Haiti'deki suikast bize ne söylüyor?

SUİKAST TİMİNİN ALDIĞI EĞİTİM VE DÜNYAYA SÖYLEDİKLERİ

Haiti'deki suikast bize ne söylüyor?


Mühdan Sağlam

Haiti'deki suikast bize ne söylüyor?

Haiti’deki durumun Gladio, Afganistan ve Türkiye ile ne alakası var? Bu yazıda Moise suikastının bağlantılarını, Haiti’deki durumu ve bunun bize söylediklerini ele alacağız.

SUİKAST TİMİNİN ALDIĞI EĞİTİM VE DÜNYAYA SÖYLEDİKLERİ

Haiti’de kan donduran bu suikastın karmaşık bir denklemi ve söyledikleri kadar 'sustukları' var. Suikastı kim finanse etti, kimler nasıl ülkeye girdi geniş biçimde soruşturuluyor. Arada adı sıklıkla anılan ve Haiti’nin yabancı olmadığı bir ülke de var: ABD.

ABD’nin isminin durumla anılmasının iki gerekçesi var. İlk olarak saldırı gerçekleştiren isimlerden birinin ABD Uyuşturucuyla Mücadele İdaresi’nin (DEA) ve Federal Soruşturma Ajansı (FBI) muhbiri olması. Haiti’nin Washington Büyükelçisi Bocchit Edmond, The Guardian’a verdiği demeçte Moise’nin katillerinin, koruma altındaki konutuna girerken DEA üyesi olduklarını iddia ettiğini söyledi. Edmond, “Bu iyi planlanmış bir komando saldırısıydı. Kendilerini DEA ajanı olarak tanıttılar ve insanlara bir DEA operasyonunun parçası olarak geldiklerini söylediler.” Yani suikast timi DEA’nın adını kullanarak şüphe çekmeden ve polisin olay yerine gelmesini geciktirerek "işini" tamamladı.

Saldırı sonrasında bu muhbir DEA’yı arayıp suikasta karıştığını söylüyor ve DEA yetkilisi teslim olmasını salık veriyor. Bu haliyle buraya kadar olan durum aslında sorunu tam olarak DEA’ya yıkmıyor. Ama ABD’yi olaya çeken bir diğer boyut konunun Pentagon ayağı. Saldırıda görev alanların 20’den fazlası Kolombiyalı. Üstelik bunlardan bir kaçı ABD’nin Kolombiya ordusuyla yaptığı anlaşma uyarınca özel eğitim verdiği eski askerler. Pentagon da bu bilginin doğru olduğunu kabul etti.

ABD silahlı kuvvetleri dünyanın ülkelerinde farklı ordulara özel eğitimler veriyor. Hatta bunun Suriye’de görüldüğü gibi Türkiye eliyle düzensiz birliklere, savaşçılara eğitim verilmesine kadar vardığı da sır değil. Bu politikaların, yani bir grup insanın savaş teknik ve bilgisiyle donatılması ve belirli bir amaç için eğitilmesi, ABD’ye özgü mü tartışılır. Ancak bu eğitimleri alanların yarattığı yıkım tartışmasız. Örneğin SSCB’nin 1979’da Afganistan’ı işgal etmesiyle “Yeşil Kuşak” adı verilen projeyle 'mücahitler' olarak anılan özel gruplar yine ABD eliyle ve Pakistan dolayımıyla eğitilmişti. Afganistan’da verilen bu eğitimin sonuçları 11 Eylül’de açıkça görüldü. Soğuk Savaş’ta NATO eliyle de benzer eğitimlerin bazı kontrgerilla gruplarına verildiğini, Türkiyeli grupların burada eğitim aldığını, Gladio üzerine araştırma yapanlar  ortaya koymuştu.

Pentagon bu eğitimlerin 'insan haklarına saygı' önceliğiyle verildiğini söyleye dursun, Kolombiya’da yapılan soruşturmalarda bu eğitimleri alan ordu ve polis yetkilerinin sivilleri öldürüp FARC gibi örgütlerin üniformalarını giydirip militan gibi gösterdiği katliam ve operasyon sayısı az değil. Üstelik ABD’nin verdiği eğitimin sonuçlarını gördüğünü de biliyoruz. Örneğin daha bu yıl Kolombiya’da dünyanın gözü önünde yüzlerce sivili öldüren polis, asker ve paramiliter grupların bu eğitimleri almadıklarını söylemek biraz naiflik olur.

Haiti’de görülense, bunun bir başka ülkede bir devlet başkanını öldürme boyutuna varması. Bu noktada kendi meşrep ve hedefleriyle eğitim verenler, 10 yıl sonra verdiği bu eğitimlerin nerede kullanılabileceğini düşünmüyor, buna mesai harcamıyor…

İŞGALDEN GÖÇE HAİTİ İÇİN ABD

ABD’nin Haiti ile ilişkisi bahse konu olan suikastla sınırlı değil. ABD’nin sürece dahli kıtanın tarihini bilenler için aşina oldukları eski bir gerçek. Örneğin ABD’nin Haiti’yi 1915’den 1935’e kadar işgal altında tuttuğu bizim için tarih kitaplarında Haiti toplumununsa iliklerinde yazıyor. İşgal sonrasında ABD’nin gölgesi de askeri de Haiti sokaklarını arşınladı. Diktatörleri iktidarda tutmak hiç sorun olmadı. Tam da bu durum, ABD’nin göç adresi olmasının nedeni. Hayatları iktidarın şiddeti, yoksulluk, yolsuzluklarla darbe alanlar, ABD topraklarını kurtuluş adresi olarak gördü.

