HTŞ kucağımızda kaldı

İdlib'den çekilirsek Hatay'dan olur muyuz?

HTŞ kucağımızda kaldı




İdlib'de ateşkes ilan edildi, peki sürer mi? Gelinen nokta diplomasi başarısı sayılır mı, 34 şehit vermeden masaya oturulamaz mıydı? Harekatı neden Genelkurmay başkanı değil de Milli Savunma Bakanı yönetiyor? ABD ile ilişkiler ne olur? İdlib'den çekilirsek Hatay'dan olur muyuz?

İpek Özbey / CUMHURİYET

Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz'a göre; bunlar boş ifadeler. Esas tehlike mevcut politikaların devamı halinde ortaya çıkabilir: Hatay’da, Kilis’te nüfusun yarıdan fazlası Sünni Arap sığınmacılardan oluştuğunda, bu insanların 30-40 yıl sonra bugünkü mezhepçi yaklaşımlarının yerini ırk kökenli dar bir milliyetçilik aldığında yeni referandum talepleriyle yüz yüze gelebiliriz. "Şimdilik doğru rotaya girdik, artık zikzak yapmamamız" diyen Yavuz, rejimi Fırat'ın doğusuna göndermemiz gerektiğini söylüyor.

FOTOĞRAF: Vedat Arık

- Yaklaşık iki ay önce bir tweet attınız, “İdlib’te doğru olan M4 ve M5 karayollarının doğusu ve güneyinde kalan gözlem noktalarını anılan yolların batısına ve kuzeyine çekmektir. Çözüm de, olacak olan da budur… Bu kadar enerji kaybına ne gerek var?” dediniz. Geçen hafta Rusya’yla savaşa gireceğiz zannederken, sizin tavsiye ettiğiniz oldu. Türkiye taviz mi verdi?

Bence “Türkiye taviz verdi, aldı” şeklinde değerlendirmek doğru değil. Bu neticede bir dış politika adımı. Dış politika elinizdeki güçle yapılabilir. Bazen ileri adım atarsanız, bunun yanlış olduğunu görürseniz düzeltmeye çalışırsınız. Aynı bir doktorun hastasına yanlış teşhis koyması, arkasından da teşhisini düzeltmesi gibi bir şey. Taviz verdi diye bakmıyorum. mecbur kaldı diye bakmak daha uygun. Tabii Türkiye’de maalesef dış politika, iç politikaya çok fazla alet edildiği, ikisi beraber adeta bir tiyatro gibi oynandığı için zararlı sonuçlar doğuruyor. Çünkü halk bir şeye hazırlanıyor, bir süre sonra devlet bunun olmayacağını görüyor. Bu sefer halkın beklentileriyle devletin tutumu arasında bir uyumsuzluk ortaya çıkıyor. Tabii siyasi iktidarın ne dese kabul eden bir kitlesi var. Yoksa bunların her biri çelişki. Ben ülkenin çıkarına mı. değil mi diye bakarım. İktidara zarar vermiş, muhalefete fayda getirmiş diye bakmam. Benim derdim Türkiye. Bu atılan adım; büyük bir kaosun engellenmesi ve işin doğru bir rotaya sokulması açısından önemli. Her şeyin düzlüğe çıkacağı anlamına gelmez, ama bu arkasında sabırlı ve dirayetli bir şekilde durulursa yan etkileri azaltabilir.

- İdlib’in provokasyona açık bir bölge olduğunu biliyoruz. Ateşkesin sürekliliği konusunda endişe duyuyor musunuz?

Dünyadaki bütün ateşkeslerle ilgili endişeler vardır. Ateşkesi tanımadığına dair bir takım haberlerin geliyor. Ancak HTŞ bizim kucağımızda kaldı. Eylemlerini engellemek durumundayız. Yoksa devreye Rusya girecektir. Zira Soçi mutabakatının ruhuyla bu mutabakatın ruhu farklılaştı.

- Arada nasıl bir fark var?

