İmamoğlu’nun yanıtlaması gerekiyor: İstanbul kime ait?
Akşener’in ne demek istiyor?
Akşener’in bu cümlesinin ne anlama geldiğini İmamoğlu’nun yanıtlaması gerekiyor: İstanbul kime ait?
MURAT SABUNCU YAZDI...
"Bu arada yani bizim İstanbul’da sadece iki genel müdürümüz vardır. Başka da hiçbir şeyimiz yoktur, bilginize. Biri Ağaç A.Ş, bir diğeri de Güvenlik A.Ş.’nin genel müdürleri İYİ Parti’dendir. Geri kalan her şey ve herkes birilerine aittir. İnşallah İstanbulluya aittir."
Günler öncesinden ‘tarihi olacağı’ söylenen İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in konuşmasını bekliyorum. Evin yakınında bir tanıdığa "Geçmiş olsun"a gideceğiz, buluşma saatini bile ona göre ayarladım. Hatta konuşma ilan edilenden bir saat geç başlayınca biz de ziyarete gecikiyoruz. Eve girdiğimizde içerideki odadan televizyonun sesi geliyor. Hastamız ve yakınları da canlı olarak izlemişler. İlk tepkileri, "Meral Hanım çok öfkeli, öfkesi hiç bitmiyor" oluyor. Benim tepkim biraz farklı. Sevdiğim bir diziden; Gibi’den ilhamla, "Akşener’in kendinden başka herkesi sorumlu gören yılgın hoşgörüsüyle seçim öncesi ve sonrasını anlatması"ndan yorgun hissediyorum. Bu satırları yazdığım, her zaman gittiğim kahvede benzer duyguları paylaşanları görüyorum. Akşener’in konuşmasının ardından kendini izleyen gazetecilere verdiği söyleşide şu cümlesini şaşırarak okuyorum:
"Kendimi anlatamama ve partimin duruşunu iletememe gibi bir sorunum, sorunumuz var. Çünkü maalesef sizlerin temsil ettiği siyasi alanlar çok ön yargılı. Bizim gibileri cahil, aşağıda gören bir şey."
Akşener’in siyasette temsil ettiği-dönüştürmeye çalıştığı alanın, yaptığı arayışın önemli olduğunu düşünenlerden biriyim ama "öfkesi ve kendini-fikirlerini tartışmasız kabul etmeyenlere karşı duyduğu kızgınlıktan" dolayı kendini anlatamama sorunu olduğunu ben de düşünüyorum. Ancak anlatamama konusundan gazetecileri sorumlu tutmasını "anlamak" biraz zor.
Fotoğraf: Altan Sancar/Diken
Fotoğraftan görebildiğim kadarıyla toplantıyı yaptığı gazetecilerin hemen tamamı bağımsız yayın yapmaya uğraşan kurumlardan. Bu kurumlarda iktidar baskısına karşı mesleği yapmaya çalışanlardan hemen tamamı haber için çabalıyor, risk alıyor. Akşener’in söylemiyle, "kim böyle bir hareketi kurmuş, büyütmüş, kilit partilerden biri haline getirmiş bir lideri aşağıda görebilir, gösterebilir"… Akşener, 28 Şubat’tan bugüne atılan iftiralara da açılan soruşturmalara da meydan okumuş bir isim. Ama o günden bugüne benzer iftiralara, karalamalara, soruşturmalara muhatap olmuş, hala olan başka isimler de var. Ne yazık ki yalnız değil.
Söyleşiye son bölümde tekrar döneceğim ama seçim ve kongrenin ardından, kendi deyimiyle "90 günlük sürecin bitmesini bekleyerek" Kocatepe’de Zafer Alanı’nda yaptığı konuşmada şu cümleler önemliydi:
"Tüm siyasi partilere açık ve net çağrıda bulunmak istiyorum. Gelin hep birlikte vatandaşların tercihlerini yansıtacak rekabet ortamı oluşturalım. Gelin her birimiz ayrı ayrı seçimlere girelim. Herhangi bir ilde herhangi bir ilçede hiçbir partiyle yan yana gelmeyeceğiz."
Bu kısmı elbet kutuplaşmanın doruk yaptığı memlekette "seçmeni, yerel seçimde psikolojik olarak rahatlatacak bir öneri olarak da" okunabilir. Ancak bir yandan kimi yerlerde işbirlikleri yapmaya açık kapı da bırakan cümlelerle ilgili şu sorulabilir: İddia ortaya koymak diğer partilerin duruşuna göre değil, kendine olan güveninize göre şekillenen bir durum değil midir? MHP, son milletvekili seçimlerinde tek başına seçime gireceğini açıklarken başka partilere "Ama siz de" diye çağrı yaptı mı? İktidar ortağı olarak oy kaybetmesi beklenirken İYİ Parti’den fazla oy almadı mı?
