Her an her şeyin olabileceği ülke
Baskıcı rejimler “ansızın”ları sever çünkü.
Küçük hayatlarınızla ilgili bir hafta, bir ay, bir yıl sonraya dair planlar yapamazsınız baskıcı rejimlerde. Nerede, ne halde olacağınızı bilemezsiniz çünkü. Geleceğinizi nasıl gördüğünüz hakkında size yöneltilen sorulara, “Bakalım, o zamana kadar ne olacak?” yanıtını verirsiniz.
Baskıcı rejimlerin en tipik özelliğidir: Öngörülemezlik. Çoğunlukla sizin hayatınızı doğrudan etkileyecek şeylerle ilgilidir. Bundan beş altı yıl önce, kendinizi görece özgür hissettiğiniz zamanlarda yapmış olduğunuz bir sosyal medya paylaşımından dolayı evinize polis gelebilir. Kibarca, belki biraz mahcup, sizi ifade vermeye çağırabilir. Ya da sabaha karşı kapınız çalınır, gözaltına alınırsınız. Çocuklarınızın dehşetli bakışları önünde eviniz aranır. Ne kadar süreceği bilinmeyen bir yola koyulursunuz. Belki hemen serbest bırakılır, belki de yıllarca, mahkeme yüzü görmeden tutuklu kalırsınız. Yeterince tanınmış, uluslararası çevrelerde itibarı olan biriyseniz, kim bilir kapalı kapılar ardındaki kimi pazarlıklara bile konu olabilirsiniz.
Üstelik bütün bunların başınıza gelmesi için hangi taraftan olduğunuzun da pek önemi yoktur. Bugün “beraber yürüdük biz bu yollarda” diye şarkı söyleyenler yarın düşman olabilir. Bir kez yol açılmıştır. Başkalarının da o yollardan gidebileceğini bilirsiniz. O yüzden, her akşam işgal ettiğiniz televizyon ekranlarından “Bunlar iktidara gelirse bizi kesin tutuklarlar” diyebilirsiniz. İktidarda kimin olduğuyla anayasada bağımsız olduğu yazan mahkemelerin kimi tutuklayacağı arasındaki ilişkiyi, böyle aleni, hiç tereddüt etmeden, pat diye ortaya dökebilirsiniz.
Anayasa mı? Baskıcı rejimlerin anayasalarında her şeyin en âlâsı yazabilir. En özgürlükçü, en seküler, en demokratik ülkede yaşıyorsunuzdur yazılanlara bakarsanız. Öyle deyince, öyle olur. Ama bugünkü meselemiz bu değil. Bu öngörülemezlik hali küçük hayatlarınızın her zerresine riayet etmiştir. Mesela, bugün bir işte çalışıyorsanız, yarınınızın olacağını bilemezsiniz. Bir gece, vakitsiz çalan bir telefondan isminiz bir listeye yazılmak suretiyle işinizden, seyahat özgürlüğünüzden ve kamu hizmetinde çalışabilme hakkınızdan mahrum bırakıldığınızı öğrenirsiniz. Belki de isminiz herhangi bir listeye yazılmayacak kadar şanslısınızdır. Yine de yarınınızı göremezsiniz. Memursanız birilerine ters bakmış, ya da yeterince düz bakmamış olabilirsiniz. O zaman hakkınızda bir soruşturma açılabilir. Devlete (yani onun başındaki kişiye ve partiye) yeterince sadakat göstermediğinize kanaat getirilirse işten çıkarılabilirsiniz. Memur değilseniz yine de işten çıkarılabilirsiniz. Bir bakmışsınız, yıllardır çalıştığınız şirkete, fabrikaya kayyum atanmış; batık kredileri bir şekilde devlet tarafından kurtarılmıştır o şirketin; ama bu arada siz de onlarca iş arkadaşınızla beraber işten çıkarılmışsınızdır.
Diyelim, bir özel üniversitede çalışıyorsunuz. Üniversiteniz, siyasi çekişmeler olduğu söylenen bir sebeple, ama aslında aynı yolları beraber yürümüş iki eski dost arasındaki anlaşmazlık sebebiyle bir devlet üniversitesine devredilir. Öylece, kampüsü, çalışanları ve öğrencileriyle. Size ne olacağını bilemezsiniz. Öğrencileriniz? Onlar da derslerine nerede devam edeceklerini, diplomalarını nereden alacaklarını bilememektedir. Bazıları, daha önce kimi özel üniversitelere yapıldığı gibi üniversitelerinin tümüyle kapatılmadığına sevinmekle yetinir sadece…
Belki de dişinizden tırnağınızdan artırdığınızla, çocuk okutuyorsunuzdur. Okusun da bizim gibi çaresiz olmasın, eli ekmek tutsun, bir işi olsun diye düşünmüşsünüzdür. Ancak bin bir emekle, fedakarlıkla yetiştirdiğiniz o çocuk, en iyi dereceyle girdiği üniversiteyi en iyi notlarla bitirmiş olsa, işe giriş sınavlarında en yüksek puanları almış olsa dahi, bir işe girip giremeyeceğini bilemezsiniz. Yazılıda soruları önceden ele geçiren başkaları ondan daha yüksek not alamamışsa bile, mülakatta en düşük not verilerek elenip elenmeyeceğini bilemezsiniz. Hadi o da olmadı, işe giriş için şart koşulan güvenlik soruşturmasından, diyelim dayısının oğlunun, amcasının gelininin yapmış olduğu bir sosyal medya paylaşımı, ya da öğrenciliğinde katılmış olduğu bir protesto gösterisi nedeniyle geçip geçemeyeceğini bilemezsiniz.
