye 6 milyar dolarlık ihracat yapıyorduk. Biz onu kaybettiğimiz gibi Suriye’den soğan patates ithal eder hale geldik. Her girdiğimiz ülke ile kavgalı hale düştük. Türkiye’nin dış politikası gerçekten sersemlemiş vaziyette. Ve bütün bunlar “ben kimseyi dinlemem, tüm kararları tek başıma alırım” diyen bir yapıda gidiyor. Bu yapı insanların hayatını zora soktuğu gibi insanların hayatını da ortadan kaldırıyor. Şehit veriyoruz. Libya’da bir kişi dahi şehit vermemeyi diliyorum. Biz Libya’da taraf olmamalıyız. Müslümanlar birbirinin kanını döküyor Libya’da. Bizim de Müslüman kanı dökülmesinin önüne geçecek çözümler bulmamız gerekiyor. Umarım iktidar oy çokluğuyla Meclis’ten aldığı bu tezkere ile birlikte ülkemizin başını daha fazla belaya sokmaz. Bunu umuyor ve diliyorum. 

Amuran: Son tezkereyle birlikte Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin sorgulanması yeniden tartışılmaya başlandı. Yapılan kamuoyu yoklamalarında parlamenter sisteme dönüş eğilimi var mı? Siyasi iktidarda bu eğilimi görüyor musunuz, yoksa seçim sonuçları mı bu süreci başlatacak?

Sertel: Bu sistemin yanlış olduğunu bunun Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi değil, tek adamlık sistemi olduğunu ilk günden itibaren söyledik. Kimseye bu kadar yetki verilmeyeceğini halkımıza aktardık. Bugün yaşananlar bizim haklılığımızı çok net şekilde gösteriyor. Siyasi iktidar da sistemin yanlışlığının farkında, eksiklerinin, aksaklıkların çok fazla olduğunun bilincinde. Bunu kendileri de bir ölçüde itiraf ettiler ve sistemin aksayan yönlerini gidereceğiz şeklinde açıklamalar yaptılar. Bu sistem aksayan bir sistem değil başlı başına yanlış bir sistemdir. Kendi içlerinden çıkan, zamanında Başbakanlık yaptırdıkları isim ve onun etrafındakiler de Türkiye’nin yeniden parlamenter rejime dönmesi gerektiğini savunuyor. Yapılması gereken de budur. Ancak bu iktidar, tüm yanlışları göre göre ülkemizi bu sistem bataklığının içinde boğmak istemektedir. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, emin adımlarla iktidara yürüyoruz. Bizim iktidarımızda parlamenter sistem yeniden getirilerek, demokrasi tüm kurum ve kuruluşlarıyla işletilir hale gelecek. Tek adam rejimine son vereceğiz.

Amuran: Ortadoğu’daki gelişmelerde Türkiye’nin izlediği rota, geleneksel dış politikanın gerekliliğini ortaya koymuyor mu? Yani TBMM’nin de “etkin olarak” içinde bulunduğu, “barış kurucu bir pozisyonda” sorumluluk alması zamanı gelmedi mi?

Sertel: Elbette gerekiyor ancak Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin amaçlarından biri de Meclis’i etkisiz ve işlevsiz hale getirmekti. Yapmaya çalıştıkları da budur. Yürüttükleri algı operasyonlarıyla halkın gözünde Meclis’i itibarsızlaştırmak istiyorlar. Bütün kanunlar, değişiklikler Saray’da hazırlanıp kendi milletvekillerinin önüne sunuluyor. Kanun’da imzası olan milletvekilinin dahi o kanunun ne getireceğinden ne götüreceğinden haberi olmuyor. Termik santrallere baca takılmasını erteleyen yasada bunun örneğini de yaşadık. Saray’dan gelen talimatla termik santrallere baca takılmasın diyen AKP’li milletvekilleri, halkın tepkisi sonrası Cumhurbaşkanı’nın geri adım atmasıyla bir önceki savunduklarının tam tersini savundular. Halkın gözünde bir kez daha komik duruma düştüler. Yapılması gereken Meclis’in üstünlüğünü kabul etmek ve ülkemizin yararına olan tüm girişimlerde birlikte hareket etmek. Dış politikada da mesele aynıdır. AKP’li milletvekilleri tek adamın değil de ülkemizin ve halkın çıkarlarına kulak verirse, muhalefetin söylediklerini dikkate alırsa birçok meselenin aşılacağını düşünüyorum.