Bir anlamda Suriye ile Türkiye arasında şimdi yeni bir sınır hattı belirdi. Sınır hattının içinde kalanlar bizim sorumluluğumuzda. Daha sahiplenilmesi gereken bir durum ortaya çıktı. Çünkü eskiden terör örgütlerini Rusya ve Türkiye birlikte temizleyecekti, şimdi Rusya “Ben terör örgütüne karşı mücadelemi sürdürürüm” diyor ama sorumluluk Türkiye’nin kontrol ettiği alanda. Belki de sorumlulukların ortada kalmaması iyidir. Çünkü HTŞ’nin faaliyetleri Türkiye’ye zarar verme noktasına gelince Türkiye hayır diyecektir, demek zorundadır. Demezse bu mutabakat yürümez.

- HTŞ ile orada mücadele ederken, buradaki hücreleri harekete geçer mi?

HTŞ’nin içinde farklı gruplar var. O gruplardan bir kısmı nötralize edilecektir, saf değişikliğine zorlanacaktır, bir kısmı da imha edilecektir. Devlet, “Bunların içeride hücresi var, şöyle olur, böyle olur” diye düşünmez. “Bu benim için tehlikedir. Suriye politikama zarar vermektedir. Ortadan kaldırmam lazım” der. Demesi lazım. PKK/PYD’yi de Irak’ta, Suriye’de vuruyoruz, onun da içeride hücreleri var. Bundan vazgeçmiyoruz, vazgeçmememiz lazım. Çünkü onun varlığıyla senin varlığın birbiriyle çelişen şeylerdir. Tamamen temizlenmesi yönünde kararlı adım atmak Türkiye’nin politikası olmak durumundadır.

- Bu noktada ABD’ye bakmalıyız. HTŞ’yi terör listesinden çıkarıp tıpkı PKK/PYD’yi desteklediği gibi bir yola girmesi olası mı?

ABD, bunu yapmak ister ama PYD’ye verdiği desteği HTŞ’ye aynıyla veremez. Çünkü genel politikaları içerisinde HTŞ müstakil bir coğrafyada bulunmuyor. İdlib’de bulunuyor ama İdlib büyük ölçüde Türk askeri tarafından kontrol ediliyor. Ayrıca rejim muhalifleri tarafından da HTŞ’ye karşı tavır var. Dolayısıyla HTŞ, PYD gibi üstlendiği bir coğrafyada ellerinde ABD’nin silahlarıyla bulunmuyor, nüfuz alanlarını başkalarıyla paylaşıyor.

- Dikkat çekici bir nokta: Metin, Türkiye ve Rusya arasında imzalandı. İran ve Suriye hükümeti yok...

Bunun şöyle bir anlamı var: Suriye ile karşı karşıya geldik ama aynı zamanda Rusya’yla da karşı karşıya geldik. Bizim askerlerimizi öldürenler Ruslardı. Genel politikaya zarar vermemek adına Ruslara yüklenmek istenilmedi, rejime yüklendi. Diplomatik açıdan doğru da bir şey yapıldı. Çünkü genel kayıpla getireceği kazanca baktığınızda -ki her zaman bunları ölçmek durumundasınız- akıllı bir strateji izlendi. Onlar da çok sahiplenmediler, “Bilerek vurduk” demediler. Bu sorun çözmeye yönelik bir adımdı ve netice verdi.

- Peki İran işin neresinde?

İçinde ve Esad ile bitişik. Ama onların da gelinen bu noktaya hayır diyeceklerini zannetmiyorum. Zaten Esad’ın bu saldırısının maksadı yolları açmaktı. Yollar açıldı. Kendisi açısından amaç hasıl oldu. Rejimin işine gelen İran’ın da işine gelir.

- Esad demişken; görüşmenin sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Lavrov’a sorduğu soru mikrofondan duyuldu. “Şu anda Esed’le konuşuldu değil mi” diyordu. Bunu nasıl okumak gerekiyor?

İki türlü okumak gerekiyor: Bilerek yaptıysa bir mesaj vermek istemiş olabilir. Farkında olmadan yaptıysa bu da doğru bir adım attıklarını gösterir. Çünkü ateşkes kararı verilmiş, ateşkesin uyacak unsurlarından başlıcası rejim. “Rejimin bundan haberi var mı, bu konuda teyit alındı mı” şeklinde kendini güvence içinde hissetmek amacıyla kullanılan bir ifade, bence doğru.

