Heredot, İskender ve Selahaddin'in hatırası bir şehir: Mağara sakinlerinin payitahtı Hasankeyf
Hasankeyf bugünlerde tüm heybetiyle suların altına gömüldü…
Baraj sularının verdiği zararı ne Sasaniler ne de Haçlılar verebilmişti. Hasankeyf bugünlerde tüm heybetiyle suların altına gömüldü…
Osmanlı’nın önemli Kürt tarihçilerinden ve “Şerefname” eserinin müellifi Şeref Han Bitlisi, Hasankeyf şehrinin adının nereden geldiğini bir rivayetle açıklıyordu.
Kalenin zalim hükümdarı; Hasan isminde yiğit ve namuslu bir Arap genci haksız yere zindana atmıştı.
Hasan, günden güne erimeye ve zindanın nemli betonları arasında akıl sağlığını yitirmeye başlamıştı.
Derken günlerden bir gün Hasan’ın aklına bilgece bir fikir geldi ve hükümdara şu haberi ilettirdi:
Ben artık helake yüz tuttum; birkaç günden, hatta birkaç saatten başka bir şeyim kalmadı. Hükümdardan ricam, bana ufak bir fırsat versin, daha önce birlikte getirdiğim atıma bineyim; birkaç saat at sırtında kalede dolaşıp, sahip olduğum atılganlığı ve at biniciliği sanatındaki hünerimi, atı koşturmaktaki ve hızlı cirit atmaktaki ustalığımı hükümdarın gözleri önüne sereyim. Ondan sonra hayatımı bağışlamak ya da beni kaldırmak konusunda hükümdarın işaretine bağlı olacağım.
(Ali Mıynat – Bir Ortaçağ Kenti: Hasankeyf)
Hasan’ın bu isteğini kabul eden hükümdar, surlarla çevrili meydana bir at getirtti ve Hasan’ın hünerlerini izlemek için meraklı gözlerle bekledi; ama Hasan ata bindiği gibi surlardan atlayarak kendisini Dicle’nin soğuk sularına bıraktı.
Bu manzarayı şaşkınlık içerisinde izleyen ahali bağırmaya başladı.
Hasan keyf (nasıl yaptı)!
Hasan keyf (nasıl yaptı)!
Hasan keyf (nasıl yaptı)!
Bitlisi’nin bu rivayeti bir başka önemli tarihçi-seyyahımız Kâtip Çelebi’de de aynen nakledilmişti.
Yaklaşık 5 bin yıllık tarihe sahip Hasankeyf binlerce mağara evi, kalesi, kiliseleri, camileri ve medreseleriyle adeta zamana meydan okudu.
Heredot’a, Büyük İskender’e, Selahaddin Eyyubi’ye, Zengi’ye ev sahipliği yaptı.
Bu yaşlı şehir onlarca kez yıkıldı. Romalılar, Sasaniler, Haçlılar ve Moğallar defalarca yerle bir etti ama yeniden ayaklarının üzerine kalkmayı başardı.
Baraj sularının verdiği zararı ne Sasaniler ne de Haçlılar verebilmişti.
Hasankeyf bugünlerde tüm heybetiyle suların altına gömüldü.
Tarihin gölgesinde bir şehir
Büyük Britanya konsolosluğu da yapan J. G. Taylor, 1861 yılında bugünkü Türkiye’nin Güney Doğu bölgesine yaptığı kapsamlı bir seyahatte Hasankeyf’i şöyle tanımlıyordu:
Kesme taşlardan pürüzsüz duvarlarla çevrili son Eyyubi eserler, ayrıca bazı cami kalıntılarına sahip Artuklu ve Eyyubilerden kalma eski şehir kalıntıları dağların eteğinde küçük bir ovada, Dicle Nehri’nin kenarında yer almaktadır.
Kasabanın aşağısındaki nehirde Batman Suyu üzerindekine benzeyen üç büyük ve üç ondan daha küçük, şimdi kalıntıları kalmış köprü ayakları vardır.
Nehrin kenarına yakın üç feet yüksekliğindeki köprü ayağı (payanda) üzerinde Parth işçilerinin erkek figürlerini temsil eden bazı kabartmalar bulunmaktadır ki bunlar ne yazık ki nehir akıntılarından dolayı deforme olmuştur.