HALKIN ONLARA VERDİĞİ BU KUTSAL YETKİYİ KENDİ ÖZGÜR İRADELERİYLE KULLANAMIYORLAR

Amuran: Yeni sistem de kamuoyunda TBMM’nin konumu da gündeme geliyor. Okurlarımıza, geçen yıl Ekim ayında yaptığınız konuşmadan bir bölümü aktarmak istiyorum: Şöyle demiştiniz iktidar milletvekilleri için: “dinlemiyorlar, dinleseler anlamıyorlar, anlasalar işlerine gelmiyor. Grup başkanvekilinin eline bakıyorlar. El nasıl kalkıyorsa öyle kaldırıyorlar. Geçen dönem Naci Bostancı (grup başkanvekili) yanlışlıkla başını kaşımak için elini kaldırdı, bütün grup birden evet verdi. Şaşırıp kalmıştık. Hiç unutamadım, ilginç bir gözlemdi.”

Sayın Sertel, genel olarak soruyorum: Biat kültürüne parti için disiplin mi deniliyor, parti içinde demokrasi olmazsa TBMM demokrasiyi nasıl işletir?

Sertel: Az önce de bahsettiğim gibi iktidar milletvekillerinin iradesi ipotek altında. Halka değil tek adama teslim olmuş vaziyetteler. Kendi düşüncelerini açıklayamıyorlar. Halkın onlara verdiği bu kutsal yetkiyi kendi özgür iradeleriyle kullanamıyorlar. Gerçekten de dinlemiyorlar. Muhalefet olarak bizlerin halkın yararına yaptığımız yapıcı eleştirilere dahi kulak asmıyorlar. En tepeden gelen emir ve talimatlar doğrultusunda hareket ediyorlar. Biz bunu KİT komisyonunda da çok yaşıyoruz. Sayıştay raporları doğrultusunda yaptığımız tespitleri toplantıda birer birer aktarıyoruz milletvekillerine. KİT Komisyonu’nun AKP’li üyelerinin çoğu Sayıştay raporlarını okumuyor. Bu nedenle bizlerin bilgiyle, belgeyle ortaya koyduğumuz gerçekleri de görmezden gelerek, lehte oy kullanıyorlar. Tüm milletvekilleri kendilerini oraya getiren halkın iradesine saygı duymalıdır. Bunu yapmayıp otomatiğe bağlamışçasına el kaldırıp, indirirsen yaptığın görevi layıkıyla yapmıyorsun demektir. İktidar milletvekillerinin körü körüne yaptıkları savunmaların hepsi Meclis tutanaklarına işleniyor. Gün gelecek yaptıkları o konuşmalar, tek adam övücülüğü, kullandıkları oylar onlar için birer utanç vesikası olacak. Bunu hep birlikte göreceğiz.

Amuran: Gündem, dış politikaya yönelirken içerde basın mensupları olarak hepimizi üzen gelişmeler var, en önemlisi de FETÖ ile iktidara muhalif basın mensuplarının ilişkilendirilmesi. Son örneği Sözcü gazetesinin güçlü kalemlerinin FETÖ ile sözde bağlantılarının ortaya çıkarılması ve mahkum edilmesi. Son mahkeme kararı bir kuşkuyu ortaya çıkardı. Gerçekten FETÖ ile mücadele mi ediliyor yoksa konu sulandırılıyor mu? Sulandırılıyorsa kim var bu işin başında? Siyasi kanat neden hala hesap vermiyor?

