Figen Çalıkuşu Kapatma kararı ve bir ayrıntı…

AYM’nin uyardığı son kararı gibi, kapatma kararını da yeniden derinlemesine okudum. 

Figen Çalıkuşu   Kapatma kararı ve bir ayrıntı…




Figen Çalıkuşu

Figen Çalıkuşu

Kapatma kararı ve bir ayrıntı…

Geçen haftanın en önemli gelişmesi, Anayasa Mahkemesi’nin “anayasal düzenin tehdit altında” olduğunu kayıt altına alması ve bu kararını, TBMM, Adalet Bakanlığı ve HSK’ya göndermesiydi. 

Hafta içinde AYM Başkanı Zühtü Arslan, Anayasayı yok saymanın ülkeyi nerelere sürükleyeceğini bir kez daha seslendirdi.   

AYM’nin “anayasal düzen tehdit altında”çığlığının ilk muhatabının siyasal iktidar olduğu görülüyor. 

Anayasa Mahkemesi’nin daha önceden bu son gelişmeye denk bir uyarısı ve icraatı olup olmadığını merak ettim. 

Aklıma ister istemez demokrasiden yana olan herkesin tepkiyle karşıladığı, “AKP’yi kapatma” davası geldi. O zamanki tartışmaları, bugünden geri dönerek hukuk gözüyle bir kez daha irdelemek istedim. 

AYM’nin uyardığı son kararı gibi, kapatma kararını da yeniden derinlemesine okudum. 

Anayasa Mahkemesi, 30.07.2008 tarihli kararında öncelikle “Siyasal İslam” tanımı yapıyor: 

“Türkiye’de siyasal İslam, yalnızca kişi ile Tanrı arasındaki alanla sınırlı kalmayarak, devlet ve toplum kurallarını da düzenleme iddiasındadır. Siyasal İslam’ın temel düsturu şeriattır.  

İslam şeriatı kişinin inanç dünyasına ilişkin kurallar kadar dünyevi yaşamını ve bunun ötesinde devlet ve toplum yaşamını da düzenleyen, bu kuralları Tanrı buyruğu olarak kabul edip değiştirilmesi bir yana tartışılmasını bile yasaklayan kurallar bütünüdür. 

Bu nedenle siyasal İslam ve onun anayasası niteliğindeki şeriat demokratik değil, totaliterdir.  

Siyasal İslam demokrasiyi bir araç, şeriatı da bir amaç edindiği için demokrasinin kendisini korumaya ilişkin kural ve kurumlarının takibinden kurtulmak için kaynağını da yine şeriat düzeninden alan takiyye yöntemini kullanmaktadır.” 

Ardından bir tespit yapıyor: 

“Davalı partinin Anayasanın 68. maddesinin 4. fıkrasında belirtilen ‘demokratik ve laik cumhuriyet’ ilkesine aykırı bazı eylemleri belirlenmiştir.” 

Sonra da “AKP’nin Anayasa’nın 68. maddesinin 4. fıkrasındaki demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı haline geldiğine” hükmediliyor. 

Ancak, Anayasa Mahkemesi, AKP’yi kapatmak yerine, partinin “Devlet yardımından yarı oranında yoksun bırakılmasına” karar veriyor. 

Bana çok ilginç gelen, kapatma yerine hazine yardımını kesme gerekçesi oldu. Bu çok önemsediğim, çarpıcı ve sarsıcı ayrıntıyı karardan aktarıyorum: 

“Yukarıda saptanan ayrık hâller dışında; davalı partinin iktidarı döneminde 1963 Ankara Antlaşması’yla birlikte Türkiye’nin temel dış politikası haline gelen Avrupa Birliği’ne giriş çabası sürdürülmüş, adaylık statüsünün elde edildiği 1999 yılından başlatılan hukuksal ve siyasal reformlara hız verilmiş, gerek Anayasa’da gerekse yasalarda esaslı değişiklikler yapılmıştır.” 

Türkiye’yi “çağdaş batı demokrasiler standardına kavuşturmayı hedefleyen AB reformları”, AKP’yi kapatılmaktan kurtarıyor. 

İlginç bulduğum; samimiyetle peşine düşünülen AB reformlarının tartışma ve siyasi kamplaşma üzerinde, somut bir vakıa haline gelmesi ve inkarı mümkün olmayan bir gerçeklik olarak kabul görmesi oldu. 

13 yıl sonra ise AKP’yi kapatılmaktan kurtaran, AB aşkı çoktan bitti. Başlangıçta yapılan reformların da çok gerisine düşmüş bir Türkiye söz konusu. Ayrıca ABD ile Rusya arasında bey namaz bir  durum var. 

Buna karşın halkın, AB üyeliği için muhabbetinin arttığını kamuoyu yoklamalarından görüyoruz. Son bir anket bu oranı yüzde 53.7 olarak açıkladı. 

AKP aynı iradeyle AB sürecine devam etseydi, muhtemelen bugün hukuk devleti ve anayasal düzenin elden gittiğine dair AYM tarafından çığlığa dönüşen feryatlar duymayacaktık.  

Hukuku parçalamış yargı nefesimizi kesmemiş, özgürlük ve demokrasimiz karanlıkta yok olmamış, hak ve hürriyetlerimiz kökünden budanmamış, bağımsız devlet kurumları çökmemiş, halk yoksulluk çamuruna saplanmamış, zalimlik, şiddet ve baskı artmamış olacaktı.  

En ağır baskılar yaşanırken, “laiklik” ilkesinin henüz yer almadığı 1921 Anayasası’nı hatırlatıp, “sivil anayasa” lafıyla gündem saptırılmaya çalışıldığı bu absürt ortamda, kutsallık gibi elverişli bir maymuncuk ile zehirli bir iklim dayatılmayacaktı . 

Ülkenin rotası tek adamlık ve siyasal İslam’a kırılmayacaktı. Güven ve samimiyet sıfırlanmayacak, insanlık alemi bizi terk etmeyecekti. 

O gerilerde kalmış karardaki yakaladığım detay, bana bunları düşündürdü. 

FİGEN ÇALIKUŞU / KARAR