Gazeteci, iktidar, itibar
“Kart sopasını” iktidarın elinden almak
İrfan Aktan
Gazeteci, iktidar, itibar
Bir ülkede gazeteciye, medyaya değer verecek olan siyasi iktidar değil, önce gazeteciler, sonra da haber alma hakkına sahip olan yurttaşlardır. Pek çok sebepten ama en önemlisi gazetecilere karşı bir “terbiye”, “hizaya çekme” aracı olarak işlevselleştirilen “kart sopasını” iktidarın elinden almak, gazeteciler açısından artık elzem bir konu.
Eğer bir ülkede kişinin gazeteci olup olmadığına iktidar ve istihbarat kurumları karar veriyorsa, o ülkede teorik olarak gazetecilik yoktur. Pratikte ise gazetecilik büyük bedel gerektirir. Tabii iktidar iktidar sırdaşı olduğunuz sürece durum farklı ama ona da zaten gazetecilik dememeliyiz.
Bir ülkede gazeteciye, medyaya, basına değer verecek olan siyasi iktidar değil, önce gazeteciler, sonra da haber alma hakkına sahip olan yurttaşlardır.
AKP, başından beri yürüttüğü anti-gazeteci politikasını şimdi resmi bir uygulamayla daha da katmerli hale getirmeye başladı. Rengiyle anılan Sarı Basın Kartları, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün yetkilerini devralan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı (CİB) tarafından “yenileniyor.” Sarı Basın Kartı’nın tarihi geçen gazeteciler yeni kartlarını almak üzere CİB’e başvuruyor ve başvurusu sonuçlananlar sarı değil, turkuaz renkli yeni kartlarını alıyor. Tabii bu kartı alabilmek için devletin derin dehlizlerini, istihbarat kurumlarını vs, “aşmak” gerekiyor.
GAZETECİ, İKTİDAR, İTİBAR, ŞÜPHE
Hangi iktidar veya onun kurumları yarın-öbür gün, gerçek gazetecilik yaparak iktidarın sırlarını ifşa edecek bir gazetecinin “kartına” onay versin ki!
Nitekim halihazırda yeni kart başvurusu “değerlendirilen”, yani verilmeyen 894 gazeteci var. İnternet gazeteciliği yaptığı veya 212’den (Basın İş Kanunu) sigortası yapılmadığı, yapılamadığı için kart başvurusunda bile bulunamayan yüzlerce gazetecinin olması ise ayrı ve asli bir konu.
Önceki hafta iktidara biat etmeyen gazetelerde çalışan onlarca meslektaşımızın kartları, CİB’in başvuru sayfasında “iptal edildi.”
Tepkiler üzerine CİB kısmen geri adım atarak kartları tekrar “kullanıma” açtı ama CİB’den yapılan açıklamaya göre “başvuruların ardından değerlendirme süreci, basın kartının itibarını ve saygınlığını koruyacak şekilde titizlikle yürütülmektedir.”
Anahtar kelime “itibar.”
CİB başkanının açıklamasında dikkat çeken bir “kriter” daha var: “Herhangi bir terör örgütüyle bağlantı şüphesi” olmaması.
Anahtar kelime “şüphe.”
Yani Türkiye’de bir kişinin “resmi olarak” gazeteci sayılabilmesi için, kendisini alkışlamayanı bile terörist gören bir iktidarın nazarında “şüpheli” görünmemesi gerekiyor.
“Şüphe”, “makul şüphe”, “olağan şüpheli” iktidarın “hukuka” soktuğu ve şimdi gazeteciler için de kritere dönüştürdüğü muazzam terimler.
“GAZETECİ DEĞİL, KARTI YOK!” PEKİ NEDEN YOK?
Demokratik ülkelerde iktidar tarafından “şüpheli” görülmeyen gazeteci, makul gazeteci değildir.
Neyse ki bizde de iktidarın sakız gibi uzatılabilen, her yana çekilebilen kriterlerine rağmen resmen gazeteci kalabilmenin itibarlı yanı yok. Fakat bunun nedeni “demokratikleşme” değil, faşizm destekçisi, iktidar sırdaşı, hakikat gizleyicisi medyanın toplum gözünde bir kartlık değerinin bile olmaması.
Bununla birlikte “basın kartı sopası” hâlâ iktidarın elinde.
Açıkçası “şahsım” olarak yirmi yıllık gazetecilik hayatımın sadece birkaç yılında, iptal edilene kadar “sarı basın kartı” alabildim ve otobüsle havalimanına ücretsiz gitmek dışında neredeyse hiçbir işime yaramadı.
Yani gazetecilik yapmak için “devlet kartına” sahibi olmak gerekmediği, gerçeklerden bir tanesi.
Fakat başta TBMM’de çalışanlar olmak üzere çok sayıda meslektaşımız, devletten “basın kartı” alamadığı zaman işini yapamıyor. Sırf kartı iptal edilip de TBMM’ye giremediği için çalıştığı kurum tarafından kapı dışarı edilen meslektaşlarımız var.
