Güvenli bölge, Suriye'nin geleceğine ipotek demek
Ne Arap ne Müslüman dünya lider arayışında"
'Güvenli bölge, Suriye'nin geleceğine ipotek demek, sınırlarında kimin nereye yerleştirileceği Suriye yönetiminin işi'
Faruk Loğoğlu'na göre, Erdoğan BM konuşmasında Suriye ve Mısır'ın içişlerine karışması sıkıntılı görüntü verdi. Loğoğlu, Erdoğan'ın andığı adaletsizlik, vicdansızlık gibi sorunlarının Türkiye'de olduğuna dikkat çekti, "Ne Arap ne Müslüman dünya lider arayışında" dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 74'üncü Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurul görüşmelerine katılarak Türkiye'yi temsilen bir konuşma yaptı. Erdoğan, Filistinli Araplar ve İsrail'den Keşmir'e, Suriye'de sığınmacılar güvenli bölge tesis edip konut inşa etmekten Mısır'daki iç gelişmelere, İslamofobi'den nükleer silahlara kadar birçok konuda mesajlar verdi. Erdoğan'ın konuşması İsrail ve Mısır liderliği tarafından tepkiyle karşılanıp 'çifte standartlı' bulunurken, Ortadoğu'daki İslamcılar Türkiye Cumhurbaşkanı'nın 'Müslümanların sözcüsü' olarak alkışladı. Erdoğan'ın Filistinli Arapların durumuna değinirken KKTC'ye yönelik ablukadan söz etmemesi dikkat çekti.
Erdoğan liderliğindeki Türk heyeti BM Genel Kurulu vesilesiyle ABD'de pek çok temasta bulunurken, özellikle ABD yönetimiyle ilişkiler ve sıkıntı yaratan başlıklarda dikkat çekici mesajlar verildi.
Erdoğan'ın BM gündemini ve konuşmasını emekli Büyükelçi Faruk Loğoğlu ile konuştuk.
‘BAŞKA ÜLKENİN TOPRAKLARINA İLİŞKİN ÇİZGİLERLE AÇIKLAMALAR YAPMANIN HİÇBİR İZAHI OLAMAZ’
Faruk Loğoğlu, Türkiye'nin bir ülke olarak önemine dikkati çekerken, Cumhurbaşkanı'nın yaptığı konuşmanın da aynı oranda önem taşıdığını vurguladı. Erdoğan'ın pek çok meseleye yer verdiğini ancak örneği Kıbrıs ve Doğu Akdeniz'e yeterince yer ayırmadığını belirten Loğoğlu, bunun yerine İsrail ve Suriye ile ilgili haritalar göstererek başka ülkelerin içişlerine dair açıklamalarda bulunduğuna atıf yaptı. Erdoğan'ın başka ülkelerdeki adaletsizlikten, vicdansızlıktan, yükselen ırkçılık ve popülizmden bahsettiğini anımsatan Loğoğlu, bu konularda Türkiye'de yaşanan sıkıntılar ve mevcut durumun büyük uyumsuzluk teşkil etmesinin dikkatten kaçmadığının altını çizdi:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşması hangi açıdan bakarsanız bakın Türkiye bakımından da dinleyen ve ilgili ülkeler bakımından da önemli çünkü Türkiye önemli bir ülke. Konuşmayı iki planda değerlendirmek mümkün. Bir kendi yapısı içinde bir de Türkiye gerçekleriyle Türkiye'nin durumuyla uyumu planında değerlendirmek gerek. Birinci plana baktığınız zaman konuşmanın öteden beri tekrarlanan Birleşmiş Milletler’in yapısına yönelik eleştiriler, ‘Dünya beşten büyüktür’ söylemi ve bunların da ötesinde Bir ilgili bütün ülkelerin kendi sorunları bakımından kısa kısa notlar alacakları konuya değindi. Keşmir’den tutun Ermenistan, Azerbaycan, Ortadoğu, sığınmacılar konuları, popülizm, İslam düşmanlığı vs. Uluslararası toplumun gündeminde olan bütün konulara kısa da olsa tek tek değindi. Uzunca değindiği Suriye’de sığınmacılar konusunda anlatılması gereken şeyleri anlattı. Bana en çarpıcı gelen noktalardan bir tanesi İsrail konusunda yaptığı açıklamalardı. Özellikle üç tane fotoğraf gösterdi İsrail ile ilgili olan, önemli şeyler anlatıyordu. Önce bir eksikliğe işaret edeyim. Doğu Akdeniz konusuna değinmekle birlikte Kıbrıs meselesine yeterince yer ayırmadı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden bahsetmemiş olması da bir eksiklikti. Bebek Ayla’nın fotoğrafını da göstermek bu gibi konulara bakış açınıza göre değişebilir, biraz fazla dramatik bulunmuş olabilir. Ama en büyük hata Suriye ile ilgili olarak yaptığı değerlendirme ve gösterdiği haritaydı. Çünkü bütün dünya ülkelerinden bir kısmının devlet başkanları düzeyinde temsil edildiği genel kurulun açılışında Türkiye gibi bir ülkenin devlet başkanının bir başka ülkenin topraklarına ilişkin çizgilerle açıklamalar yapmasının hiç ama hiçbir