Modern şehrin doğu ucunda eski kalenin avlusundan nehre ulaşan kayaya oyulmuş iki yüz basamaklı dolambaçlı görülmeyen bir yol vardır. Biraz daha ilerde ilkine benzer şehir halkının Dicle’den su elde etmek için kullandığı basamak kalıntıları vardır.
Bu antik şehir sonraları İngiliz casus Gertrude Bell’in de dikkatini çekmişti. Bell, Hasankeyf’e dair sayısız fotoğraf çekmişti.
Şehrin nasıl kurulduğuna dair rivayetler bir kenara bırakıldığında, ilk yerleşiminin milattan önce 5 bin yılına kadar dayandığı tahmin edilmektedir.
İnsanların Hasankeyf’i ilk defa tercih etmelerinin sebebi volkanik yapıların sonucunda oluşan binlerce mağaranın ev olarak kullanılabilmesi ve geçtiği yere bereket taşıyan Dicle Nehri'ydi.
Asurlular döneminde şehir hızlı bir gelişme göstermiştir; ama bölgenin modern bir şehir olmasını sağlayan gelişme Roma ve Sasani çekişmesiydi.
Sürekli bir çatışma halinde bulunan iki ülke üstünlük sağlamakta zorlanıyordu. Romalılar tahkim ettiği kalelerine bir yenisini ekleyerek Sasanilerin bölgedeki gücünü tamamen kırmak istiyordu.
Bu stratejik üstünlüğü sağlayacak kale olarak Hasankeyf’e inşa edildi.
İslam beldesi olarak Hasankeyf
Hasankeyf; Romalılarda ‘Ciphas’; Süryani kaynaklarda ‘Hesna de Kepha’ olarak isimlendirilen bu şehre Araplar ‘Hısn Keyfa’ demişlerdi.
‘Hısn’ anlamı kale, ‘Keyfa’ ise Arapça’da kaya anlamına geliyordu.
Şehrin ilk defa İslam devletinin sınırlarına Hazreti Ömer zamanında Halid bin Velid komutanlığı sırasında katıldığı kabul edilmektedir; ancak Halid bin Velid’in bizzat kalenin fethinde bulunup bulunmadığı tartışmalı bir konudur.
Kalenin fethini ise Yukanna isimli İslam komutanının yaptığı bilinmektedir.
Şüphesiz bunda Hasankeyf’teki Müslüman ahalinin Haçlılara karşı ortaya koyduğu kahramanca mücadele de etkiliydi.
Örneğin kalenin fethine peygamberin ashabının yetişerek Yukanna’yı fethe giden yolda desteklemesi Vakıdi’nin fütühatnamesinde şöyle anlatılmıştır:
Nihayet iki taraf karşılaştı ve yaman bir savaş başlamıştı. Yukanna zor durumdaydı. Tam bu sırada uzaktan tozu dumana katan bir grup geldi. Az sonra gelenlerin eshab-ı Resulullah olduğu anlaşıldı. Adeta yarışırcasına geliyorlardı.
Yuhanna gelenlerin Halid bin Velid’in kumandasındaki üç bin kişilik asker olduğunu gördü. İyaz, bu kuvvetleri Yukanna’ya bir zarar gelme endişesiyle yollamıştı. Tam savaşın kızgın anında yetişen Halid; ‘Ey iman ve Kuran ehli vurun şu kâfirlere, Rabbinizi zikrederek saldırın’ dedi.
Yukanna yardım gelince adeta coştu, kale komutanını elbisesinden tanıdı. Ona doğru yürüdü. İkisinin arasında yaman bir mücadele başlamıştı. Karşılıklı hamleler birbirini kovalıyordu.
Nihayet Yukanna bir fırsat iyi değerlendirdi, vurduğu bir darbe ile onu öldürdü. Halid ise adamlarıyla ateşin odunu yakması misali onları biçti. Yukanna kale sahibini öldürdükten sonra, başını kesti ve mızrağının ucuna taktı.