Sertel: FETÖ ile mücadele edildiğine ne halkımız ne de kendileri inanıyorlar. Bu işin sulandırıldığı gün gibi ortada... Parayı bastıran iş adamı veya başka bir FETÖ’cü serbest kalıyor ama FETÖ ile uzaktan yakından ilgisi olmayan isimlere cezalar verilebiliyor. Sözcü gazetesi davasında bunu çok net bir şekilde gördük. FETÖ’yü kazısanız altından AKP, AKP’yi kazısanız altından FETÖ çıkar. Onlar aynı yolun yolcusuydular, birlikte iş yaptılar, aynı sofradan yemek yediler. Dünün FETÖ’cüleri bugün en azılı FETÖ düşmanı oldu. Diğer taraftan Necati Doğru, Emin Çölaşan, Gökmen Ulu, Yücel Arı, Metin Yılmaz, Mustafa Çetin, Yonca Yücekaleli gibi namuslu dürüst, yurtsever, Atatürkçü isimleri FETÖ’ye yardım etmekle suçluyorlar. Buna kendileri dahi inanmıyor ama bir algı yaratmak adına bu işi sulandırabildikleri kadar sulandırma gayreti içindeler. İşin içinde kim olduğu sorusuna gelince, 15 Temmuz Darbe girişiminden sonra darbeyi araştırmak üzere kurulan Meclis Araştırma Komisyonu’nun raporlarını üzerinden çok zaman geçmesine rağmen yayınlamayan, yayınlatmayan irade var. Neden yayınlamıyorlar bu raporu? Darbenin tüm detaylarının bilinmesini neden istemiyorlar? FETÖ Borsası denilen olgu nedir? FETÖ’nün siyasi ayağı neden açığa çıkmadı? İşte bu sorulara cevap bulunmasını istemeyenler ve cevap vermeyenler bu işi sulandıranlardır.

Amuran: Türkiye Gazeteciler Federasyonu Genel Başkanı ve İzmir Gazeteciler Cemiyet Başkanı iken Kumpas davalarında gösterdiğiniz çabaya hepimiz tanığız. Gizli tanıklar ve hukuken kanıt sayılamayacak sıradan belgeler yargı kararlarını etkilemişti. O günleri anımsatan kararlar veriliyor. Sayın Adalet Bakanı da bu kararlardan memnun değil ama kendisi HSK’nın da başında. Hukuk devletinde sadece Yargıtay’dan umut beklemek doğru mu? TBMM’de yeni bir FETÖ araştırma Komisyonuna önayak olacak mısınız?

Sertel: O hakimler, Necati Doğru’ya, Emin Çölaşan’a, Gökmen Ulu’ya, Yücel Arı’ya, Metin Yılmaz’a ceza vermekle kendilerini kurtaramazlar. Onlar tıpkı bizim yurtsever subaylarımızı yargılayan hakimler gibiler. Onlar da gelip bir gün bunun hesabını verecekler. Ergenekon davaları sürerken FETÖ’cü hakimler bizim arkadaşlarımızı müebbetle yargılarken ben o salonda da sesimi yükseltip, “hukuku, adaleti katlettiniz” diyen biriyim. Şimdi de aynı şeyi söylüyorum. Hukuku katledenler gün gelecek hukuk önünde hesap verecekler. Türkiye’de gündem de çok çabuk değişir. Gün gelir yönetim de değişir. Unutmasınlar; bugünün yarını da var.

BUGÜN TÜRK BASINI İÇİN “YAZIYOR YAZIYOR” DİYEMEYİZ ANCAK “BATIYOR BATIYOR” DİYE BAĞIRABİLİRİZ

Amuran: Adeta FETÖ, muhalif basını susturmanın bir aracı oldu. Bir tarafta ifade özgürlüğünden kaynaklanan yargılamalar var öte yanda ekonomik krizin yarattığı ortamdan ötürü işsiz kalan basın emekçileri var. Yerel basın dahil, basın sektörü nasıl bir ortam içinde?

Sertel: Hatırlarsınız; eskiden gazete dağıtıcısı çocuklar ellerine gazeteleri alıp “yazıyor, yazıyor” diye bağırıp gazete satarlardı. Bugün Türk basını için “yazıyor, yazıyor” diyemeyiz ancak “batıyor, batıyor” diye bağırabiliriz. Ben gazeteci milletvekili olarak basının içine düştüğü derin krizi her fırsatta dile getiriyorum. Türk basınının içinde bulunduğu kriz ortamından çıkması adına, gerek partimiz adına raporlar hazırlayarak olsun, gerekse Meclis’e sunduğumuz önergelerle olsun gazetelerin battığına, batırıldığına dikkat çekiyoruz. Peki bizi duyan var mı? Elbette yok.

Basının içinde bulunduğu ortamı kısaca şöyle özetleyebilirim.