- Siz zaten baştan beri “Esad ile görüşün” diyorsunuz.

Evet, insanlar itiraz ediyor, “Biz zaten Rusya’yla görüşüyoruz, onunla görüşmeye ne gerek var” diyorlardı. Halbuki baştan itibaren Esad ile görüşsek Rusya’yla da bu kadar problem yaşamayacaktık. Şu anda Rusya bize karşı güçlendi. Niye biz kendi elimizdeki gücü başkasına transfer edelim? Mesele Esad meselesi değil, benim umurumda da değil. Suriye meselesi iç politikaya alet edilmemiş olsaydı Esad ile çoktan görüşmüştük.

- “Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne olan kuvvetli taahhütlerini yineleyerek” diye başlayan bir cümle var. Bu stratejinin sonuçları ne olur?

Biz toprak bütünlüğünü eksik tartışıyorduk. Toprak bütünlüğü dediğimiz şey, egemenlikle birlikte ele alınması gereken bir şey. Bu kavramlarla birlikte Suriye’yi ayağa kaldırmak mümkün. Yoksa bir parçasını biz alalım, öbür parçasını başka biri alsın, geri kalanı da orada küçük bir devletçik haline gelsin; bu asla Türkiye’nin işine gelecek bir konu değildir. Bakın bu kadar enerji harcadık, çok doğru işler de yaptık ama başta yaptığımız yanlıştan önceki seviyeye henüz gelemedik. 2011’de orada bir devlet vardı ve bizim sınırlarımız emniyet altındaydı. Ne koridor kaygısı yaşıyorduk ne dört milyon insanı besliyorduk. ne de Rusya Suriye’deydi. Şimdi biz Rusya’yla yürüyoruz ama bunun jeopolitik sonuçları var. 40-50 sene sonra ne olacağını asla bilemeyiz. O nedenle işi doğru bir rotaya koyarsak çok ilerilere taşıma imkânımız olur.

- Esad ile görüşmeliyiz noktasında iktidara yakın isimlerin sorduğu bir soru var: “Yahu hiç mi Esad’ın suçu yok? Kendi halkını öldüren bir adamla neden görüşelim?” Ne diyeceksiniz?

Bakın, ‘Vesayet Savaşları’ kitabımda bu konuyu derinlemesine inceledim. Oğul Esad değil, suç babasından itibaren başlıyor. 20 yıl süreyle ordusunu Lübnan’da bulundurdu. Bugün babasının bedelini oğlu ödüyor. Böyle söyleyenler şunu mu düşünüyor: “Orada kimse hiçbir şey yapmıyor. Hiç dışarıdan içeriyi karıştıran yok. İçeridekiler terör yapmıyor. Esad da buna karşılık gidiyor, zevk olsun diye öldürüyor.” Böyle bir dünya yok. Tabii ki Esad’ın babasından itibaren çok büyük hatası var. Bir muhaberat devleti. Halkınızın sorunlarını çözemezseniz içeride problem oluşturur, dışarının müdahalesi için zemin hazırlarsınız. Bu noktada eleştiririz. Ama bu bana, ne ABD ile birlikte rejimi devirmek için bir hak verir ne de Irak’ta olup bitene bakarak böyle bir işe cesaret etme vicdani sorumluluğu sağlar. Irak’ı yıktılar, milyonlarca insan öldü, hâlâ terör var. Aynı şey Suriye’de niye olsun? Siz komşunuzun içini karıştırmayacaksınız. Şimdi onu söyleyenler kendilerine mazeret buluyorlar. Onun içindeki sorunu çözmek bizim görevimiz değil. Bizim görevimiz çevremizden bize problem gelmesini engellemek. Orada isyan eden, terör estirenler hep oldu. Mesela 1979’da askeri akademiyi basıp, 83 öğrenciyi, ki tamamı Nusayri idi, boğazlayıp öldürenler de herhalde tertemiz insanlar değildi. Üstelik bir muhaberat devletinde bu silahları falan nereden aldılar? Kimse kimseyi kandırmasın.

