İbrahim Kiras Sultan Hamit’in hukuk hassasiyeti

II. Abdülhamit otokrasi adını verdiğimiz rejim modelinin başta gelen temsilcilerinden biridir.

İbrahim Kiras Sultan Hamit’in hukuk hassasiyeti


İbrahim Kiras

İbrahim Kiras

Sultan Hamit’in hukuk hassasiyeti

Sultan Hamit başlangıçta ülke yönetiminde yenilik taraftarı görünerek, anayasal bir düzen tesis etmek ve seçilmiş bir parlamento kurmak isteyen reformist bürokratlarla işbirliği yapma sözü vererek tahta geçmişti. Verdiği sözü yerine getirdi getirmesine ama çok kısa bir süre (bir yıl) sonra kendisini iktidara getiren kadroları ortadan kaldırdı ve anayasayı askıya alıp meclisi lağvetti. Bu ikinci döneminde kurumları da yetkisiz ve etkisiz hale getirerek devlet işlerinin tamamını kendi ellerine aldı. Güç ve yetki bütünüyle Yıldız Sarayında toplandı.

Sadaretin (başbakanlığın) ve nezaretlerin (bakanlıkların) yetkilerinin azaltıldığı yetmezmiş gibi Sarayda teşkil edilen sürekli komisyonlar adeta “paralel hükümet” hüviyeti kazanmıştı. Böylelikle “mutlak merkeziyetçi” siyasetin bir diğer şampiyonu olan dedesi II. Mahmut’un ve bir ölçüde amcası Abdülaziz’in yolunu izleyerek “kişisel bir iktidar” oluşturdu.

Gelgelelim bu yolda amcasını da dedesini de fersah fersah geçti. Georgeon’a göre, “hiçbir selefinin asla sahip olamadığı genişlikte bir iktidara” sahipti. (François Georgeon, “Sultan Abdülhamid”, çev. Ali Berktay, İletişim, 2012, sh. 203) Fransız tarihçinin eserini 2003 yılında kaleme aldığı düşünülürse o gün itibarıyla yanlış olmayan bir değerlendirmeydi bu. Atatürk’ün siyasi gücünün hiçbir zaman o seviyelere ulaşamadığını biliyoruz.

***

Anlatılanlara göre Yıldız Sarayı fazlasıyla kalabalık olsa da padişah aslında çok dar bir kadroyla çalışır. Danışman vb. unvanlar altında birçok kişinin sarayda bir odası vardır ama bunların çok azının belirli bir fiili görevi bulunur. Sultan bu kişilerin çoğunu iş yapmaları için değil göz önünde olmaları için etrafına toplamıştır. Keza hanedan üyeleri Dolmabahçe Sarayında ev hapsi denebilecek bir hayat yaşamaktadırlar. Sokağa çıkıp toplumla irtibat kurmaları engellenmektedir. Akli dengesinin bozulduğu gerekçesiyle saltanatının üçüncü ayında görevden alınmış olan selefi V. Murad ise tam 28 yıl boyunca Çırağan Sarayında tutulmuştur.

Padişah aşırı vehimli kişiliği itibarıyla kimseye güvenmiyordur. Sürekli kendisine yönelik bir komplo gerçekleşeceği korkusuyla yaşamaktadır. Sadrazamlar bile sıkı gözetim altındadırlar. Said Paşa’nın hasta çocuğunu Büyükada’daki yazlığına götürmesine engel olunur. Şeyhülislamın evinin önünde dilenci kılığında resmî hafiyeler bekleyip gelen gideni saraya bildirirler.

İktidarı için tehdit oluşturabileceğini düşündüğü kişileri ya kontrol altında olsun diye saraya alır ya da imparatorluğun en ücra yerlerinden birine sürgüne göndererek etkisizleştirir Sultan Hamit.

Çalgılı gazino talimatnamesinin metniyle bile bizzat ilgilenmesine şaşıran bir yabancı misafire “Güvenecek hiç kimsem yok” açıklamasını yapmıştır.

***

Peki, böyle bir padişahın “hukuk hassasiyeti” taşıyacağını düşünebilir misiniz? Kendisini iktidara getiren Mithat Paşa’nın ve diğer meşrutiyetçi bürokratların hangi usûllerle yargılandığını ve bunların nasıl bir sonla karşılaştığını bilenler bu soruya kolay kolay evet cevabı vermeyeceklerdir herhalde. Mamafih bu konuda ilginç bir tanıklıkla karşı karşıyayız. Hamit rejiminin en önemli adamlarından biri olan Mabeyn Başkatibi Tahsin Paşa 15 yılı bulan görev süresince yaşayıp gördüğü olayları sonradan Cumhuriyet devrinde kaleme aldığı hatıratında olabildiğince tarafsız görünmeye çalışarak nakleder. Genel olarak olumsuz sayılabilecek bir portre çıkar eski padişah hakkında verdiği bilgilerden.

Tahsin Paşa işbu hatıratında Sultan Hamit’in izlediği yönetim usulü hakkında şöyle küçük bir detay aktarıyor: “Mülki ve askeri büyük memurların intihap ve tayinlerini yakından ve alaka ile takip ederdi. Hünkâr bu tayinlerin bazılarını şifahi iradelerle iade, bazı mühim memuriyetlere de münasip gördüklerini resen tayin ederdi. Herhalde sefir, vali, kumandanların ve hatta bazı mühim mutasarrıfların tayinleri arz olunmadan evvel istimzaç olunurdu. Babıali’nin umur ve salabiyetine müdahale demek olan bu siyaset Yıldız merkeziyet siyaseti icabatından idi. Bütün kuvvet ve kudret, olanca hüküm ve salahiyet saraya intikal ettikten veya ettirildikten sonra işlerin başka türlü temşiyet olunduğu beklenemezdi.”

Ne var ki Tahsin Paşa sözkonusu devirdeki “kişisel yönetim” modeli hakkında bütün bu aydınlatıcı (ama bizi pek hiç şaşırtmayan) bilgileri aktardıktan sonra oldukça dikkat çekici bir başka malumatı daha ekliyor yazdıklarına: “Sultan Hamit’in müdahale etmediği bir sınıf memurin vardı ki o da hakimler idi. Bu tayinleri arz olundukları veçhile aynen ve bilâ-tereddüt tasdik ederdi. Hatta bir defasında Adliye Nazırı Abdurrahman Paşa münhal bir hakimliğe birkaç isim ve bunlardan birinin tercihini arz ettiği halde Abdülhamit bu tezkereyi reddetmiş ve o makama kim münasip ise onun arzını emreylemişti.” (Tahsin Paşa, “Yıldız Hatıraları”, haz. Kudret Emiroğlu, İmge, 2008, sh. 66-67)

Saltanatı süresince iki Türkiye büyüklüğünde toprak kaybettiği, ülkenin gelir kaynaklarını Düyun-ı Umumiye’ye teslim ettiği, otokratik hevesleri için devlet kurumlarını etkisizleştirdiği, vehimleri yüzünden aydınları ezdiği, ulemayı baskı altında tuttuğu, basını susturduğu, orduyu zayıflattığı, donanmayı çürüttüğü, hatta şahsi iktidarını sürdürmek uğruna Kıbrıs adasını İngilizlere armağan ettiği söylenen Sultan Hamit’in bile konu yargı sınıfının kalitesi olduğunda ehliyet ve liyakat hassasiyeti göstermesi ilginç olsa gerek.

İBRAHİM KİRAS / KARAR