Dahası, toplumsal olaylarda, eylemlerde, gösterilerde devletin verdiği kartı olmayan gazeteciler polisin saldırısı altında kalıyor. Toplumsal olaylarda, çalıştığı kurum tarafından verilen “tanıtım kartı” polis tarafından “geçerli” kabul edilmeyip dövülen, gözaltına alınan, tutuklanan sayısız gazeteci var. (Elbette Sarı Basın Kartı da sizi coptan korumuyor, ayrı mesele.) Uluslararası platformlarda tutuklu meslektaşlarımıza dikkat çekildiğinde ise, iktidar “onlar gazeteci değil, basın kartları yok” diyebiliyor.
Peki neden basın kartları yok?
Gazeteci olmadıkları için mi? Elbette hayır! İktidar kendisine biat etmeyen, devletin sırlarını saklamak yerine asli işini yaparak kamuoyuyla paylaşan gazetecileri “şüpheli” bulduğu için vermiyor veya gazetecinin o kartı alamayacağı kriterler (212’den sigortalı olmak, internet medyasında çalışmamak dâhil) koyuyor.
İKTİDARIN KART SOPASINI ELİNDEN ALMAK
Velhasıl pek çok sebepten ama en önemlisi gazetecilere karşı bir “terbiye”, “hizaya çekme” aracı olarak işlevselleştirilen “kart sopasını” iktidarın elinden almak, gazeteciler açısından artık elzem bir konu.
Peki bunun için nasıl bir yol izlenebilir?
Son günlerde bazı basın meslek örgütlerinin basın kartları konusunda çeşitli girişimler üzerinde fikir teatisinde bulunduğunu biliyoruz.
Fakat diyelim ki bu girişimler “olgunlaştı” ve “devlet kartını” almayan, alamayan veya reddeden gazeteciler, meslek örgütleri tarafından çıkarılacak basın kartını kullanmaya başladı. Ne olur?
Bir kere bu kartların gazetecinin gündelik faaliyetlerinin engellenmemesi konusunda işlevsel olabilmesi gerekiyor.
Peki bu nasıl sağlanabilir? Kolay değil ama çeşitli yollar denenebilir.
MUHALEFET BELEDİYELERİ BASIN ÖRGÜTLERİNİN KARTLARINI TANIMALI
Basın meslek örgütlerinin vereceği kartların görünürlüğünün artabilmesi için, örneğin iktidarın kontrolünde olmayan İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Kars vs, gibi şehir ve büyükşehir belediyelerinin bu kartları “kabul ettiğini” veya edeceğini açıklaması ve bu konuda uygulamaya geçmesi yol açıcı olabilir. Bu belediyeler, meslek örgütleri tarafından verilen kartların toplu taşıma araçlarında, kurum binalarına giriş-çıkışlarda vs, geçerli sayılacağını kararlaştırdığında, benzer uygulamaların, iktidarın kontrolünde olmayan başka mecralarda da geçerli sayılması için basınç yapılabilir.
Eğer böylesi bir yol peyderpey örülerek genişletilir ve meslek örgütlerinin kartları yaygın bir kullanım alanı kazanırsa, “devlet kartına” ihtiyaç veya bağımlılık azalabilir. Elbette sorun çözülmüş olmaz, zira hâlâ “turkuaz kart” sahibi olan gazeteciler (tabii pek çok başka akreditasyon bentlerini de aşmak kaydıyla) örneğin TBMM vb, alanlarda faaliyet yürütebilecek.
Fakat “devlet kartı” dışında, meslek örgütleri tarafından verilen kartın “geçerlilik” alanı genişledikçe, iktidar üzerinde bu kartları kabul etme basıncı artar.
Öte yandan, düşünsenize, pek çok gazeteci, “sarı basın kartı” iktidar tarafından iptal edildiği için, daha önce bu kartla ücretsiz bindikleri muhalefet belediyelerine ait otobüslere artık ücretsiz binemiyor. Yani muhalefet belediyeleri, AKP’nin gazetecilere yönelik kısıtlamalarının devamını getiriyor hâlâ! Burada mesele otobüs biletine verilecek üç-beş lira değil elbette. Gazeteci yol parasını her durumda öder.
Ama burada esas mesele, muhalefet belediyelerinin, iktidarın “şüpheli” görerek kartını iptal ettiği gazetecilere iktidarın gözüyle bakmadığını ortaya koyması. Bu, gazetecilere geçilecek bir iltimas değil, haber yapma hakkının savunulması olur.
O halde öncelikle gazeteciler ve meslek örgütlerine, sabır ve inat dolu bir mücadele düşüyor. Ama aynı zamanda haber alma hakkını savunan yurttaşların, çeşitli STK’ların ve iktidarın tekçi medyasından rahatsız olan geniş muhalefetin de üstlenmesi gereken görevler var. Çünkü söz konusu olan sadece gazetecilerin hareket alanının kısıtlanması değil, haber yapma ve haberdar etme koşullarının daraltılması ve “bilgi“ akışının sadece “devlet kartı” sahibi gazetecilere açılarak doğrudan iktidarın kontrolüne alınmasıdır.
İrfan Aktan kimdir?
Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.
DUVAR