Hamas'la savaş, İsrail Başbakanı Netanyahu'nun kariyerini nasıl şekillendirebilir?

Filistin sorununu "yönetme" stratejisi

Hamas'la savaş, İsrail Başbakanı Netanyahu'nun kariyerini nasıl şekillendirebilir?




Hamas'la savaş, İsrail Başbakanı Netanyahu'nun kariyerini nasıl şekillendirebilir?

Siyasi kariyerini halkın güvenliğini koruma vaadi üzerine kuran İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırıları sonrası anketlerde ve sokaklarda bölünmüş, öfkeli bir halk ile karşı karşıya.

İsrail'de birçok kesim, Netanyahu’nun saldırılara hazırlıksız yakalandığını ve rehine krizini idare edemediğini düşünüyor. Kamuoyu araştırmaları Netanyahu'ya desteğin "benzeri görülmemiş" düzeyde düştüğünü gösteriyor.

Netanyahu'nun savaş stratejisine ve Gazze'deki sivil ölümlere yönelik uluslararası tepkiler de büyüyor.

Siyasi analistler Netanyahu'nun yıllardır kendisine çizdiği “Bay Güvenlik” profilinin ve belki de başbakanlığının tehlikede olduğunu söylüyor.

Netanyahu’ya destek savaştan önce de yolsuzluk suçlamaları, kurduğu aşırı sağcı koalisyon ve yargının yetkilerini kısıtlamayı öngören yasa tasarısı nedeniyle düşüşteydi.

Peki Netanyahu bir seçimi daha kazanabilir mi? Önümüzdeki dönemde İsrail’i ne bekliyor?

Genç yaşta İsrail'e dönme hayali

Netanyahu İsrail siyasetinde karşı karşıya kaldığı krizleri atlatarak her seferinde yeniden iktidara dönüşleriyle tanınıyor. 1990’larda üç yıl başbakanlık yaptıktan sonra 2009’da yeniden seçimi kazanan ve 12 yıl daha bu görevi sürdüren bir siyasetçi.

Kendisine yönelik hukuki davalara yansıyan sayısız suçlamaya rağmen hala iktidarda.

1949 yılında Tel Aviv’de doğan Netanyahu'nun babası Benzion Netanyahu, bugünkü Likud Partisi’nin öncüsü olan, Siyonizm’in seküler ve milliyetçi sağcı kollarından Revizyonist Siyonizm hareketinde aktif yer alan bir tarihçiydi.

Benzion İsrail’de yaşamayı denese de zamanın ana akım Siyonist liderleriyle görüş ayrılıkları yaşadığı için hayatının önemli bir kısmını ABD’de geçirdi.

Genç yaştan itibaren babası gibi yeni kurulan İsrail devletine güçlü bir bağ hisseden Binyamin Netanyahu da hayatını uzunca bir süre İsrail ve ABD arasında mekik dokuyarak geçirdi.

Hakkında yazılan bir biyografiye göre, 1963’te aileleriyle birlikte ABD’nin Philadelphia kentine taşınan Netanyahu ile abisi Yonatan (Yoni), lise yıllarını onları Kudüs’ten uzaklaştırdığı ve geri dönüp İsrail ordusuna katılma hayallerine karşı çıktığı için babalarına öfke duyarak geçirdi. Benzion, çocuklarının Amerika’da iyi bir eğitim almasını istiyordu.

Yazar ve gazeteci Anshel Pfeffer, "Bibi: Benjamin Netanyahu'nun Çalkantılı Hayatı ve Zamanı" adlı kitabında Netanyahu kardeşlerinin Amerika’daki ilk yıllarında etraflarındaki insanlara İsrail’i tanıtmaya ve savunmaya istekli olduklarını, yaz tatillerini ise genellikle İsrail’de geçirdiklerini anlatıyor.

1967’de henüz 18 yaşındayken Yonatan’ın peşinden İsrail ordusuna katılan Netanyahu, Yom Kippur savaşı dahil çeşitli çatışmalarda İsrail'in seçkin komando birliği Sayeret Matkal’da görev yaptı.