Küçük hayatlarınızla ilgili bir hafta, bir ay, bir yıl sonraya dair planlar yapamazsınız baskıcı rejimlerde. Nerede, ne halde olacağınızı bilemezsiniz çünkü. Geleceğinizi nasıl gördüğünüz hakkında size yöneltilen sorulara, “Bakalım, o zamana kadar ne olacak?” yanıtını verirsiniz. Öylesine, soruyu geçiştirmek için değil; gerçekten yanıtını bilmediğinizden. Mesela benim gibi işinden edilmiş, çalışma hakkı, seyahat hakkı elinden alınmış biriyseniz, yurt dışındaki bir üniversiteden aldığınız daveti nasıl yanıtlayacağınızı bilemezsiniz. Yakınlarınız bile, “Yargı reformu yapıldı, yasa çıktı, sen daha pasaportunu almadın mı?” diye sorar. Yasa çıkmıştır çıkmasına ama sizin pasaportlar yine komisyona havale edilmiştir. Komisyonun hakkınızda ne karar vereceğini de, ne zaman vereceğini de bilemezsiniz. Öbür yandan, beraat etmişsinizdir. Anayasa Mahkemesi “KHK”lı olmanıza sebep gösterilen bildirinin ifade özgürlüğü kapsamında olduğuna hükmetmiştir. Ama siz buna rağmen işinize dönüp dönemeyeceğinizi, dönerseniz ne zaman ve nereye döneceğinizi bilemezsiniz. İki buçuk yıldır OHAL Komisyonu önünde bekleyen dosyanızın ne zaman, nasıl sonuçlandırılacağını, komisyonun daha ne kadar göreve devam edeceğini bilemezsiniz. Bir iş bulup kendinize yeni bir hayat kurmaya kalkışacak olsanız, gasp edilen eski işinize geri dönmeniz ihtimali, yeni işinizle ilgili bir söz vermenize engel olur. Pasaportunuzu alıp yurt dışında çalışmaya gidecek olsanız, “Ya işe iadem olup da apar topar dönmek zorunda kalırsam” diye düşünürsünüz. Bütün bunlardan dolayı, ne zaman tekrar düzenli bir geliriniz olacağını da bilemez, geleceğe dönük planlar yapamazsınız.
Elbette, sizin-benim küçük hayatlarımızla sınırlı değildir belirsizlikler. Birkaç ay önce sandığa giderek oy verdiğiniz belediyelere bugün, yarın ya da birkaç ay sonra el konup konmayacağını bilemezsiniz mesela. Bugün “bize olmaz” dersiniz ama yarın bir bakarsınız, o da olmuş. Bugün, erken seçim olmayacağı, asla ve kat’a olmayacağı, gündemimizde erken seçimin olmadığı, erken seçim isteyenlerin ülkeyi kaosa sürükledikleri, dış mihraklarla işbirliği içinde oldukları ve ülkenin bekasına saldırdıkları söylenir. Yarın bir bakmışsınız, iktidarın iki ortağı el sıkışıp seçim takvimini ilan ediyor.
Sınırımızın olmadığı bir ülkeye, ülkemizin bekası ve toprak bütünlüğümüz tehlike altında olduğu iddiasıyla ve “bir gece ansızın girebiliriz” diyerek askerî harekât da düzenlenebilir aynı mantıkla. Baskıcı rejimler “ansızın”ları sever çünkü.
Deprem bölgesinde ve yapılacak işin niteliği gereği kaçınılmaz olarak doğanın dengesini alt üst edeceği apaçık olduğu için ancak bir akıl tutulmasının ürünü, bir çılgın proje olabilecek bir rant projesinin her şeye rağmen gerçekten de yapılıp yapılmayacağını bilemezsiniz diğer yandan. Mantıklı hiçbir yanı yoktur; her şey göz önündedir. Kimin nasıl rant yiyeceği de dâhil. Buna rağmen, “Yok canım, olmaz öyle şey!” diyemezsiniz. Birilerinin iki dudağı arasındadır çünkü. Devlet de kurumları da ortadan kalkmıştır Dinçer Demirkent’in bu haftaki Gazete Duvar yazısında belirttiği gibi.
Ama tabii hep kötü şeyler yaşanmaz; bazen de iyi şeyler olur baskıcı rejimlerde. Bir jest yapılabilir mesela. Asgari ücret görüşmeleri sürerken “Bakalım, son geldikleri noktayı görelim de, İnşallah jestimizi yaparız” diyebilir örneğin başkan. Bir sabah uyandığınızda, emeğinizin karşılığının ya da bazı temel haklarınızın, özgürlüğünüzün, işinizin, aşınızın size bir jest olarak bahşedildiğini görebilirsiniz. Belki bir soluk alır, bir süreliğine rahatlarsınız da. Ama yarın ne olacağınızı, yine de bilemezsiniz. Baskıcı rejimlerde her an her şey olabilir çünkü.
Not: Bu yazıyı böylece bitirmeden hemen önce, Nur Betül Çelik’in bizlere bütün bu yaşananlar karşısında “yurttaş sorumluluğumuzu” hatırlattığı “Burası Türkiye” başlıklı yazısını okudum. Henüz okumadıysanız, bu yazının üzerine onu da okumanızı öneririm.
Ülkü Doğanay kimdir?
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.
https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/12/23/her-an-her-seyin-olabilecegi-ulke/