İdlib’de göremediğimiz aktörler mi var?

Ortadoğu analisti Hasan Mesut Önder, askerlerimize yönelik İdlib’deki...

İdlib’de göremediğimiz aktörler mi var?




- Hasan Mesut Önder yazdı.

İdlib’de göremediğimiz aktörler mi var?

Ortadoğu analisti Hasan Mesut Önder, askerlerimize yönelik İdlib’deki alçak saldırı üzerinden değerlendirmelerde bulunuyor.

İdlip’de 33 askerimizin şehit edildiği olay, bütün toplumun zihninde ve yüreğinde tamir edilemez yaralar açtı. Soçi mutabakatı neticesinde çatışmasızlığı temin etmek için bölgede bulunan askerlerimize yönelik yapılan bu saldırının faalinin kim/kimler olduğu sorusu önemli…

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar; 33 Türk askerinin yaşamını yitirdiği saldırının, birliklerin konumunun Rus yetkililerle koordine edilmiş olmasına rağmen gerçekleştiğini söyledi. Putin ise; Türk askerinin gözlem noktasının dışına çıktığını ve Rusya’nın Türk askerinin güvenliği için mümkün olan her şeyi yaptığını ifade etti. Bu olaydan sonra yapılan diplomasi trafiğinden sonra Türkiye, saldırılardan rejimi sorumlu tuttu ve rejim hedeflerine operasyonlar gerçekleştirdi. 33 vatan evladı şehit olduktan sonra rejim güçlerine bağlı unsurlardan kaç kişinin öldüğü ile ilgili yapılan açıklamalar tatmin edici değil. Suriye, Rusya’nın izni veya bilgisi olmadan böyle bir saldırıyı gerçekleştirilebilir mi? Bu sorunun cevabı bana göre; gerçekleştiremezdir. O zaman bütün devlet erkanı, saldırıdan neden Rusya’yı sorumlu tutmuyor da, rejim güçlerini sorumlu tutuyor? Türkiye, Rusya’yı direkt olarak karşısına almaktan mı çekiniyor?

Karlov suikastına ve Rus uçağının düşürülmesine misilleme olarak algılayıp sessiz kalmayı mı tercih ediyor?  Bütün bu soruların cevabı verilmediği sürece gerçekte ne olduğunu anlamamız zordur. Eğer bu hain saldırı, Rus devlet sistemi içerisinde hiyerarşik olarak alınmış bir karar ise bu olayı sineye çekip Rusya’nın kuklasını dövmeyi tercih ediyoruz demektir.  Ancak bu Rus devletinin bir kararı ise bile ortada irrasyonel bir karar var. Türk-Rus ilişkilerindeki gelişmeler dikkate alındığında, İdlip gibi taktik bir meselenin iki ülke arasındaki ilişkileri onarılması zor bir noktaya sürüklendiğini Rus karar vericileri tarafından görüldüğünü düşünüyorum. Her devlet, kendi ulusal çıkarları doğrultusunda politika izler ve devletlerarasında çıkar çatışmalarının yaşanması olağandır. Türkiye, kendi ulusal çıkarları doğrultusunda, Ukrayna ile askeri ve ticari işbirliği anlaşmaları imzaladı ve Erdoğan bu ziyaret sırasında Kırım’ın ilhak edilmesini tanımadığını bir kez daha belirtti.

Rus devlet aygıtının bu açıklamalara ve anlaşmalara öfke ile yaklaştığını tahmin etmek zor değil; ama S-400 hava savunma sistemlerinin alınması, ortak enerji projeleri, asimetrik de olsa karşılıklı ekonomik bağımlılığın artması, iki ülke ilişkilerinin stratejik ortaklığa doğru gittiğini gösteriyordu. Bu yakınlaşmaya dayanarak Türkiye’nin NATO’dan çıkması gerektiğini söyleyen birçok uzman yazılı ve görsel medyada boy gösterdi. İttifak sisteminin değişmesine neden olabilecek böylesine bir yakınlaşmanın neden bu hale geldiğini sorgulamak gerekiyor. Devletlerin homojen olduğu ve karar verenin her zaman görünürdeki politik figürlerin olduğu yanılgısına düşmemek gerekir.  Liderler, bazı zamanlarda astlarının yanlış kararlarını üstlenmek zorunda kalabilmektedir.

Liderlerin birincil halkası, bilgi kanalları, kim veya kimlerin gözü ile olayları okuduğu önem taşıyor. Liderler, pozisyonu gereği yakın çevresinin ve bilgiyi sağlayan kurumların etkisine açıktır. Bu açıklık, bazı zamanlarda bir devletin politikasını kimin yönettiği konusunda karmaşaya neden olabilmektedir. Liderlerin etrafında kümelenen bazı gruplar, makam mevki vb. gibi nedenlerle, yöneticilerin duymak istediklerini söylerler. Bazıları ise hiç ön plana çıkmadan bütün süreci yönetirler. Devlet aygıtına bu gözle bakmadığımız sürece ayrıntıları kaçırmamız olağandır. Bir iktidar yapısının hangi güç bileşenlerinden oluştuğu, hangi bileşenin neyi hedeflediği, ideolojik, siyasi dini motivasyonunun ne olduğu teker teker ele alınmak zorundadır. Örneğin Rus uçağının düşürülmesi olayında, birçok spekülasyonlar yapıldı ve karar verenin kim olduğu konusunda birden çok iddia basına yansıdı.