Yonatan hayatı boyunca orduda görev yapmaya devam ederken Netanyahu daha sonra ABD’ye dönüp eğitimini sürdürdü.

1976’da Uganda'nın Entebbe Havaalanı'nda 100'den fazla rehinenin kurtarıldığı operasyonda hayatını kaybeden Yonatan'ın ölümünün Netanyahu üzerinde önemli bir etkisi olduğu düşünülüyor.

Anshel Pfeffer, Netanyahu’nun Amerika’ya döndüğünde akıcı İngilizcesi, askeri deneyimi ve şık görünümü nedeniyle dikkat çektiğini ve sık sık televizyon programlarına katılarak İsrail hakkında konuşmalar yaptığını söylüyor.

Pfeffer'e göre henüz 28 yaşındayken yaptığı bir konuşmada, “Orta Doğu’da barışın önündeki engeller, Arapların İsrail’i yok etme kararlılığı ve Arap dünyasında demokrasinin eksikliği” diyen Netanyahu, siyasi görüşünün temelini oluşturan bu sözleri kariyeri boyunca defalarca kez tekrarlayacaktı.

Sekiz yıl içinde başbakanlık

Üniversiteden sonra bir süre ekonomi danışmanı olarak çalışan Netanyahu, 1982 yılında Washington’daki İsrail Büyükelçiliği'ne Misyon Şefi Yardımcısı olarak atandı.

Ardından 1984-88 yılları arasında İsrail’in Birleşmiş Milletler (BM) Büyükelçisi olarak görev yaptı.

Ancak Netanyahu’nun hedefinde başbakanlık vardı. 1988’de İsrail’e döndü ve Likud Partisine katıldı. 1993 yılında ise partinin lideri olarak seçildi.

Bu sırada İsrail İşçi Partisi’nin başkanı ve Başbakan Yitzhak Rabin, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile iki devletli bir çözümü hedefleyen Oslo Anlaşmaları’nı yürütüyordu.

Netanyahu da dahil olmak üzere ülkedeki sağcı muhalifler bu barış görüşmelerine şiddetle karşı çıktı. 6 Ekim 1995’te anlaşmaya karşı düzenlenen bir eylemde binlerce gösterici Kudüs’e akın ederek trafiği durma noktasına getirdi. Bazı pankartlarda “Araplara Ölüm” yazıyordu.

Yaklaşık bir ay sonra Tel Aviv’de bir gösteride konuşan Başbakan Yitzhak Rabin, aşırı sağcı Yigal Amir adlı bir öğrenci tarafından vurularak öldürüldü ve ülkede genel seçim çağrısı yapıldı.

Yıllardır başbakanlık adaylığı için hazırlanan Netanyahu için fırsat doğmuştu. 29 Mayıs 1996’da yapılan genel seçimde İşçi Partisi’nin yeni lideri Shimon Peres’e karşı yarışan Netanyahu, yüzde 1’den az fark ile İsrail’e dönüşünün 8. yılında başbakan seçildi.

Filistin sorununu "yönetme" stratejisi

Netanyahu’nun bu noktaya kadar siyasi görüşü Oslo Anlaşmaları'na ve Filistinlilerle herhangi bir barış sürecine karşı çıkmak üzerine kuruluydu.

Uzmanlara göre iktidardaki ilk üç yılında Netanyahu, ABD’nin desteklediği Oslo Anlaşmaları’nı ilerletiyor gibi görünse de aslında bir sonuca varmamaya odaklanmıştı.

BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Manchester Üniversitesi’nde İsrail-Filistin alanında kıdemli öğretim görevlisi olan Dr. Moshe Behar, “Netanyahu muhalefetteyken tabanının duymak istediği şeyleri söyleyebiliyordu. İktidara geldiğinde ise bu kadar rahat davranamadı. İsrail her istediğini yapamaz, ABD’ye bağımlı bir varlık” diyor.