Haiti’den ABD’ye göçün tarihini çalışan uzmanlar 1960’larda sayıları ancak 5 bini bulan Haitili göçmen sayısının 1980’lerin sonundaki Jean-Claude Duvalier  iktidarıyla tırmanışa geçtiğini söylüyor. Depremlerle, suikastlarla, başa gelmedik bırakmayan olaylar zinciriyle göç dalgası sürüyor. Özetle bir ülkenin göz göre göre cehenneme çevrilmesinde rol oynayıp daha sonra “ABD’ye gelmeyin” demek sorunu çözmüyor… Benzer durum için Suriye’ye bakılabilir. Olayın ABD ayağı bununla sınırlı değil elbette. Peki öldürülen Moise kimdi? Nasıl bilinirdi?

MOİSE’İN SİYASİ SİCİLİ: IMF REÇETELERİ, YOLSUZLUK, YOKSULLUK

Moise’in iktidara geldiği süreç kendisi ve icraatları konusunda önemli ipuçları sunuyor, ancak ondan önceki döneme de  kısaca bakmak gerekiyor. Tarih 2010, kıtanın en yoksul ülkesi Haiti, 7 şiddetinde bir depremle sarsıldı. Resmi kayıtlara göre 316 bin insan deprem nedeniyle ölürken 300 binden fazla kişi de depremden yaralı olarak kurtuldu. Haiti’de 12 Ocak 2010’da yalnızca yerkabuğu sarsılmadı, ölümlerin, yaralanmaların yanında ülkenin şöyle böyle işleyen alt yapısı çöktü, 1.5 milyondan fazla insan evsiz kaldı.

Deprem karşısında çek defterlerini eline alan gelişmiş dünyadan 13,5 milyar dolarlık yardım Haiti’ye aktı, ancak bu yardım halka ulaşmadı. Yolsuzluk ve zimmete para geçirme ülkedeki bazı bürokrat ve siyasilerin hep ilk önceliği. Aslında bu biliniyor olsa da “yardım yolladık daha ne yapacaktık” diyenler durumun bu boyutuna pek takılmadı. Henüz depremin etkisi konuşulurken dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton neredeyse doğrudan ülkenin seçimine müdahale ederek Michel Martelly'i iktidara taşıdı. IMF politikalarının topluma kök söktürmesi de böylece başladı. Martelly’in biten iktidarına halef olarak Moise gösterildi. Moise seçimle iktidara geldi. Ancak seçimin kendisi tartışılmadı.

UMUT OLMAKTAN ÇIKAN SEÇİMLER VE MEŞRUİYET SORUNU

Moise 2016’da yüzde 55 oy olarak başkan olduğu seçimde 6,2 milyon seçmenin sadece 1,17 milyonu sandığa gitti. Yani Moise 6 milyon seçmenden yalnızca 590 bininin oyunu aldı. Moise’in bu durumu ve meşruiyeti tartışma konusu edilmedi, zira selefi Michel Martelly de 2011’de katılımın yüzde 22,5 olduğu seçimde 4,7 milyon seçmenden yalnızca 716 binin oyuyla başkan olmuştu. Selef ve halefin en önemli özelliği ABD ve IMF reçeteleriyle uyumlu politikalar yürütmeleri. Benzer bir durum, Moise’in 2020'de görev süresi dolmasına karşın koltuktan kalmamasında da görüldü. Trump döneminde yardımcılarının bir kısmına yaptırım uygulandı, ancak kendisine de iktidarına da zeval gelmemesi için yardım da askeri ayağı içeren destek de yollandı.

Öte yandan Haiti halkının seçimlerden beklentisi düşük, ülkenin dönüşmesine dönük umutları yok denecek kadar az. Bu durumun en önemli göstergelerinden biri seçimlere katılım oranları. Moise’in kazandığı  seçim de bunu gösteriyor.

Devlet başkanının öldürülmesi sonrasında Haiti’de protestolar da sürüyor, göç de. Suikastın ardından binlerce göçmen deniz yoluyla gittiği ABD kapılarında beklemeye başladı. Var olan karmaşa katmerlendi. Ülkede sular ne zaman durulur kestirmek güç...

Moise suikasti korkunç olduğu kadar bize söyledikleriyle de dikkat çekiyor. Dışarıdan gelen müdahaleler, askeri işgaller var olan sorunları da yaraları da derinleştiriyor. ABD başta olmak üzere egemenliğini küreselleştirmek isteyen ülkelerin zafere giden yol olarak gördüğü eğitimlerin orta ve uzun vadeli sonuçları sadece şiddet ve göçe değil, tahmin edilemeyecek boyutlarda kıyımlara, suikastlara, bomba eylemlerine neden oluyor. Bu noktada “Biz sadece eğitim verdik, nereden bilecektik kötüye kullanacaklarını” demek kendinizi kandırmaktan başka bir şey değil, tarih bu argümanı çürüten örneklerle dolu, hem de uzak değil 20 yıllık bölüme bakmak yeter.  Ödenmeyen bedeller, milyonları bulan göç, tarumar olan hayatlar, öldürülen başkanlar… Hâlâ "göçmenler, mülteciler ülkemizi terk etsin" diyorsanız, bu suikasta, Afganistan’a, Irak’a, Haiti’ye, Suriye’ye yeniden bakmaya ne dersiniz?

https://www.gazeteduvar.com.tr/haitideki-suikast-bize-ne-soyluyor-makale-1528975