Ergenekon operasyonları bir dönem, Türkiye derin devletle yüzleşiyor şeklinde yansıtıldı daha sonra ise mili orduya kumpas kuruldu şekline dönüştü. Bir olay farklı zamanlarda, farklı zemine oturtulabiliyor. Özetle bir devletin çelik çekirdeği denilen merkezi iktidar bileşenini ve bileşenin farklı güç kümelenmelerini bilmeden net bir tespit yapmak oldukça zordur. Öte yandan günümüzde devletler, görünmezlik örtüsü içine girmek zorundadır.  Yeni nesil savaş bunu gerektirmektedir. Bu örtü sayesinde devletler, bazı faaliyetleri üstlenmek ve  kapasitesini aşan karar vermek zorunda kalmaz. Bundan dolayı günümüzde devletler, askeri faaliyetlerinde kendi unsurlarının yanında terör örgütleri içerisinde angaje ettiği departmanları ve paramiliter unsurları kullanmaktadır. Bu kullanım sürecinde mutlak kontrol, yönetende olmayabiliyor. Stratejik ve politik belirsizlik ortamında saha unsurları inisiyatif geliştirip, devletlerin politikalarını etkileyebilecek fiili durumlar yaratabilmektedir. Bütün bunlar eğer yöneten devletin karar organları içindeki bazı unsurların koordinasyonunda değilse, kısa sürede sorunlar çözülebilir. Ancak bir merkez ile bağlantılı ise, devleti yönetecek güç, filli durumu kabullenmek zorunda kalabilir. Bu soyut ifadeleri açıklamak için Amerikan basınına konu olan bir haber ele almak yararlı olacaktır.

Putin’in en yakın çevresinde olmamakla birlikte, Putin’e erişimi olan yüksek profilli bir kaynağın, on yıllarca ABD istihbaratına bilgi sızdırdığı iddiaları var.  Rusya’nın ABD seçimlerine müdahale ettiği bilgisinin dayanağının da bu kaynak olduğu ileri sürülmektedir. Bu münferit örnek devletlerin, hasım olduğu ülkelerin karar alma mekanizmalarına nasıl hulul ettiği, ülkelerin politikalarını ve seçimlerini nasıl etkilemeye çalıştığını gözler önüne sermektedir. Amerikan istihbaratının Kremlin içinde ne kadar yapılandığını, bir kadro oluşturup oluşturmadığı bilinmez ama bir şekilde Putin’in yakınına kadar girebildiklerine dair emareler mevcut. Böyle bir durum söz konusu ise, bu kaynak veya kaynak grubunun neyi hedeflediği ve hangi unsurları kullandığının belirlenmesi gerekir. Karlov suikastında, Putin’in ihtiyatlı yaklaşımı ve Türk–Rus ilişkilerinde gerilimlere sebep olacak adımlardan kaçınılması, bu suikastın başka bir ülkenin kurgusu olduğunu görebilmesinden kaynaklanıyordu. İdlip’te ilk şehitleri verdiğimizin hemen ertesinde ABD’nin Suriye temsilcisi James Jeffrey’ın taktik pantolon üstüne giydiği takım elbise ile Türkçe yapmış olduğu konuşmada, “Şehitlerimiz var, başımız sağ olsun.” ifadesi samimiyet şeklinde okunabileceği gibi bizimle çalışmaya mecbur olabilirsiniz mesajı şeklinde de okumak mümkün.

ABD’nin Kremlin içindeki varlığının ne olduğu, Rus paramiliter güçler içinde kontrol ettiği unsurlar olup olmadığı, bu olayla Türkiye’de bazı siyasi dizayn için hedeflerinin olup olmadığı sorusu önem kazanıyor. Bütün bu soruların cevapları, kanımızı döken planlayıcılardan, o eylemde yer alan işbirlikçilerinden ve ona alet olan herkesten hesap sorulduktan sonra yazmak boynumuzun borcudur. Türkiye, bütün eksiklikleri ve hatalarına rağmen ülkemize yapılanı kimsenin yanına bırakmayacak kadar büyük bir ülkedir. Bunun Rusya’ya da bir bedeli olacaktır. Ancak devletin direkt olarak Rusya’yı hedef almaması Kremlin’de ve sahada Rus devletinden bağımsız hareket eden unsurların olduğuna işaret ediyor olabilir. Bu olaydan sonra Türk kamuoyunda oluşmasını istedikleri algı ve RAND raporunun satır aralarında verilen mesajlar birleştirildiğinde gölge aktörlerin iş başında olduğu kanaatini güçlendiriyor.  Ülkesi için şehit olan bütün askerlerimize Allah’tan rahmet diliyor, ülkesini korumak için kendi hayatını, hayallerini hiçe sayan bütün kahramanları saygı ile selamlıyorum. 

 

KARAR