İsrail-Filistin sorunu üzerine çalışan gazeteci ve yazar Joshua Leifer ise “Netanyahu çok zeki bir siyasetçi ve barış sürecini destekler gibi göründüğü takdirde, birbirini izleyen ABD yönetimlerinin hükümetini destekleyeceğini anlamıştı" diye konuşuyor.

Uzmanlara göre Netanyahu kariyeri boyunca Filistin topraklarında "işgali yönetme" stratejisi uyguladı.

Bunun görünür tarafında Gazze Şeridi'nden gelen roketleri engellemek için kullanılan Demir Kubbe sistemi ve İsrail-Gazze sınırı boyunca uzanan yüksek teknolojili sınır çiti gibi askeri çözümler vardı. Arka planda ise çeşitli anlaşmalar yapılıyordu.

Kamuoyu araştırmaları uzmanı ve siyasi analist Dahlia Scheindlin, Netanyahu’nun 2014’ten bu yana Hamas’ın Katar’dan gelen fonlarla desteklenmesine ve Gazze’deki siyasi konumunu korumasına müsamaha gösterdiğini, karşılığında zaman zaman yaşanan ufak gerginlikler haricinde bir tür "sessizlik taahhüdü" aldığını söylüyor.

"İdeolojisi kuşkusuz Filistin devletinden veya iki devleti çözümden kaçınmaktı ancak bu politikayı sürdürerek Hamas’ın çok uzun bir süre boyunca silahlanmasını ve temelde bir ordu kurabilmesini sağladı" diyen Scheindlin şöyle devam ediyor:

"İsrail’in Gazze sınırı üzerindeki varsayılan kontrolü aslında sivil halka eziyet olurken Hamas’ın İsraillilere yönelik korkunç saldırıları gerçekleştirebilecek noktaya kadar silahlanmasını engellemedi."

İsrail ve Hamas arasındaki savaşın uzun süre devam edeceğini öngören Scheindlin, "Netanyahu'nun uygulamaları ve politikaları, Hamas'a karşı sert ve güvenlik konusunda kararlı olduğu yönündeki çok çaba sarf ettiği imajıyla kesinlikle çelişiyor" ifadelerini kullanıyor.

Seçmen tabanı kimlerden oluşuyor?

Peki 7 Ekim saldırıları ve halkın güvenindeki düşüş, devam eden yolsuzluk davaları ve hükümetin çok tepki gören yargı reformunun ardından Netanyahu’nun yeniden seçim kazanması mümkün mü?

Siyasi analist Dahlia Scheindlin, Netanyahu’nun şimdiye kadar Likud Partisi’nin 1970'lerin sonlarına kadar uzanan ve kendilerini partiye çok yakın hisseden bir seçim tabanına sahip olmasından yararlandığını söylüyor.

Bunun yanı sıra Netanyahu’nun yıllardır küresel sahnede güçlü, yetkin bir lider ve "Bay Ekonomi" olarak görülmesine dikkat çekiyor.

Uzmanlar, Netanyahu’nun iktidara geldiği ilk günden itibaren İsrail’in büyük ölçüde devlet kontrolündeki ekonomisini serbestleştirmeyi, "bürokrasiyi kesip atmayı" ve ABD ve diğer ülkelerden gelen ekonomik yardımlara olan bağımlılığı azaltmayı hedeflediğini söylüyor.

Bunun sonucu olarak İsrail'de çok dinamik bir teknoloji sektörünün ortaya çıktığını belirten gazeteci Joshua Leifer, "Bu İsrail için önemli bir stratejik varlık haline geldi. Askeri teknoloji önemli bir ihracat kalemi oldu. Körfez ülkeleriyle normalleşme anlaşmalarının yapılmasını sağlayan da buydu, İsrail'in askeri teknolojisini istediler" diyor.

Ancak uzmanlar Netanyahu’nun izlediği neoliberal ekonomik vizyonun toplumun bazı kesimlerini zenginleştirirken eşitsizliğin de önemli ölçüde arttığına dikkat çekiyor.

