Fırat Çakıroğlu cinayetinde rektör ve dekana ceza

YILMAZ YAZILI SAVUNMA VERDİ

Fırat Çakıroğlu cinayetinde rektör ve dekana ceza


Fırat Çakıroğlu cinayetinde rektör ve dekana ceza

İzmir'de, Ülkü Ocakları Ege Üniversitesi sorumlusu Tarih bölümü öğrencisi Fırat Yılmaz Çakıroğlu'nun (24) kavgada bıçaklanıp öldürülmesiyle ilgili davada yeni gelişme yaşandı. Olayda kusuru bulunduğu gerekçesiyle tutuksuz yargılanan eski rektör Candeğer Yılmaz ve edebiyat fakültesinin eski dekanı Ersin Doğer, 10’ar ay hapis cezasına çarptırıldı.

Ege Üniversitesi'nde, 2015 Şubat'ta ülkücü öğrencilerle savcılık iddianamesinde 'PKK/KCK gençlik örgütlenmesi YDG-H Yurtsever (Devrimci Gençlik-Hareketi) üyeleri' diye söz edilen diğer öğrenci grubu arasında kavga çıktı. Kavgada bıçaklanan Ülkü Ocakları Ege Üniversitesi sorumlusu Edebiyat Fakültesi Tarih bölümü 4'üncü sınıf öğrencisi Fırat Yılmaz Çakıroğlu, yaşamını yitirdi.

Olayla ilgili yürütülen yargılama sürecinde sanık Nurullah Semo, 'kasten öldürme' suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis, 'terör örgütü üyeliği' suçundan da 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Karar, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi tarafından bozularak 'devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozmak' suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrildi. Çakıroğlu'nun öldürülmesiyle ilgili olayda kusuru bulunduğu gerekçesiyle üniversitenin eski rektörü Candeğer Yılmaz, eski rektör yardımcısı Atilla Silkü, eski genel sekreter Mehmet Bülent Özkan, edebiyat fakültesinin eski dekanı Ersin Doğer hakkında da İzmir 41'inci Asliye Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı. Geçen yıl 20 Aralık'ta görülen duruşmada mütalaasını veren savcı, sanıkların 'görevi kötüye kullanma' suçundan 1 yıldan 3 yıla kadar ayrı ayrı cezalandırılmalarını istedi.

YILMAZ YAZILI SAVUNMA VERDİ

Tutuksuz sanıkların yargılanmasına bugün İzmir 41'inci Asliye Ceza Mahkemesi'nde devam edildi. Duruşmaya Çakıroğlu'nun babası Fuat Mahir Çakıroğlu ve taraf avukatları katıldı. Geçen 31 Ocak'taki duruşmada savunma yaparken, Çakıroğlu'nun babası tepki gösterince kendini iyi hissetmediğini söyleyip savunmayı yarıda bırakan Candeğer Yılmaz'ın, savunmasını yazılı olarak mahkemeye sunduğu belirtildi. Duruşmada söz verilen Çakıroğlu'nun avukatlarından Muhammed Emre Tayyar, mütalaanın uygulanmasını talep etti. Savcı da mütalaasını tekrarladı.

ÇAKIROĞLU'NUN BABASI SALONDAN ÇIKTI

Söz alan Yılmaz'ın avukatı Güngör Tosunoğlu, "Geçen duruşmada karşı taraftan yapılan sataşma nedeniyle müvekkilim savunma yapamamıştı. Tekrar aynı şeyin yaşanmaması için savunmalar yapılırken karşı tarafların dışarıya alınması önerisinde bulunduk ama kabul görmedi. Bu nedenle müvekkilim yazılı savunma verdi. Bu olayda görevi kötüye kullanan kimse yoktur. Hiç kimse böyle bir olayın yaşanmasını istemez. Olay, 'geliyorum' demiş. 150 kişilik grup fakülteye girmeden önce durum Bornova İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne bildirilmiş ama polisler geç gelmiş" ifadelerini kullandı. Diğer sanık avukatları da müvekkillerinin beraatini istedi. Öte yandan Fuat Mahir Çakıroğlu, karşı taraf avukatları savunma yaparken söz istedi. Söz verilmemesi üzerine Çakıroğlu, "Dayanamıyorum ve çıkmak istiyorum" diyerek salondan ayrıldı.