HMEYMİM ÜSSÜ'NE ROKETLER ÖNLENECEK

- Gözlem noktalarımız ne olacak?

Yeni bir sınır belirlenmiş oldu. Muhtemelen gözlem noktaları da o sınırın Türkiye tarafında tesis edilecek ve yeni sınır hattının güvenliğini sağlayacak.

- Türk-Rus ortak devriyeleri, M4 karayolunun Trumba’dan Ain-Al-Havr’a kadar olan kesimi boyunca başlatılacak. Bu neyi önleyecek?

Burası teröristlerden arındırılmış olacak. Burada çok önemli bir şey var: Hmeymim Üssü’ne o bölgeden atılabilecek obüs mermileri, roketler falan da bir anlamda önlenmiş olacak.

- Metinde M5 Karayoluyla ilgili bir şey görülmüyor.

Benim de dikkatimi çekti, tam olarak bilemiyorum. Ama orada gelinen hatlardan yeni bir sınır çekileceği gibi bir anlam yüklüyorum. Önümüzdeki günlerde o açıklığa kavuşacaktır. Gözlem noktaları da o hatta çekilince orası yeni bir sınır olacaktır.

REJİMİ FIRAT'IN DOĞUSUNA GÖNDERMELİYİZ

- Kim, ne kazandı?

İşi Rusya’yla birlikte yürütmek durumundayız. Bu adımı atmak Türkiye’nin lehineydi. Hoşumuza gitmedi, şehitler verdik, geç kaldık falan, orada değilim. Başımıza neler geleceğini daha önceden söylemiş biri olarak bile bunu telaffuz etmek istemiyorum. Bundan sonra dünkü görüşmenin ruhuna hareket edilirse yeni bir yol haritası çizilir.

- Kolay mı?

Değil ama bu süreç, Suriye anayasasının yapılmasının önünü açtı bana göre. İdlib Türkiye’nin bölgede ilgisini kanalize edebileceği, askeri gücünü yığabileceği en son noktadır. Çünkü çok daha önemli problemler var. Türk ordusu geniş bir alana dağıldı. Doğu Akdeniz var, oralardan ne geleceği belli değil. Burada en önemli mesele şu: Biz, rejimi burada angaje etmek yerine Fırat’ın doğusuna göndermeliyiz. Zaten Esad da öyle bir açıklama yaptı, “Fırat’ın doğusuyla ilgilenmemiz lazım” dedi.

- Neden oraya göndermeliyiz?

Fırat’ın doğusunda ABD egemenliğinde bir PKK mevcudiyeti var. Esad, Rusya’yı arkasına alıp oraya yönelirse yavaş yavaş egemenliğini tesis edecek demektir. Bunun için bir basamak oluştu, bizim ona bakmamız lazım. İkincisi tahta kuruları tahtaların içindeki ve aralarındaki çatlakta yaşar. ABD, pat diye geldi, “Şehidimiz için Allah rahmet eylesin” diye başladı, Türkçe konuşarak topluma mesaj verdi. Öte tarafta Rusların canice katlettiği insanlar var, onun acısı yaşanıyor. Hemen oradaki çatlaktan istifade etmeye başladı. Rusya ile Türkiye’nin işbirliğini bozmak istedi. Fakat olmadı.

- Aslında 34 şehit geldi memlekete. Nasıl oldu da ABD yerine yine Rusya ile anlaşma noktasına gidildi?

Gücünüzün sınırlarını bazen yaşayarak görürsünüz. Orası hava sahasını kontrol edemeden kullanıldıkça etkinliğimiz sınırlı kalır. Bunu sürdürmek Türkiye’yi zayıflatır. Bir de genel Suriye politikası içinde İdlib’de bu kadar ısrar etmek yanlış. O açığa çıktı bir kez daha…

- İdlib’den çekilirsek Hatay’dan olur muyuz gerçekten?