'Hey! Kimin için çarpışırsınız reisiniz öldü' diye bağırdı. Mızrağın ucundaki başı gören askerler kaçmaya koyuldu. Çoğu ölmüş, hayatta kalanlar ise dağa doğru kaçmıştı. Kalede Yutalikun’un öldürüldüğü haberi bomba tesiri yaptı.(Ali Mıynat – Bir Ortaçağ Kenti: Hasankeyf)
Haçlılara karşı Müslümanlara cesaret verdi
Bir süre Hamdanilerin eline geçen Hasankeyf, Mervanilerin döneminde etkili bir şehir durumuna yükseldi.
Mervanilerin en büyük hatası ise Büveyoğullarına karşı yanında durduğu Selçuklulara ihanet etmesi oldu.
Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, Mervanilerin üzerine sefere çıkarak bölgede elde etmiş oldukları gücü büyük oranda zafiyete uğrattı.
Her ne kadar Tuğrul Bey geçmişte büyük yararlılıklar gördüğü Mervanilerle doğrudan bir çatışmaya girmemişse de bu sefer bölgede Mervani gücünü kırmaya yetmişti.
Mervani siyaseti bu askeri seferden sonra vezirlerin politik hamlelerine göre belirlenen küçük bir vilayet konumuna düştü.
Selçuklular daha sonraları Gevherayin komutasındaki orduyla Hasankeyf’i tamamen topraklarına kattı.
Selçuklu’ya bağlı bir komutan olan Artuklu Sökmen Bey’in şehri ele geçirmesi ise bu kentin kaderini tamamen değiştirecekti.
Sultan Arpaslan’ın önemli emirlerinden birisi olan Artuklu Sökmen Bey, şehri ele geçirdikten sonra kaleyi yeniden tahkim etmiş ve bölgede önemli bir üst haline getirmişti.
Artuklu’nun aynı zamanda Kudüs’ü ikta etmiş olması bu şehrin idarecilerine manevi bir misyon da katmıştı.
Haçlılara karşı önemli zaferler elde eden Artuklular, Hasankeyf’e birçok önemli eser kazandırdı.
Hasankeyf’in asıl kimliğini Selahaddin Eyyubi ile bulduğunu söylemek mümkündür.
Mısır’ı, İmameddin Zengin’in komutanı ve aynı zamanda amcası olan Şirkuh ile beraber fetheden Selahaddin, genç yaşında Mısır Fatımi devletine vezir olmuştu.
Buradaki görevi sırasında Zengi’ye karşı herhangi bir itaatsizlikte bulunmayan Selahaddin, Zengi’nin ölümünden hemen sonra Mısır’da bağımsızlığını ilan etti.
İslam Halifesi, el-Cezire bölgesinin hâkimi olarak Selahaddin’i ilan edince Hasankeyf de bu akıllı ve cesur komutanın hâkimiyetine geçmişti.
Şehrin mimari eserleri: Mağara evler
Ünlü Oryantalist Carl Ferdinand Friedrich Lehmann-Haupt, Hasankeyf’in doğa harikası mağara evlerini Anadolu’nun tarih öncesi yerleşim planı ve alışkanlığının bir eseri olarak açıklamaktadır.
Bunu da Hasankeyf’te yaşayan Kalderilerin Batı Anadolu mağara evlerinde yaşayan Karialılarla yaptığı analoji üzerinden açıklamaktadır:
Nasıl ki kaya evlerinin (mağara evleri) ’Küçük Asya'da (Anadolu) oturan insanların ortak özelliği olduğu gibi Batı ve Doğu Dicle’de oturanlar yani Kalderiler içinde bu mağara evler sanatsal ve teknik unsurlarının mükemmellikleri en önemli karakteristik özelliğiydi. Ki bu özelliklerden dolayı Kalderilerin Batı Anadolu’da bulunan Karia’lılar ve Likyalılarla bir teması olduğuna inanmak zorundayız.
Lehmann-Haupt evlerin fiziksel özelliğini ise şöyle açıklıyor:
Kalderiler düzenli kapıları, pürüzsüz, düz, yüksek ve geniş duvarlarıyla gerçek birer kaya evleri oluştururlardı. Hasankeyf’teki yaklaşık bin tane mağara evinin ve buraya yakın bölgedeki benim bildiğim mağara yerleşimlerinin hiçbirisi Kalderilerin ki kadar değildir. Yani bir mağara evi sıfatını geçmemiştir. Kalderilerin ki kadar özenerek yapılmamıştır. Yuvarlak bir mağara girişi ve yuvarlak odalardan oluşmuş bir doğal mağara tipidir.