İKİ SANIK BERAAT ETTİ

Konuşmaların ardından karar açıklandı. Hakim, Candeğer Yılmaz ve Ersin Doğer'e, önce görevi ihmal suçundan 10'ar ay hapis cezası verdi, ardından duruşmadaki iyi hallerinden dolayı cezaları 8’er ay 10’ar gün hapse indirdi. Sanıklara verilen hapis cezası, 250'şer gün adli para cezasına çevrilip, 20'şer bin lira ceza verildi. Sanıkların 8 ay 10 gün süreyle kamu görevi hak ve yetkisi kullanmasına da yasak getirildi. Diğer tutuksuz sanıklar Mehmet Bülent Özkan ve Atilla Silkü ise beraat etti.

'İÇİMİZ FERAH'

Duruşmanın ardından kararı değerlendiren Fuat Mahir Çakıroğlu, "Fırat'ın katlinde kimin eli varsa hiçbiri gece gündüz uyuyamayacak. Bu cezalar içimizi biraz ferahlattı ama daha fazlası olması lazım. Bu tip insanların, 'yöneticilik vasıfları olmasın' diye biz özellikle bu davaları açıyoruz. Fırat'ımız gitti ama başka genç, aslan gibi çocuklarımız var. Onlar, böyle insanların çatısında olmasınlar. En başından her şey eksik yapılmış. Bunlar o günü konuşuyor ama 3 senelik bir geçmiş var. Fırat'ın okuduğu dönem ve ondan önce de yıllar var. Burası PKK'nın yuvası olmuş. Bu kadın 3 sene ne yapmış, niye önlem almamış? Buna müsaade ettikleri için cezalarını aldılar. İçimiz ferah" dedi.

Gazeteci Yazar Soner Yalçın Fırat Çakıroğlu'yla ilgili 2015 yılında bir yazı kaleme almıştı.

Soner Yalçın, yazısında şu ifadelere yer vermişti:

"Sivas/Madımak katliamıyla ilgili “Menekşe’den Önce” belgeselini çekerken bir gerçeğe tanık oldum:

Kimi zaman evlatlar doğuruyor anne-babasını!..

Ege Üniversitesi’nde öğrenci iken genç yaşta toprağa düşen Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun annesi Özlem Erdem Hanım’la konuşurken aynı düşüncede oldum.

Ülkücü kardeşim Fırat, sadece anne babasını değil, inanıyorum ki, geleceğin Türkiyesi’ni doğuran isimlerden biri olacak…

Fırat, geleceğin Türkiyesi için canını verdi.

Peki biz ne yapıyoruz? Ne yapacağız?

Özlem Hanım, Bursa’da Sait Ete İlkokulu’nda ikinci sınıf öğretmeni. Bana gönderdiği mektupta şöyle yazmıştı:

“Zor günler yaşıyorum, nasıl atlatırım, bu acıyla nasıl başa çıkabilirim bilmiyorum. Fırat’ım benim tek çocuğumdu; Fidanım kurudu. Acısını yaşarken tek düşündüğüm şey, Fırat’ımın sadece benimsediği ideolojiyle anılmasıydı. Çünkü ben, hem vatanını ve Atatürk’ü seven hem de Ata’mızın ilke ve inkılaplarına bağlı bir çocuk yetiştirdim. Bunun arka planda kalmasına hiç gönlüm razı olmazdı. 24 Şubat 2015’te SÖZCÜ’de çıkan yazınız beni çok mutlu etti; tüm duygularıma ortak olduğunuz ve bunları benim adıma daha geniş kitlelere ulaştırdığınız için minnettarım. Bu yalnızlığın ortasında kalabalıklara anlatmak istediğim ve dilim döndüğünce anlatmaya çalıştığım her şeye ortak olduğunuz için mutluyum…”

Mektuptan sonra öğretmen Özlem Hanım’a ulaştım…

Fırat’ı konuştuk…

KÜRT ARKADAŞLARI

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın evlatları var.

Başbakan Davutoğlu’nun evlatları var.

Gencecik Fırat’ın ardından anne-babasını arayıp bir başsağlığı dilememişler.

Arayan sadece İçişleri Bakanı Efkan Ala ile TBMM Başkanı Cemil Çiçek idi.

Özlem Hanım’ı bu acılı günlerde en çok teselli eden telefonlar Diyarbakır’dan gelmişti.

Diyarbakır Seyrantepe İlkokulu’nda 1995-2002 yılları arasında öğretmenlik yapmıştı.

Fırat üç yaşındaydı Diyarbakır’a gittiklerinde. Anaokulu ve ilkokulu burada okumuştu.

Türk ve Kürt arkadaşlarıyla, Karabağlar ya da Yenişehir/Toplu Konut mahallelerinin sokaklarında futbol-basketbol oynamıştı.

Fırat, herkesin sevgili arkadaşıydı; taklit yeteneğiyle herkesi güldürüyordu.