Öyle dediler ama bu ifadeyi kendi savaş politikalarını meşrulaştırmak maksadıyla anlamsızca kullandılar. Böyle bir şeyi düşünemezsiniz. “Fırat’ın doğusunda devletçik kurdurursan Türkiye’nin güneydoğusundan oluruz” desen bile ağır bir şeydir. Türkiye hudutlarını savunur. Türkiye’nin milli gücü buna ziyadesiyle yeter. Bizim tarihimiz bunu gösterir. Bir şeyin altını çizmek istiyorum: Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı harekâtlarına kamuoyu desteği çok yüksekti. İdlib’te bu yoktu ve kamuoyu desteği yaratmak için bu sözleri sarf ettiler. İnsanların bir kısmı buna inanıyor. Nasıl kaybedeceksiniz Hatay’ı, neden kaybedelim? İki yıl öncesine kadar İdlib’te değildik, geçmişte Hatay’ı kaybettiğimizi (!) hatırlamıyorum. Bunlar boş ifadeler. Ahmak ıslatan yağmur gibi kısa sürelidir. Algı yaratma vasıtalarıdır. Sadece kullananların sicilini bozar. Esas tehlike mevcut politikaların devamı halinde ortaya çıkabilir: Hatay’da, Kilis’te nüfusun yarıdan fazlası Sünni Arap sığınmacılardan oluştuğunda, bu insanların 30-40 yıl sonra bugünkü mezhepçi yaklaşımlarının yerini ırk kökenli dar bir milliyetçilik aldığında yeni referandum talepleriyle yüz yüze gelebiliriz. Şimdilik doğru rotaya girdik, artık zikzak yapmamamız lazım.

- ABD zorlayacak mıdır?

ABD elinden ne gelirse yapar ama onun da elinden gelenler sınırlı. Şu anda Türkiye Suriye’nin geleceği konusunda en az Rusya kadar, onun şekillenmesi konusunda iradesini doğru koyduğu takdirde ABD’den daha önemli ve öncelikli bir role sahiptir. Eğer Türkiye gerçekten Suriye Arap Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğü, siyasi birliği ve egemenliği istikametinde iradesini koyarsa, bambaşka bir iklim ortaya çıkar. Bu sığınmacılar dahil herkesi olumlu etkiler.

- Peki ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi oyunu ne olacak?

O oynamaya devam eder. Suriye’yi bölmek istiyor. Burada okurun dikkatine şunu da sunmak lazım… Elbette bunu özellikle Amerikancılar dile getirdiler. “PYD’ye ABD nasıl bakıyorsa Rusya da öyle bakıyor” dediler. Hayır, ikisi farklı bakıyor. Bürolarını kapatmamakla 50 bin tır silah vermek aynı şey mi? Beraber devriye gezmekle petrol kuyularını sana verdim demek aynı şey mi? Rusya şöyle bakıyor olabilir: Bunlar ayrı bir kimlik. Kendi otonom yapılarıyla bölgelerinde yaşasınlar ama merkezi devlete tabii olsunlar. Biz bile böyle bakabiliriz. Kontrol altına aldığımız bölgelerde yaşayan ağırlığı Sünni nüfus belki merkezi otoriteyle bu kadar kısa sürede haşır neşir olmaktan hoşlanmayacaktır. Bu insanlar meseleye dar mezhepçi bir zihniyetle bakıyorlar. Ama zamanla değişir. Size bir anımı anlatmak isterim.

- Lütfen, buyrun…

1997’de Kuzey Irak’ta Çekiç Harekâtına katılmıştık. Zaho bölgesindeyiz. Orada Fettah Guli adında Barzani’nin Peşmerge Tümen komutanı vardı. Fettah Bey’e bir gün “Sizin en büyük düşmanınız kimdir” diye sordum. “Talabani’dir” dedi. Orada birkaç günüm kalmıştı, ayrılıyordum. “Buraya yıllar sonra gelirim. Siz Talabani ile dost olmuş olursunuz” dedim. İmkânı olmadığını söyledi. 2005’te yine gittim, ilk işim Fettah Guli’yi aramak oldu. Ancak görüşemedim, çünkü vefat etmişti. Talabani de Irak Cumhurbaşkanı olmuştu. Hayat değişir ama olumluya değişmesi için gayret göstermeniz lazım. Birbirine düşmanlığı körüklerseniz değişmez. İnsanların önemli bir bölümü mezhep kafasıyla bakan insanlar. Zaten Ortadoğu coğrafyasının emperyalizmin koşu parkuru olması bundandır. İnsanlar birbirine düşman. Halbuki büyük düşman geliyor, ceplerindeki parayı, saadetlerini, çocuklarını alıp götürüyor, hiç farkında değiller.