Manchester Üniversitesi’nden Dr. Moshe Behar, Avrupa Birliği ülkelerine kıyasla İsrail'in eşitsizlik açısından birçok ortalamanın altında kaldığını söylüyor.

Leifer ise Netanyahu’nun başarılı olmak için bu eşitsizliği bir araç olarak kullandığını söylüyor:

"İsrail’in orta üst ve üst sınıfları onun yönetiminde zenginleşmiş olsa da Netanyahu siyasi kariyerini güçlendirmek için işçi sınıfının kızgınlığını çok etkili bir şekilde harekete geçirmeyi başarıyor."

Bundan sonra ne olabilir?

İsrail'de geçtiğimiz haftalarda binlerce kişi hükümeti protesto etmek için sokaklara döküldü. Kasım ayı başında Netanyahu'nun evinin önünde toplanan göstericiler güvenlik bariyerlerini zorlayarak "Şimdi hapse" sloganları attı.

Ancak Netanyahu saldırılara ve rehine krizine ilişkin şimdiye kadar kişisel bir sorumluluk üstlenmedi.

Uzmanlar İsrail’de Netanyahu’ya destekte yaşanan düşüşün "benzeri görülmemiş" düzeyde olduğunu söylüyor.

İsrail Demokrasi Enstitüsü’nün geçtiğimiz Ekim ortasında yaptığı bir ankete göre hükümete güven oranı yüzde 18 ile son 20 yılın en düşük seviyesinde.

İsrail’in en popüler haber kanallarından Kanal 13'ün anketine yanıt verenlerin yüzde 76’sı ise Netanyahu’nun savaştan sonra veya hemen şimdi istifa etmesi gerektiğini düşünüyor.

İsrail’de erken seçim yapılması için Netanyahu’nun iktidar koalisyonundaki çoğunluğunu kaybetmesi veya hükümet ya da lideri olduğu Likud Partisi içinde anlaşmazlık yaşanması gerekiyor.

Ancak uzmanlar Netanyahu’nun halktan özür dilememesi ve sorumluluk almaması durumunda 2026'daki genel seçime kadar ülkedeki protesto dalgasının büyüyüp çok daha ciddi bir siyasi krize dönüşebileceğini söylüyor.

Gazeteci Joshua Leifer’e göre İsrail halkı, birbiriyle çelişkili olan ama paralel bir şekilde gelişen iki süreç yaşıyor.

"İlki halk arasında öfke, sağa doğru bir yönelme, savaşa destek ve İsrail ordusunun zaferi olarak kendisini gösteriyor" diyen Leifer şöyle devam ediyor:

"Öte yandan, uzun bir aradan sonra ilk kez iki devletli çözüm müzakerelerinde biraz canlanma yaşanıyor ve Netanyahu'nun önerdiği işgali yönetme modelinin başarısız olduğu ve İsraillileri savunmasız bıraktığı konusunda farkındalık oluşuyor. Bunlar bir anlamda yeni siyasal zeminin ortaya çıkan hatları."

Diğer taraftan Netanyahu'nun "cadı avı" diye nitelediği yolsuzluk davası iki aylık aradan sonra devam ediyor.

İsrail siyasetinde son altı yılın Netanyahu’nun yolsuzluk davası etrafında şekillendiğini belirten Leifer, "Netanyahu'nun devre dışı kalması durumunda gerçek meseleler hakkında konuşmak için bir fırsat doğacağını" söylüyor.

Gazze’de şimdiye kadar 18 binden fazla, İsrail’de ise bir günde 1200 kişinin öldürüldüğünü hatırlatan Dr. Behar ise "Netanyahu’nun geriye bölünmüşlük, ölüm, vahşet ve ihtilaftan başka bir şey bırakacağını sanmıyorum. Filistin sorununa, İsrail toplumuna ve hatta küresel siyasete yönelik yıkıcı politikaları nedeniyle ise unutulmayacak" diyor.

BBC TÜRKÇE