Türkiye’de bir zamanlar İstanbul basını ile yarışan hatta bazı illerde onu geride bırakan yerel gazeteler, günümüzde oldukça sıkıntılı günler geçiriyor. Bir zamanlar milli mücadeleye öncülük eden, güç veren yerel basın, bugün maalesef bir takım yanlış politikalar ve siyasal iktidarın göz ardı etmesi sonucu, varlığını sürdürebilme mücadelesine girdi.

Ekonomide yaşanan kötü gidişat ve dışa bağımlılık; gazete ve kitap basımı yapan yayınevlerini yaşayamaz hale getirirken, basın ve medya kuruluşlarını da kapanma noktasına getirdi. Büyük medya kuruluşlarına ait bazı yaygın gazeteler kapanırken, çok sayıda yerel gazete de baskıya son verdi. Kapanmamak için direnenler de; sayfa sayısını azaltma, sayfa yüzölçümlerini küçültme, kadro sayısını azaltma ve gazete satış adedini düşürmeye yönelik kararlar aldı. Türk basınının son 17 yıldır verdiği “basın ve ifade özgürlüğü” mücadelesine ekonomik yönden ayakta kalma mücadelesi de eklendi.

Şöyle ki; 2017’de tonu 750 Avro olan kâğıt 900 Avro’ya çıktı, ithal kâğıt 5’te 3 azaldı. Yayıncı maliyeti yüzde 60 arttı. Türkiye’de sadece birinci hamur kâğıt üretilmekte, bu üretim de pazarın yüzde 3’üne denk gelmektedir. Gazete ile kitap kağıdının neredeyse tamamı ithal ediliyor. Girdi maliyetlerindeki sürekli artışa rağmen özellikle yerel basının en önemli dayanağı olan resmi ilanlara aynı oranlarda zam yapılmadı. Ekonomik kriz nedeniyle 2019 yılında resmi ilan alan 100’den fazla günlük gazete kapandı. Buna haftalık, aylık gazeteleri de eklersek çok daha fazla sayıda gazetenin kapandığını söyleyebiliriz. İktidarın yanlış ve baskıcı politikaları nedeniyle işsiz gazeteciler ordusuna yenileri eklendi. Öyle ki her dört gazeteciden biri işsiz bugün..

Amuran: Şu anda gerçek gazeteciler işsiz… Gazetelerde medyada görevlendirilmiş bazı gazeteci kimliğinde, bir zamanlar FETÖ’yü öven ama bugün FETÖ’ye söven kişiler de var. Algı operasyonlarında görev alıyorlar. Bu grubun, iktidar değişiminde, bugünkü iktidara da tavır almayacakları ne malum. Bu durum basına güveni sarsmıyor mu, bu yozlaşma nasıl durdurabilir?

Sertel: Türk basını son 17 yılda belki de tarihinde hiç olmadığı kadar bir güven erozyonuna uğradı. Sizin de değindiğiniz gibi, gazetecilikten uzak, gazeteci diyemeyeceğimiz satılık, kiralık kalemlerin türemesi bu erozyonun en önemli sebeplerindendir. Yandaş dediğimiz bu kesimi, bu isimleri hepimiz biliyoruz. Bunların büyük bir kısmı dünün FETÖ sevicileriydi. FETÖ’nün bankasından kredi çekip boğazda yalı alandan tutun, köşesinden Fethullah Gülen’e “Son bin yılın en büyük Türk büyüğü” diyerek övgü dizenleri, FETÖ liderini Pensilvanya’da ziyaret ederek onun yanında el pençe divan duran gazetecileri hepimiz biliyoruz. Bu gazeteciler ne yapıyor şu anda? Geçmişte FETÖ’ye bağlılık bildirdikleri için herhangi bir olumsuz durumla karşılaştılar mı, ceza aldılar mı? Tabii ki almadılar. Almadıkları gibi milletvekili yapılarak, Cumhurbaşkanı uçağına bindirilerek, komisyon üyesi atanarak, yeni iş alanları yaratılarak ödüllendirildiler. İktidarın kaynaklarından beslenen bu gazeteler ve gazeteciler basın mesleğine de büyük zarar verdiler. Halkın basına olan güvenini sarstılar. Ancak onurlu, namuslu, dürüst ve halkın gerçekleri öğrenmesi adına görev yapan gazete ve gazeteciler sayesinde, yaşanan bu erozyon bir nebze olsun önlenebiliyor. Türkiye’de yaşanacak iktidar değişikliği ile birlikte tüm bu saydığımız kötü örnekler kendi kendilerini imha edecekler zaten. Çocuklarının, torunlarının yüzüne bakamayacak duruma gelecekler. İşte o zaman eğilmeyen, bükülmeyen, kalemini satmayan gazeteciler sayesinde bu meslek yeniden hayat bulacak. Halkın gözünde yeniden güven tesis edecek. O günler çok yakın.