Çalışkandı. O yaşında, kompozisyon yarışmasında da İstiklal Marşı okuma yarışmasında da dereceleri vardı.

“Yemeğini paylaştığı Kürt arkadaşlarına sonra niye düşman olsun?” diye soruyordu Özlem Hanım…

“Benim oğlum Türk-Kürt ayrımı yapmayacağını yıllar önce öğrendi; ‘Ben Kürt’üm’ diyenin alnından öperdi. ‘Türk- Kürt hepimiz bu vatanın evladıyız’ derdi. ‘Biz bu oyunu bozacağız’ diye konuşurdu…”

Öğretmen Özlem Hanım’ın en yakın kadın arkadaşı Kürt’tü. Ve hâlâ öyle; birbirlerine kenetlenmişler.

Diyarbakır’daki eski dostlarının telefon edip baş sağlığı dilemeleri; yanında oldukları mesajı vermeleri Özlem Hanım’ın bu ülkeye olan inancını bir kez artırmıştı…

PEKÜNLÜ’YE DİKKAT

Aynı üniversite; Ege Üniversitesi.

Ve iki farklı tavır:

Biri…

Prof. Dr. Esat Rennan Pekünlü’yü anımsıyorsunuz: Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Uzay Bilimi ve Astronomi Bölümü öğretim üyesi’ydi. Türbanlı öğrencileri okula/amfiye almadığı için hakkında ceza verildi; cezaevine atıldı.

Diğeri…

Özlem Hanım, oğlu Fırat’ın Ege Üniversitesi’nde güvenlikçilerin ve polislerin gözler önünde öldürüldüğünün tüm detaylarını anlattı. Anlaşılıyor ki; ölüm göz göre göre geliyor…

Ve hemen ardından şunu düşünüyorsunuz:

Ege Üniversitesi’nde türbana kol-kanat gerenler, Fırat’ın öldürülmemesi için neden kıllarını bile oynatmadı?

24 yaşındaki Fırat, okul kantininde üç yerinden/ayağından, bacağından ve göğüs altından bıçaklanırken “türban korucuları” neden seyirciydi? Aynı hassasiyet neden gösterilmedi? Fırat “öteki” olduğu için mi?

Fırat’ı öldüren yargılanacak. Peki… Ya ihmali olan üniversite yönetimi; onlar cezasız mı kalacak?  Hesap vermeyecekler mi?

Prof. Pekünlü’yü cezaevine sokmak için elinden geleni yapan bu yönetim, Fırat’ın öldürülmesinden sorumsuz mu olacak?

Ya diğerleri?..

Kanlar içindeki Fırat’a hastaneye götürmeyen polislerin sorumluluğu yok mu? Neden araçlarına alıp hemen hastaneye götürmediler?

Yetmezmiş gibi, ambulansın yolu TOMA ile neden kapatıldı?

Soru çok…

İhmal mi tüm bunlar, yoksa cinayetin ardında bilmediğimiz başka gerçekler mi var?

Örneğin…

Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu değişikliği/ kamuoyunda bilinen adıyla İç Güvenlik Yasa Tasarısı, TBMM’de görüşülürken, polisin bu derece ihmalkar olmasını nasıl değerlendirmeliyiz?

“İşte bakın, polisin eli kolu bağlı, ölümlü olaylar oluyor” diye kamuoyunu ikna için mi Fırat bile bile ölüme gönderildi?

Yeni Fıratlar yetiştirmek için öğretmenliğe devam eden Özlem Hanım’ın sorularına kim yanıt verecek?..

NOT: Son yazdığım “Kayıp Sicil” kitabımda, Arapça “Belal”den gelen ve “ak- kara” anlamına gelen “Bilal” adını sembolize eden bir bölüm var.

Necmeddin Bilal Erdoğan şikayetçi oldu; dava açıldı! Dün duruşması vardı.

Türkiye’de 106 bin 130 “Bilal” var. Türkiye’de her 1 milyon 200 bin kişiden biri “Bilal” adını taşıyor. Binlerce Bilal değil de, Necmeddin Bilal Erdoğan yazımdaki “Bilal”i neden üzerine aldı?

Hakime söyledim: “Madem alıngan biri var savcılığın bana, ‘yazıdaki kişi Necmeddin Bilal Erdoğan mı’ diye sorması gerekiyordu; diğer türlüsü niyet okuma olur! Edirne’deki ya da Zonguldak’taki Bilal de üzerine alınıp dava açabilirdi; ama bu  alıngan kişinin kendini bağlar, yazarı değil….”

Odatv.com