BALYOZ OLMASAYDI HER ŞEY FARKLI OLURDU

- Atatürk’ü iyi okuduğunuzu, hatta şimdi bir kitap üzerinde çalıştığınızı biliyorum. Gazi Mustafa Kemal Paşa bugün nasıl davranırdı?

Geçmişte ne yaptıysa onu yapardı. “Irak ve Suriye kendi ayakları üzerinde durursa ileride gerekiyorsa onlarla konfederasyon bile yapabiliriz,” demiş bir bilgedir Atatürk. Bu bölgedeki insanlara son derece saygılı bakıyordu. Ama kendi ulus devletini kurmaya ve korumaya öncelik verdi haklı olarak. Araplarla çok iyi geçinirdi ama onların içişlerine karışmazdı. AK Parti iktidarının ilk yıllarında Ortadoğu’ya yönelik adımlarında Atatürk’ün politikasının izlerini gördüm ve bundan çok mutlu oldum diye kitabımda da yazdım. 2010’lardan sonra işi başka bir noktaya götürdüler. Çünkü devleti daha iyi işletmek yerine kendi devletlerini inşaya giriştiler. Ülke dışında da hinderlandlarını yaratmaya çalıştılar. Sonuç ortada ve içinden çıkmaları çok zor.

- Bugünleri yaşatan zorlu süreçte etken neydi?

İdeolojik darlık etkeni oldu. AK Parti kendi hinterlandında kendisi gibi düşünen bir iktidar istedi. Orada İhvan vardı, Müslüman Kardeşler vardı. Atatürk gibi hareket etselerdi Türkiye bugün bambaşka bir noktada olurdu. Kaynaklarını doğru noktaya harcardı. Bu problemin 2011’de nüksetmesi tesadüf değil. 2011’de Balyoz tutuklamalarıyla asker ve siyaset ilişkilerinin tabiatında farklılık oldu. Hiç kimse Milli Güvenlik Kurulu’nda “Bu politikalar bizi felakete götürür” diyemedi. Dese bile dinlenmedi.

- Balyoz olmasaydı…

Her şey farklı olurdu. Atatürk’ün politikalarını bellemiş insanlar böyle bir politikanın Türkiye’yi çok büyük açmazlarla karşı karşıya bırakacağını, böyle bir koridor tehlikesinin ortaya çıkabileceğini, göç akımıyla karşı karşıya kalınabileceğini, Suriye ile savaşa sürükleyebileceğini, Türkiye’yi zayıflatabileceğini dile getirirlerdi. Belki dile getirmişlerdir ama dikkate alınmadığı ortada. Eskiden dikkate alınırdı. Önceden asker-siyaset ilişkileri birbirine zıt istikametlere bakardı. Bunun zararını ülke gördü: darbeler vb. Şimdi asker-siyaset birbirine yapıştı. İdlib meselesinde hava örtüsü olmadan o kadar askeri yığınağın oraya yapılmasından anlıyoruz bunu. Bu askeri-politik durum değerlendirme hatasıdır. Öte yandan an itibariyle dünyada savaşan orduların arasında herhalde birinciyiz. Ama bizim ordumuzun sağlık komutanlığı yok. Askeri sağlık sistemi deyince insanlar sadece asker hastanelerinin açılıp kapatılmasından bahsediyor. Hayır, askeri hastaneler sondan bir önceki halkadır. Ondan önce bir yaralının cepheden geriye tahliyesi, ara kademelerde müdahalesi, gerekiyorsa ambulans helikopterlerle ilk yardımların yapılması gerekiyor. Bunlarla ilgili sistemler de bozuldu.

- Sonuç?

Yaralınıza geç müdahale edersiniz, belki de edemezsiniz.

- Çok önemli bir şeyden bahsediyorsunuz: “34” şehidin verildiği gece hastanelerde ciddi sıkıntı yaşandığı iddiası var.