BASIN SEKTÖRÜNDEKİ İŞSİZLİK ORANI AKP’NİN ÇOK ÖVÜNDÜĞÜ DÖNEMDE %30’LARIN ÜSTÜNE ÇIKTI

Amuran: Terör örgütleriyle bağlantısı olmayan, sırf muhalif oldukları için bazı gazetecilerin sadece tanıtım kartı özelliğini taşıyan basın kartları yenilenmedi. 15 Temmuz'dan sonra tam 3 binden fazla gazetecinin basın kartının iptal edildiği söylendi. Siz bu gazetecilerin TBMM’de sesi oldunuz. Hatta bir çağrı da bulundunuz: “Kim niye basın kartını kaybetti. Her partiden, grubu olmayan partilerden de arkadaşlar gelsin. Gelin araştıralım.” Bu çağrınıza yanıt aldınız mı, bu idari kararlar da basın özgürlüğünü kısıtlayan bir yöntem değil midir?

Sertel: Evet yerel basının sorunlarının araştırılması, şartları taşıdıkları halde muhalif olmaları nedeniyle basın kartı iptal edilen, basın kartı verilmeyen gazetecilerin yaşadıklarını aktarmak ve tüm bu sorunlara çözüm üretebilmek adına Meclis Araştırması yapılması için önerge verdim. O gün yaptığım konuşmada 5 dakika içinde özellikle yerel basının sorunları özetlemeye çalıştım ve tüm partilere seslenerek “Gelin bir ilke imza atalım ve araştırma komisyonu kurarak basınımızın sorunlarına birlikte çözüm üretelim” dedim. Ama her zaman olduğu gibi muhalefetin söylediklerine, sunduğu çözüm önerilerine kulak tıkayan iktidar milletvekilleri ve iktidar ortağı MHP milletvekillerinin oylarıyla bu önergem de kabul edilmedi. Araştırma Komisyonu kurulması istenmedi. Toplumun yaşadığı birçok konuya olduğu gibi basının sorunlarını da dinlemek, çözmek istemediler. Muhalefetten gelen teklifleri önergeleri reddettikleri gibi benim araştırma önergemi de reddedeceklerini biliyordum. Buna rağmen bu araştırma önergesini verdik. Niye verdik? Türkiye'de 32'si yaygın -geçmiş dönemde "ulusal" diye anılan- 10'u bölgesel, 622'si yerel, 422'si de valilik denetiminde toplam bin 106 gazete var. Bu bin 106 gazetenin asgari kadrosunda 7 bin 593'ü fikir işçisi olmak üzere 15 binden fazla kişi istihdam ediliyor, yani oradan ekmek yiyor. Basın sektöründeki işsizlik oranı AKP'nin çok övündüğü dönemde yüzde 30'ların üstüne çıktı ve son on yılda işsiz kalan gazeteci sayısı ne yazık ki 10 bini geçti. Bütün bunlar ortada iken basının sorunlarını görmezden gelmek niye? Bahsettiğim gibi bir gazeteci var, Bank Asya’dan milyon dolar kredileri çekiyor, Boğaz'da villa alıyor; o gazeteci her gece her gece televizyonlarda AKP’nin savunuculuğunu yapıyor. Bir gazeteci var, Fethullah Gülen'e bağlılık bildiriyor, el pençe divan duruyor, Basın Kartı Komisyonu’na giriyor. Sonra, siz kalkıyorsunuz, gariban, iş bulmuş, bir gazeteye girmiş insanının basın kartını iptal ediyorsunuz. Gerçekten yazıklar olsun! Gerçekten ayıp, gerçekten insanın içi sızlıyor. O gün Meclis’te seslendim sizin aracılığınızla bir kez daha sesleniyorum: Gelin, araştıralım. Kim, niye basın kartını kaybetti? Nedir Türkiye'de basının, gazetecilerin sorunları? Gelin, araştıralım; her partiden, grubu olmayan partilerden arkadaşlar da gelsin. Araştıralım, çözüm üretelim, basınımızın gelişmesine katkı koyalım.