izahı olamaz. Yeri genel kurul değil. Hatırlarsanız Ergenekon zamanında bir albayın çizdiği harita vardı. Türkiye o haritayı asla unutmadı, hala bu hep gündeme gelir. Buna nasıl cesaret ederler böyle şey olur mu şeklinde haklı olarak tepki gösteririz buna. Şimdi orada Suriye temsilcisi de oturuyor, bu yanlıştı. Hangi ülkenin Cumhurbaşkanı olarak konuşuyordu Türkiye'den, neden bahsediyordu, adaletsizlikten, vicdansızlıktan, İslam karşıtlığından, yükselen ırkçılıktan, popülizmden bahsediyordu. Peki, Türkiye’nin gerçekleri nerede, adalet bakımından vicdan bakımından? Bu genel kurulda söylediğiyle Türkiye’nin gerçekleri mevcut durumu arasında çok büyük uyumsuzluk gördüm. Ana sorun bana göre buydu.”
‘SİZİN MURSİ HÜZNÜNÜZ GENEL KURULU HANGİ ÖLÇÜDE İLGİLENDİRİR?’
Erdoğan’ın Mısır'da ordunun müdahalesi ile devrilen İhvan lideri ve eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin ölümüne değinmesini ise yersi bulan Loğoğlu, BM ortamında bir lideri sevip sevmemenin bir kriter teşkil etmediğini vurguladı. Loğoğlu, Müslüman dünyada Erdoğan'a sempati ile yaklaşanlar bulunsa da kendisinin 'kendinden menkul bir İslam liderliği' arzusu bulunduğunu ancak bunun karşılığı olmadığını söyledi. Loğoğlu'na göre, ne Arap ne de Müslüman dünyası bir lider arayışı içinde değil. Türkiye’nin kendi vehmettiği bir Müslüman dünyanın liderliği kavramının da hiç inandırıcı, geçerli yahut gerekli olmadığının altını çizen Loğoğlu, "Çünkü Türkiye neticede anayasamıza göre laik bir ülke, seküler bir ülke, din esasına dayalı bir liderlik Türkiye’nin dokusuna uygun düşmez” diye konuştu:
“Mısır bağlantılı yine medyadan öğrendiğime göre kendinden önce konuşan Sisi salonda olduğu için salondan çıkmış. Konuşmasında da Mursi’nin mahkeme salonunda can verdiğini yine dramatik bir şekilde hatırlattı. Bunlara gerek yok. Sizin hüznünüz genel kurulu hangi ölçüde ilgilendirir? Sisi’yi sevenler olur sevmeyenler olur. Sevenlerini karşınıza almış olursunuz, sevmeyenleri de sözde yanınıza almış. Ama yeri değil, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu konuşmasının yeri değil böyle bir konuya değinmek. Yani elimizde bir şey yakalamaya çalışırken öbür elimizde ne varsa kaçıveriyor. Böyle dram hamaset unsurlarına hiç yer vermese, uluslararası toplumun gündeminde olan iklim değişikliği mesela çok büyük bir konu, buna biraz daha fazla yer ayırsa… Küçük kız içinde Türkiye’nin de olduğu 5 ülkeyi şikayet etmiş. Bu da kötü bir puan, gencecik insan bütün dünyayı ayağa kaldırdı, itham ettiği ülkeler arasında Türkiye de var, olmaması lazım. En azından söylem planında bir çıkış yapabilirdi. O nedenle netice olarak benim için daha önemli olan keşke adaletten, özgürlükten, dinlerin birbirine olan saygısından bahseden bir Türkiye Cumhurbaşkanı, kendi ülkesinde bu değerleri en yükseklere çıkarmış yaşatan bir cumhurbaşkanı olsaydı. Böyle bir algının da var olduğuna da inanmıyorum. Nokta nokta bazı yerlerde geçerli olabilecek bir Türkiye sempatisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a özel bir sempati olabilir. Ama öteden beri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AKP iktidarının kendilerinden menkul bir İslam liderliği arzusu var. Gerçi bunu mezhepsel bir eksende götürmeye çalıştılar o da ayrı. Ama şunu bilelim, Müslüman dünyası bir lider arayışı içinde değil. Arap dünyası bir lider arayışı içinde değil. Olsalar bile bunu Arap olmayan bir Türkiye’den bekledikleri yolunda en ufak bir emare bana göre yok. Evet, sağda solda bir iki yazı görmüş olabilirsiniz. Ama burada ölçü bana göre Mısır’dır. Mısır kamuoyu, gazeteleri, kanaat liderleri bu konuda ne düşünüyor? Çünkü Arap dünyasının doğal lideri Mısır’dır. O bakımdan Türkiye’nin kendi vehmettiği bir Müslüman dünyanın liderliği kavramı hiç inandırıcı değil, geçerli de değil, aynı zaman da gerekli de değil. Çünkü Türkiye neticede anayasamıza göre laik bir ülke, seküler bir ülke, din esasına dayalı bir liderlik Türkiye’nin dokusuna bana göre uygun düşmez.”
