Hayır Sayın Başkan, gazeteciler halkın düşmanı değildir

Simpson, kin ve öfke yayan bir lidere karşı şikayetname kaleme aldı

Hayır Sayın Başkan, gazeteciler halkın düşmanı değildir


BBC Dünya Haberleri Editörü John Simpson 50 yıldan uzun süre önce ABD'de çalışmaya başladığında gazetecilere kahraman gibi davranılıyordu. The Independent muhabirinin tutuklanması sonrası Simpson, kin ve öfke yayan bir lidere karşı şikayetname kaleme aldı

New York'taki eylemler sırasında bir polis memuru, Associated Press kameramanı Robert Bumsted'e bağırırken (AP)

Amerika, 75 yıllık dünya hakimiyetinin ardından gözle görülür bir şekilde sert düşüş yaşıyor. Kovid-19, Tacitus'un Roma imparatorlarının hayatını anlatan sayfalarından fırlamış gibi davranan bir liderin yetersizliklerine ışık tutuyor. Düzenli olarak tarihçi kurulları onu Warren Harding'ten bu yana gelmiş geçmiş en kötü Amerikan başkanı sayıyor. Onun karşısında George W. Bush bile başkanlık makamına daha ait duruyor.

ABD'nin bir zamanlar karşı konulamaz derecede üstün göründüğünü hatırlamak artık zor. Amerika'yı ilk kez 1963 yazında, korkudan sinmiş haldeki 18 yaşında biri olarak ziyaret etmiştim. Kennedy hâlâ başkandı ve New York şehrinden Güney Kaliforniya'ya yaptığım seyahatlerde karşılaştığım manzarayla kıyasladığımda Britanya bana geçmişten uzanmış absürt bir kalıntı gibi gelmişti. Takım elbiseler ve silindir şapkalar içindeki ihtiyar siyasetçilerimiz paytak paytak dolanıyor, sınıf sistemimiz de tüm ulusun boğazını sıkıyordu. Amerika bizden fersah fersah ileride, hayallerimizin ötesinde zengin ve zinde bir ülkeydi.

O yıl bir dergide karşıma çıkan bir makalede "Genç, maceracı ve heyecan verici bir şey görünce bu Amerikalıdır deriz" ifadesi geçiyordu. Yediden yetmişe herkes bana "Biz genç bir ülkeyiz" diyordu. Donald Trump'ın geçen gün rahatsız edici ve kindar konuşmasını yaptığı Rushmore Dağı'nda Washington eyaletinden gelmiş bir vaizse, "Evlat, biz tepeye kurulmuş bir şehiriz" demişti. Amerika dünyadaki başka herhangi bir ulustan daha zengin ve daha güçlü olmakla kalmayıp ahlaki açıdan da üstündü.

Elbette daha karanlık bir yanı da vardı. Kamyoncular Sendikası için birilerini dövmüş ve bunları kan dondurucu detaylarıyla bana anlatmaktan neşe duyan bir kamyon sürücüsüyle birlikte New Jersey'den Güney Dakota'ya 10 günlük bir otostop yolculuğu yaptım. Şikago'da North Lawndale'e girdim ve "kendi güvenliğim için" tutuklandım. Beni alan beyaz polisler sonraki iki saati, kendini beğenmiş siyahilerle nasıl başa çıktıklarını anlatarak geçirdi, tabi onlar "siyahi" demiyordu. New York şehrindeyken bir eylemi izledim (ertesi günkü gazeteler bunu ırk isyanı diye yazdı) ve polisin siyahi protestoculara ne kadar acımasızca müdahale ettiğine şahit oldum. Adamın biri yere düşene kadar dövüldü, tekmelendi, baygın bir şekilde sürüklenirken başından kan akıyordu; ertesi günün New York Times'ındaysa bundan hiç bahsedilmedi.

Ne var ki o zamanlar bu tip şeyler anormal sayılıyordu. Orası Trump'ın geri dönmeye söz verip de başaramadığı altın çağ döneminin MAGA (Make America Great Again, Amerika'yı Yeniden Harika Yap) diyarıydı. Öz farkındalıktan tamamen yoksun, rahatsızlık verici ve halinden memnun olabilirdi ama gerçek ahlaki ilkelerce destekleniyordu.

Gazeteciliğe özenen biri olarak birçok farklı gazete ve televizyondan çalışanlarla konuşmuştum. Hepsi, hatta görmüş geçirmiş olanları bile Amerika'nın ahlaki üstünlüğüne inanıyordu. Birkaç yıl sonra Woodward ve Bernstein gibi gazeteciler, Nixon'ın işlediği suçlar karşısında Amerikan ilkelerini savundukları için ulusal kahraman ilan edildi. Halk, medyanın bu iş için var olduğunu düşünüyordu.

Tanık olduğum siyahi eylemlerinde New Yorklu gazetecilerle zaman geçirmeme izin vardı. Polis onlara ve bana karşı ihtiyatlı bir nezaketle yaklaşıyordu. Ancak elbette o zamanlar Amerikan başkanları, Başkan Trump'ın bugün yaptığı gibi destekçilerine gazetecilerin halk düşmanı olduğunu söylemiyordu. Onun bu mesajı iyice nüfuz etti ve genellikle Trump'ın taban seçmeninden işe alınan ABD polisi de bu mesajı dinleyip o doğrultuda hareket etti.
 

2016'dan bu yana yılda ortalama bin kişi Amerikan polisi tarafından vurularak öldürülüyor: Bunların yüzde 45'ini beyaz erkekler, orantısız bir şekilde yüzde 23'ünü siyahi erkekler ve yüzde 16'sını da Hispanik erkekler oluşturuyor. Öldürülen bu kişilerin sadece yüzde 54'ünün silahı vardı ve yüzde 25'i de gözle görülür biçimde ruhsal baskı altındaydı. Çoğu büyük Amerikan kentinde polis, asker gibi silahlı ve zırhlı bir paramiliter kuvvet haline geldi. Stresli zamanlarda kendi yurttaşlarına, Amerikan askerlerinin Irak ve Afganistan'daki şüphelilere davrandığını gördüğüm bir şekilde, maksimum seviyede ve düşüncesizce bir şiddetle muamelede bulunuyorlar. Dahası, tıpkı Amerikan askerleri gibi onlar da bu yaptıklarından dolayı epey nadiren disiplin altına alınıyor ya da cezalandırılıyor.

Bugün Amerika kin ve öfkeyle kaynıyor. Başka hiçbir büyük ülke, böyle bir hızla, bu kadar dibe batmamıştı. ABD Ronald Reagan, Bill Clinton ve Barack Obama yönetimlerinde hâlâ dünyaya öncülük eden, saygı duyulan ve benim gibi Amerikalı olmayan kişiler tarafından sevilen bir ülkeydi. Şimdi Çin dış dünyada onun yerini alırken Amerikan şehirleri şiddetin kucağına düşüyor.

Peş peşe anketler, giderek daha az sayıda yabancının Trump'ın Amerika'sına saygı duyduğunu gösteriyor. Dahası, Trump kasım ayında mağlup edilse bile halefinin Amerikan toplumunun kanına karışması teşvik edilmiş bu zehre karşı panzehir bulması gerçekten mümkün olabilir mi?

John Simpson, BBC'nin Dünya Haberleri Editörü'dür

  

https://www.independent.co.uk/voices

Independent Türkçe için çeviren: Ata Türkoğlu

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler SEHITLEROLMEZ.COM VE Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
The Independent