Amuran: Basın ve medya ile ilgili iki kamu kuruluşu var. Biri, eleştirilirken içimin sızladığı yıllarca emek verdiğim TRT; diğeri Atatürk’ün kurduğu Anadolu Ajansı. İkisi de günlük siyasetin temsilcisi haline getirildiler. Önce TRT’yi konuşalım. KİT Komisyonu üyesi olarak bugün TRT’nin amacı kamusal yayıncılık mı yoksa başka bir görevde mi üstlendi?

Sertel: Deveye sormuşlar "Boynun niye eğri?" diye, deve "Nerem doğru ki?" demiş. TRT'yi anlatacak tek cümle herhâlde bu olsa gerek. TRT bugün AKP’nin çiftliğine dönmüş durumda ne yazık ki. Halkın parasıyla ayakta duran TRT, sadece AKP’nin borazanlığını yapıyor. Muhalefeti yok sayıyor. Gelirinin yüzde 86'sını halktan kesilen paralarla elde eden TRT, başıbozuk, sistemsiz, düzensiz ve ilkesiz şekilde yönetiliyor. Osman Öcalan, “Allah’ı rüyamda gördüm” diyenler, Atatürk’e hakaret edenler, Fethullah Gülen’in güftesi dahi TRT'de yer bulurken muhalefete yer verilmiyor. TRT'nin 2015 yılında toplam geliri 1 milyar 776 milyon, eski parayla söylediğimizde 1 katrilyon 776 milyar. Bu, yüzde 86'sı halkın cebinden alınmış bir para; elektrik parası, katkı payları, bandrol ücretleri. 2016'da TRT'nin bütçesi 2 milyar 243 milyon liraya çıkmış yani 2 katrilyon 243 trilyon lira. 2017'deki rakamı da söyleyeyim: 2 milyar 437 milyon, yani 2 katrilyon 437 milyon. 2018 yılında elektrik katkı payı, bandrol ve reklam olmak üzere toplam 2 milyar 657 milyon 5 bin lira gelir elde eden TRT, bu gelirine rağmen 2018 yılını 92,1 milyon TL zararla kapattı. Şimdi, TRT'nin aslında 16 televizyon kanalı var, 7 kanalı var, 7 binden fazla insan görev yapıyor; çok etkili olması lazım, çok izlenmesi lazım, çok reytingi olması lazım, ne yazık ki öyle değil.

Bu elektrik paylarından alınan paranın har vurup harman savrulduğu ve gerçekten yönetiminin de, denetiminin de olmadığı bir kurum olarak karşımıza çıkıyor. Aslında TRT yasalarla koruma altına alınmış ve tarafsız bir yayıncılığı ilke edinmiş bir yayıncılığı sürdürmesi lazım ama tarafsızlık mı? Çiğniyorlar. Yandaşlık mı? Sonuna kadar.

Son yerel seçimlere baktığımızda ise AKP’ye kırk dokuz saat elli sekiz dakika on iki saniye vermişler, aleyhte hiç yayın yok, aleyhte tek kelime yok, hiç eleştiri yok, mümkün değil, mümkün değil AKP’yi eleştirmek. MHP'ye gelmiş, üç saat otuz iki dakika yirmi altı saniye vermişler Milliyetçi Hareket Partisine, aleyhte hiç yayın yok, hiç yayın yok. Cumhuriyet Halk Partisine beş saat kırk yedi dakika yirmi beş saniye lehte, beş saat elli altı dakika on beş saniye aleyhte; dengelemişler. İYİ Parti'ye verilen dakikayı söylüyorum, saat yok onlara, onlara saat yok; elli beş dakika otuz iki saniye. Ama bir saat on iki dakika da aleyhte haberler yapmışlar. Cumhur İttifakı'nı elli üç saat otuz dakika otuz saniye lehte, aleyhte hiç yayın yok; Millet İttifakı'nı altı saat elli iki dakika lehte, yedi saat sekiz dakika aleyhte konuşmuşlar. HDP'yi söyleyeyim: HDP'den gene ses yok, sıfır dakika yani gerçekten rekoru kırmışlar. TRT’nin yaptığı yanlı yayınlar ve rakamlar bizim anlatmaya çalıştığımız gerçeği çok net şekilde ortaya koyuyor. Fazla söze gerek var mı?