Ciddi sıkıntı yaşanır tabii. Yaşanmaması mümkün değil. Buna özen göstermemiz lazım.

- Yüreğimizi dağlayan o güne gidelim. Komutan siz olsaydınız, askeri oraya sokar mıydınız?

Ben siyasi iradeye saygılı bir askerim. Başka türlü de olmaz. Karar siyasi bir karardır. Şöyle derdim: “Bu bir hatadır, bunu böyle değil, şöyle yapalım!” Buna rağmen dinlemiyorlarsa o zaman iki hareket tarzıyla karşı karşıya kalırdım: Ya gidip yapardım, ya da görevi bırakırdım.

ATEŞKES ZAFER DEĞİLDİR

- İki tür görüş var. Kimi soruyor, “Bu kadar şehit vermeye değer miydi”, kimi de “Bu ateşkes kazanımını şehitlerimize borçluyuz…” Hangisine katılırsınız?

Bu tartışmanın bize bir şey katacağını düşünmüyorum. Oldu, bitti. Zaten benim yazdığım şeylerde birincisini önceliyorum. Bu kadar yükün altına girmeden, bu kadar enerji kaybetmeden yapılabilecek bir şeydi. Yoksa ateşkes bir zafer değildir. Sun Tzu’nun bir sözü vardır: “Esas zafer çatışmadan elde edilendir.” Türkiye, Moskova’da altına imza attığı “Suriye’nin toprak bütünlüğü, siyasal birliği ve egemenliğini” öngören ilkeyi içten bir şekilde benimsemeden ve mevcut Suriye politikasını temelden değiştirmeden kendine huzur sağlayamaz. Sığınmacıları döndüremez. Çözüm, 2011 öncesine dönülmese bile yaklaşık o koşulları yeniden sağlamaktan geçiyor.

DOĞRU DEĞİL!

- Milli Savunma Bakanı’nın operasyonu yönetirken fotoğrafları yayımlandı. Bu normal midir, Genelkurmay Başkanını neredeyse hiç görmüyoruz…

Yeni hikâye askerin her alanda geri plana itilmesini gerekli kılıyor. Bence yanlış yapıyorlar. Bu tür bir harekâtı Genelkurmay Başkanı sevk ve idare eder ve harekât merkezlerinde komutanlar görünür. Tabii ki Milli Savunma Bakanı gider, brifing alır ama orada kendisini öne çıkaran bir tutum içerisinde resim vermesi doğru değil.

- Asker için bir anlamı var mı bunun?

Asker komutanından emir alır. Siyasetin görevi askere ne yapacağını emretmektir. Varsa süreyi ve diğer tahditlerini belirlemek ama nasıl yapılacağını askerin kendisine bırakmaktır. Dolayısıyla komutanların da kişiliklerini örselememek lazım. Bugün herkes Türkiye’de “Genelkurmay Başkanı nerede, niye bu harekâtı o yönetmiyor” diye soruyor. Bence Milli Savunma Bakanı’nın yapması gereken Genelkurmay Başkanını, savaşan komutanlarını, askerlerini yüceltmektir. O zaman kendisi daha da yücelir.

NEDEN AHMET YAVUZ?

1975’te Kara Harp Okulu, 1985’te Kara Harp Akademisi, 1991’de Silahlı Kuvvetler Akademisi, 1995’de Fransa Silahlı Kuvvetler Akademisi’nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesinde uluslararası ilişkiler alanında yüksek lisans yaptı. Kara Kuvvetlerinin çeşitli birliklerinde takım, bölük, tabur, alay, tugay komutanlığı görevlerini yürüttü. 23. Jandarma Sınır Tümen Komutanlığı, Kara Harp Akademisi Komutanlığı yaptı. 2011’de Harp Akademileri kurmay başkanıyken “Balyoz Davası” kapsamında tutuklandı. Cezası AYM tarafından bozuldu. TSK Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası sahibi... Asker ve Siyaset, Vesayet Savaşları olmak üzere iki kitabı bulunuyor. Yavuz, İdlib’de bugün gelinen noktayı aylar öncesinden yazdı. bize de sormak kaldı.

 

İpek Özbey / CUMHURİYET