‘KAÇ SIĞINMACININ NEREYE YERLEŞTİRİLECEĞİ SURİYE YÖNETİMİNİN İŞİ’
Loğoğlu, Erdoğan'ın Suriye'nin sınırları içerisinde konut inşası gibi konulara girmesinde de sıkıntılar bulunduğuna işaret ederek Suriyeli sığınmacıların tamamıyla Suriye hükümetinin konusu olduğunu anımsattı. Loğoğlu'na göre, Türkiye’nin ABD ile güvenli bölge kararını Suriye’nin geleceğini ipotek altına almak olur:
“Amerika Birleşik Devletleri bundan memnun mu, yanıtı da ucu da açık bir soru. Ama şu kesin Amerika’nın yaptığı son hamleler yüz milyar dolarlık serbest ticaret anlaşması içinde Patriot ve F-35 unsurlarının da bulunduğu büyük bir paket. Arkasından ABD'li senatör Lindsey Graham'ın Türkiye’yi kaybetmek istemeyiz, Türkiye önemli bir müttefiktir açıklaması, bütün bunları Amerika’nın Türkiye’yi kaybetmek istemediği şeklinde anlıyorum. Bunlar iyi, olumlu şeyler. Bunun Türkiye’den karşılık görmesi lazım. Bunun Türkiye’den göreceği karşılık Amerika, Fırat’ın doğusundaki operasyona baştan itibaren karşı, PYD/YPG kendi ölçüsünde karşı. Suriye yönetimi karşı, böyle bir güvenli bölgenin kurulması için olması gereken bir güvenlik konseyi kararı yok, Suriye’nin daveti yok. Fakat kara devriyesi, helikopter devriyesi devam ediyor. Hatta Cumhurbaşkanı görüşmeler devam ediyor dedi bu konuda. Güvenli bölge konusu baştan itibaren sakat, her yönüyle. Cerablus hariç, o Türkiye’nin sınır güvenliği bakımından gerekliydi. Oysa güvenli bölge şimdi başka amaçlara yönelik. Mesela iki milyon sığınmacıyı yerleştirme hedefiyle bağlı bir güvenli bölge anlayışı var. Bir defa sığınmacıların kaç tanesinin nereye yerleştirileceği Türkiye’nin işi değil, Rusya’nın işi değil, Amerika’nın işi değil. Suriye halkının ve yönetiminin işi. Barış olduğu zaman veya çatışmalar sona erdiğinde onların belirlemesi gereken bir şey. Güvenli bölge kurduğunuz zaman Suriye’nin geleceğini bir noktada ipotek altına almış oluyorsunuz. Bir düzen tesis ediyorsunuz, Suriye hükümetinin marifetine rağmen yapmış oluyorsunuz. O bakımdan bu güvenli bölge sevdasından vazgeçmek lazım. Hem bu güvenli bölge konusu aynı anda Suriye’deki rejimden iki tane Türkiye’ye yönelik mesaj geldi. Birincisi af, Suriyeli muhalifler için çıkartılan bir af yasası. İkincisi Suriye Demokratik Güçleri’nin terörist olarak ilan edilmesi, bu da Suriye’den Türkiye’ye yönelik jestler. Rusya ile konuşan Türkiye’nin, Amerika ile konuşan Türkiye’nin, bu konuşmalara devam edebilir, etsin. Ama öncelikli ve ağırlıklı olarak Şam yönetimi ile konuşmaya başlaması, İdlib sığınmacılar konusunu, Suriye’nin geleceği, bütünlüğü vs. hele hele bu anayasa komitesi en son pürüzlerle halledildi, Cenevre’de toplanılacak deniliyor. Türkiye’nin bütün ağırlığını barıştan yana koyması lazım. Bunun ilk ve öncelikli şartı da Şam yönetimi ile görüşmelere üst seviyede başlanılması.”
CEYDA KARAN / SPUTNIK