Amuran: Anadolu Ajansı siyasi tartışmaların odağı haline geldi. Geçtiğimiz hafta, Sözcü gazetesiyle ilgili haberlerinde ve yorumlarında kullandığı dil ve üslup tepkilere yol açtı: Yönetim Kurulu’nun yaptığı yazılı açıklamada”… FETÖ ile irtibatı ve iş birliği mahkeme kararıyla tespit edilmiş olan Sözcü gazetesi” ibaresi tartışmanın odak noktası oldu. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, “Devam eden bir yargı süreciyle ilgili konuşamayız” derken Anadolu Ajansının kesinleşmemiş mahkeme kararı yorumu, kurumun kimliğiyle bağdaşıyor mu? Temyiz süreci beklenmeksizin bu hükmün verilmesi bir algı operasyonu değil midir?

Sertel: TRT ile ilgili “Deve’ye sormuşlar boynun niye eğri” deyimini kullanmıştım. Anadolu Ajansı ile ilgili de “Al birini vur ötekine” deyimini kullanmak yerinde olur sanırım. Büyük önder Atatürk’ün kurduğu Anadolu Ajansı’nın bugünkü yayın politikası da içler acısı durumda. Hatırlarsınız; Anadolu Ajansı, 31 Mart Yerel Seçimlerini ve 2018’de gerçekleştirilen 24 Haziran Genel Seçimlerini takip eden tek haber ajansı olmuştu. Uzun zamandır seçimlerde manipülasyon yaptığı iddia edilen Anadolu Ajansı, 31 Mart Yerel Seçimlerinde Millet İttifakı adayı Ekrem İmamoğlu öne geçmek üzereyken veri akışını durdurmuş, yaklaşık 12 saat boyunca veri girişi yapmamıştı. Daha sonra yapılan açıklamalarda ise Anadolu Ajansı’nın verileri YSK’dan değil de AKP’nin müşahitlerinden aldığı ortaya çıkmıştı. Bu olay Anadolu Ajansı’nın tarihine kara bir leke olarak geçmiştir.

Türkiye’nin en güvenilir kurumu olan Anadolu Ajansı da AKP iktidarı ile birlikte hızlı bir güven erozyonuna uğramış ve halkın gözündeki itibarını yitirmiştir. Türkiye’nin en çok satan gazetesi ve bugün Türk basınının “Amiral Gemisi” olan Sözcü gazetesi ile ilgili tavrı ve aboneliğini iptal etmesi de bütün bunların bir yansımasıdır. Atatürk’ün kurduğu ve tarafsız habercilik yapması gereken bir kurum. Çok büyük yanlışa imza atmışlar. Asıl Sözcü’nün tarafsız bulmadığı için Anadolu Ajansı aboneliğini iptal etmesi düşünülebilir. Anadolu Ajansı’nın bunu yapmış olması tam anlamıyla akıl tutulmasıdır.

Amuran: Üyesi olduğunuz KİT komisyonunda daha geniş araştırma olanağını buluyorsunuz. KİT Komisyonu denetim imkanı sağlıyor da alınan son kararlarda ne derece etkili oluyor? Bir zamanlar TBMM’de devletin en önemli denetim merkezi işlevini görüyordu.

Sertel: Cumhuriyet Halk Partisi olarak 8 kişiden oluşan genç, dinamik, okuyan, araştıran, sorgulayan ekibimizle 35 kişilik KİT komisyonunda başarılı bir çalışma yürütüyoruz. Denetim ve toplantılarda Sayıştay raporları doğrultusunda yaptığımız tespitleri ortaya koyuyor ve gereğinin yapılması için mücadele ediyoruz. KİT Komisyonu tarafından 15 yıldır Meclis’e indirilmeyen bilanço ve hesapları bu yıl Meclis’e indirdik. Genel Kurul’da 6-7 saat boyunca KİT’leri tartıştık. Bu partimiz için çok önemli bir adımdır.

