Hukuk alanında 1987 öncesine dönüş..
Darbeleri geçersiz kılmak için Özal…
Hukuk alanında 1987 öncesine dönüş.. İyi de o dönemde mağdur ve mazlum olan muhafazakar kesim değil miydi?
Mahkeme Gezi Parkı olayları ile irtibatlı olduğu iddiasıyla 785 gündür tutuklu bulunan Osman Kavala hakkında savcının mütalaası istikametinde “Tutukluluk halinin devamına” kararı verdi.
Oysa Türkiye’nin yargı hukukunun bir parçası olarak kabul ettiği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kısa süre önce Osman Kavala’nın yargı sürecinde ‘hak ihlali yapıldığı’ görüşünü benimsemiş ve kendisinin tutukluluk haline derhal son verilmesini istemişti.
AİHM kararının gereğinin yerine getirilmemesi ile hukuk alanında yeni ve sonucu belirsiz bir yol açılmış oluyor.
[HDP’nin eski eş-başkanı ve cumhurbaşkanlığı seçiminde adayı Selahattin Demirtaş hakkında da benzer bir karar vermişti AİHM; onunla ilgili olarak serbest bırakır gibi yapılıp başka bir davadan yeniden tutukluluğunun devamı sağlanmıştı. Bu defa doğrudan AİHM kararı tanınmamış oldu.]
Şunu hemen söylemekte yarar var: Silivri mahkemesinin kararıyla ortaya çıkan yeni durum konuyu Osman Kavala’nın şahsından çok daha ileri bir noktaya taşımış bulunuyor.
Darbeleri geçersiz kılmak için Özal…
Türkiye’nin 1980 askeri darbesinin etkilerini hala üzerinde hissettiği bir dönemde, Turgut Özal’ın, sivil siyasetin önünü açmak, hukuk alanını keyfi uygulamalardan uzaklaştırmak ve bu arada Avrupa Birliği (AB) ile ilişkileri tazelemek amacıyla başlattığı bir dizi icraattan biriydi AİHM’ne bireysel başvuru yolunun açılması.
Dün gibi hatırlıyorum: Özal’ın “Bundan böyle Türk mahkemelerinde adil yargılanmadığını düşünenler AİHM’ne başvurabilecekler” çıkışı (1987) ve ardından Avrupa Topluluğu’ndan sorumlu devlet bakanı Ali Bozer’i mahkemeye göndererek ülkemiz adına başvuruyu yaptırması devrim niteliğinde bir gelişme olarak karşılanmıştı.
Pek çok insan o günden sonra bu haktan yararlandı.
Özal’ın o dönemde birbiri ardına gerçekleştirdiği Avrupa ile Türkiye’yi uyumlu hale getiren adımlardan yalnızca biriydi AİHM’ne bireysel başvuru hakkı tanınması. İnsan hakları ihlallerini incelemek üzere Meclis’te bir komisyon oluşturulması, işkenceyi yasaklayan Birleşmiş Milletler sözleşmesinin onaylanması, Türk Ceza Kanunu’nun 141, 142 ve 163. maddelerinin kaldırılması, idam cezalarının uygulanmaması hep aynı dönemde gerçekleştirilmişti.
AİHM’nin aldığı bir kararın yerel bir mahkeme tarafından kabul edilmemesiyle yeniden 1987 öncesine dönülmüş bulunuluyor.
Mahkemeler daha önce de, AİHM önünde meydana gelen yığılmaları ortadan kaldırmak için Anayasa Mahkemesi’ne verilmiş olan bireysel başvuru hakkını tanımayan kararlar alabilmişti.
“Son kararın Osman Kavala’yı aşan bir anlamı var” derken bu yeni durumu kast ediyorum.
Türkiye kendisini haklar ve özgürlükler alanında Avrupa hukuku ile uyumlu bir ülke olmaktan uzaklaştırıp giderek farklı bir kulvara yerleştiriyor.
1987 öncesinde zaten var olan ve çerçevesi darbeci kadrolar tarafından belirlenmiş ’bize özel’ bir hukuk anlayışı kulvarına…
O anlayışa uygun hukuk uygulamalarının toplum için ne anlam taşıdığını yaşı müsait olanlar ile siyasi tarihimizin o dönemlerini okuyarak öğrenmiş olanlar iyi bilir. Övünülecek dönemler değildi o uygulamaların mevcut olduğu dönemler. En büyük çileyi çeken ve mazlumiyeti yaşayanlar ise, AK Parti’nin içerisinden çıktığı muhafazakar kesimdi.
Bundan bir adım ilerisi, AİHM’nin 1989 yılında anayasaya hüküm olarak girmiş yargı yetkisinin iptal edilmesi olabilir.
Galiba bu gidişle o da gecikmeden gündeme gelecek.
Bu gidiş kötü
İyiye doğru bir gidiş mi bu?
Hiç sanmıyorum.
Endişem, bugünlerde anayasadaki açık hükümlere rağmen açılan AİHM ile Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru haklarının yerel mahkemeler tarafından tanınmama yolunun, yarınlarda, bugün bu yolu açanlar aleyhine kullanılabilecek olmasıdır.
Yerel mahkemelerde hakkını alamadığına inanan insanlarımız anayasanın tanıdığı haktan istifadeyle önce AYM’ye bireysel başvuruda bulunuyor, oradan da tatmin edici bir karar çıkmaması durumunda AİHM yolunu tutabiliyordu.
Böyle ikili bir hakkın varlığı bile yerel mahkemeleri daha dikkatli olmaya zorlayıcı bir unsurdu. Bu çifte hakkın varlığı sayesinde yerel mahkemelerin aldığı kararların daha hukuka uygun hale geldiği fark ediliyordu.
Daha önce askeri darbelerin daralttığı hukuk alanını açmak için başvurulmuş bu yolun bu defa 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrası dönemde yeniden daralmaya uğratılmasını talihsizlik olarak görüyorum.
Osman Kavala’nın tutukluluk halinin AİHM kararına rağmen devam ettirilmesinin genellikle siyasi etkilerle yapıldığı eleştirileriyle karşılandığı görülüyor.
Siyasetin yargıya karışması düşünülemez bile. Düşünülmemesi gerekir. Eleştiriler ise, üzerinde düşünülmeyi hak ediyor.
İyi yolda değiliz ve bu yeni yol dengelerin en ufak bir değişiminde onu açanları zor duruma düşürebilir.
Bu yoldan dönülmeli.