Bir diğer bölüm, 2021’de CHP ile olan bir görüşme:
İki yıl evvel ben, Koray Aydın, Uğur Poyraz, Cihan Paçacı ve Salim Ensarioğlu, beş kişi CHP’ye gittik. Daha masa falan kurulmuş değildi gittiğimizde. Onlarda da Oğuz Kaan Salıcı, Selin Sayek Böke gibi yönetici isimler vardı. Onlar beş kişi, biz beş kişiyiz. Açık açık, “Bu iki arkadaşımızdan birini aday gösterecekseniz biz varız. Yok eğer yapmayacaksanız o zaman geriye çekin” dedim. Ben zannettim ki, CHP bu arkadaşlarımızdan birini aday gösterecek. Çünkü bütün anketlerde kendileri de varlar. Şehir şehir gezebiliyorlar, o popülarite artarak devam ediyor. Ne zannedersiniz siz? Yol veriliyor zannedersiniz. Bu iki arkadaşımız gerçekten kamuoyunda müthiş bir karşılık buluyorlardı. Ben ondan sonra kendim aday olmayacağımı ilan ettim, ki bazı şeyleri söyleyebildiğimde insanlar samimiyetime inansınlar... İYİ Parti, olağan şüpheli şeklinde her bir konuda her bir kötülüğün anası gibi ilan edildi.
Burada da soru şu: İki yıl boyunca bu konuyu defalarca görüştüğünüz Kemal Kılıçdaroğlu ile niye yüz yüze görüşmediniz? Onun yerine "kazanacak aday" tartışmasını başlattınız? Daha önce bu konuyu konuşsaydınız, seçimlere iki ay kala "masada tartışma yaşanmasaydı", kazanma şansı daha yüksek olur muydu?
25 Ekim’de, partisinin kuruluş yıl dönümünde detaylarını açıklayacağı "Hür ve milli siyaset ülküsü"ne gelince... Akşener’in partiyi daha milliyetçi bir çizgiye çekeceğini düşündürdü bana. Bir de Alparslan Türkeş’in "milli demokrasi" kavramını hatırlattı.
Hem kongredeki hem Kocatepe’deki konuşmasında adını vermeden Kemal Kılıçdaroğlu’na yüklenen Akşener, elbette bir kısmı haklı eleştirileriyle muhalif seçmenin kızgınlığını üstüne çekmiş CHP liderini, bir süredir yaptığı gibi hedefleştirdi.
Konuşmasında adını vermeden hem Ekrem İmamoğlu’na hem Mansur Yavaş’a sahip çıktı ancak sitem de etti:
"Onların yolunu kapatanlara, maalesef engel olamadım. Özür dilerim. Önleri kesilmek istendiğinde, yardımlarına koştum, yanlarında durdum. Ama onları paçalarından tutup, aşağı çekenlere engel olamadım. Özür dilerim. Ben, milletimizin, omuzlarında taşıdığı, umudunu bağladığı bu iki arkadaşımızın, milletimizin bu tarihi çağrısına, kulak vereceklerini düşündüm. Ama maalesef yanıldım. Onlara, bu ateşten gömleği giydiremediğim için, özür dilerim.”
Meral Akşener’in konuşmasında ve söyleşisinde en ilgimi çeken kısma gelince. Şu bölüm:
"Bu arada yani bizim İstanbul’da sadece iki genel müdürümüz vardır. Başka da hiçbir şeyimiz yoktur, bilginize. Biri Ağaç A.Ş, bir diğeri de Güvenlik A.Ş.’nin genel müdürleri İYİ Parti’dendir. Geri kalan her şey ve herkes birilerine aittir. İnşallah İstanbulluya aittir."
Bu kısım aklımı karıştırdı. İstanbul’da hizmeti veren bürokratlar ‘liyakata’ göre seçilmiyor mu? Bu iki genel müdür, elbette kendi işlerinde uzman da olabilir ama partinin genel müdürü diye anlatılmaları normal mi? Geri kalanın ait olduğu birileri kimlerdir? Ve en vahimi: Bunların İstanbulluya ait olmaması ne anlama gelir? Ekrem İmamoğlu’nun bu konuda bir açıklama yapması gerekir.