2003 yılında Atatürk Orman Çiftliği’nin hesapları getirilmiş 1998 ve 1999 yıllarının denetlemesine ilişkin. O tarih de Demokratik Sol Parti, MHP ve Anavatan Partisinin koalisyon olduğu dönem. O dönemde Atatürk Orman Çiftliğine ilişkin hesaplar Meclis’e indirilerek görüşülmüş. 2004 yılında, yine, 2000-2001 yıllarına ait dönem Meclis’e getirilmiş ve 2004 yılından bugüne kadar KİT Komisyonunun çalışmaları ne yazık ki Meclis’e inmemiş ve burada tartışılmamış, konuşulmamış.

Aslında KİT Komisyonu, Türk milleti adına yasama yetkisini kullanan Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nun denetim yetkisinin KİT Komisyonuna verilmesinden ibaret. Yani biz burada ne yapıyoruz KİT Komisyonu üyeleri olarak 35 kişi, bütün partilerin katılımıyla, KİT'lerdeki hesapları, bilançoları ve aynı zamanda işleyişi Sayıştay raporlarına da bakarak; eksiklikleri, aksaklıkları ve muhasebe hatalarını da bularak denetlemeye çalışıyoruz.

Tabii, son dönemde, Sayıştay raporlarının hazırlanmasında da eksiklikler var. Siyasi iktidarın baskısı temelinde oluşturulan Sayıştay raporları biraz daha suya sabuna dokunmamaya gayret ediyor. Çoğunluk her zaman azınlığı oylarıyla yenebilir; o komisyonda bütün hukuksuzluklar, hesap, muhasebe hataları olmasına rağmen eller kalkar, vicdanlar susar, "Akladık" zannedersiniz, "Aklandı" sanılır ama toplum nezdinde onu aklamak mümkün değildir. Biz bununla ilgili geçmiş dönemden pek çok olayı Türkiye'nin, kamuoyunun gündemine taşımaya çalıştık, hatta suç duyurularında bulunduk fakat sonuç alamadık çünkü Komisyonda kalkan eller o yolsuzlukları, o usulsüzlükleri örttü. Bu yolsuzlukları ve usulsüzlükleri söyleyen biz değiliz, toplum da bizi yanlış anlamasın yani bir iddia ortaya koyup da "Bunlar böyle oldu." diyen de biz değiliz. Diyenler kimler? Sayıştay müfettişleri. Sayıştay müfettişleri inceliyorlar, raporlar hazırlıyorlar ve o raporlar Meclis’e geliyor ve o Sayıştay raporlarını KİT Komisyonu üyeleri olarak bizler okuyoruz ve orada gördüğümüz eksikliği, aksaklığı KİT Komisyonu’nda dile getirmeye çalışıyoruz. Bu bir vicdan meselesinden öte bir hadise. Yasalara uymayan, kanunları çiğneyen, usulsüzlük yapan kişiyi, kimsenin korumaması lazım. Eğer bunu yaparsak Türkiye'de gerçekten tüyü bitmemiş yetimin hakkını savunan insanlar oluruz ama ötesi lafügüzaf olur, hikâye olur. "Bal tutan parmağını yalar" der gibi, bal tutanlar parmaklarını yalamayı sürdürdüğü müddetçe de Türkiye bir adım ileri gidemez.

Amuran: Son olarak sizin okurlarımıza ileteceğiniz bir mesajınız bir haberiniz var mı?

Sertel: Yeni bir yıla girdik. Yeni yılın toplumumuza huzur ve sağlık getirmesini diliyorum. Ama dilemek de yetmiyor tabi. Bunun için çaba sarf etmek gerekiyor. Bizler de çaba sarf edilmesi gereken görevlerdeyiz. Bunun bilincindeyiz. Toplumun sorunlarıyla ilgileneceğiz. Çözüm yolları arayacağız ve herkesin mutlu olması için gayret sarf edeceğiz. İnsanlarımızın daha güzel bir Türkiye’de yaşaması için mücadeleye devam edeceğiz.

Amuran: Gerek Basın da gerekse TBMM’de neler olduğunu ayrıntılarıyla açıkladınız. Okurlarımız belli konularda aydınlandı umuyoruz. Çok teşekkürler.

Sertel: Ben teşekkür ederim.

Nurzen Amuran

Odatv.com