Mağara evlerden sonra en eski yapı olarak muhkem kale karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca er-Rızık Camisi de İslam dönemi önemli eserlerden biri olarak öne çıkıyor.
Şehir Osmanlı hâkimiyetine girdiğinde, buradaki yapıların korunmasına ve ayakta kalmasına büyük önem verilmişti.
Örneğin er-Rızık Camisi’nin kitabesinde Osmanlı dönemi bir şiirinde şunlar söylenmekteydi:
Yaptı bir ehl-i hayr hak yoluna,
Bir Makam-ı şerif cay-ı salât,
Aydı yoktur sebat-ı dünyanın,
Ahiret menziline verdi sebat
Nice mescid bahşeder eyler
Hasankeyf’teki en önemli yapılardan birisi de Dicle Nehri üzerine inşa edilen köprüydü.
Ne yazık ki günümüze kadar ulaşmayan köprü dönemi içerisinde bir mimari harikasıydı.
Venedik elçisi Josephet Barbaro, 15'nci yüzyılda gördüğü köprüyü şöyle tarif edecekti:
Genişliği üç yüz ayak olup üzerine ağaçtan, sadece kendi ağırlığına dayanan ve suyun içine dikilmiş kalasların ucunda yer alan, büyük bir köprü yapmışlar.
(Ali Mıynat - Bir Ortaçağ Kenti: Hasankeyf)
Nehrin yanındaki kayalığın üzerinde bir kale bulunmaktadır. Bu kayalığın alt tarafında da minaresi ile beraber bulunan harap bir cami yer almaktadır. Bu minarenin bulunduğu yerden karşı tarafa kuzeye doğru uzanan Ortaçağ’dan kalma bir köprü bulunmaktadır.
Köprünün alt tarafında buradan geçen bütün seyyahlar gibi köprünün mimarisi ile etrafındaki harabelerin çizdiği mükemmel tabloyu seyretmek için durduk. Ortaçağların sonunda bu köprünün orta kısmının taş yerine, tahtayla yeniden yapılandırıldığı görülmektedir. Çünkü 1437’de buradan geçen Venedik’li Josaphat Barbaro bu köprü için ortasında hiçbir ayak bulunmadığını belirtir.
Eşsiz mimarisiyle tarihe meydan okuyan Hasankeyf, bilindiği üzere geçtiğimiz günlerde Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali’nin suları altında kaldı.
Başta er-Rızık Camisi olmak üzere birçok tarihi eser ve yapı taşınsa da tartışmalar bitmiş değil.
Konuyla alakalı Necdet Gündem’in yazdığı şiir ise bugünlerde kulaklara daha bir anlamlı gelmektedir;
Dicle’nin sesine ses katanım Hasankeyf'im
Sen ki Heredot'un, İskender'in Selahaddin'in selamını getirirsin
Evdalé Zeynıké’nin sesiyle…
Ve kıskanır durur habire İlyada ve Kibele Yüzyılların
Tarih kokan, insan kokan Medeniyete bandırılmış selamın
Başım gözüm üstüne
Dost bilirsen beni Sözümü de acı bil Bundan gayrı
Savaşların, yıkımların
Ve de depremlerin
Yüzyıllardır yıkamadığı
Sen Hasankeyf
Yılmak yok, asla Söz ver geleceğe
Her daim seyrine dalmış,
Tarihin gizemli yolculuğunda Ardına düşmüş
Milyonlara, bizlere. Haykır bağıra, çağıra
‘Vardım, varım dünya döndükçe var olacağım’ diye.
*Daha ayrıntılı bir okuma için Ali Mıynat’ın “Bir Ortaçağ Kenti: Hasankeyf” ve “Batılı Seyyahların Gözüyle Hasankeyf” çalışmaları; Muhammed Nurullah Parlakoğlu’nun “Gertrude Bell’in “Türkiye ve Mezopotamyadaki Seyehatnameleri ve Faaliyetleri” çalışması; Zeynep İsen’in “Hasan Keyf’in Şehircilik Tarihi” isimli çalışması incelenebilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve SEHITLEROLMEZ.COM VE Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe