İngiltere ve ABD basınında Cumhuriyet'in 100. yılı hakkında neler yazıldı?
Economist: Erdoğan, Atatürk'ün mirasını silmek yerine ona sahip çıktı
İngiltere ve ABD basınında Cumhuriyet'in 100. yılı hakkında neler yazıldı?
Cumhuriyet'in 100. yılı Türkiye basınının yanı sıra dış basında da konu ediliyor. Amerikan ve İngiliz basınında son günlerde çıkan makaleleri sizin için özetledik.
AP haber ajansı tarafından yayımlanan "Türkiye Cumhuriyeti 100 yaşına girerken başarıları ve karşı karşıya olduğu zorluklar" başlıklı makalede, Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün yüzünü Batı'ya dönmüş laik bir cumhuriyet kurduğunu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 20 yılı aşkın iktidarında ise Türkiye'nin daha muhafazakar bir karakter kazandığı ifade ediliyor.
Çınar Kiper ve Suzan Fraser imzalı makalede, Cumhuriyet'in 100. yılının, Atatürk'ten sonra ülkenin en etkili lideri olan ve Mayıs'ta üçüncü kez seçilen Erdoğan'a Türkiye'yi yeniden tanımlama ve "Türkiye Yüzyılı" olarak ifade edilen yeni bir döneme ilerleme şansı sunduğu belirtiliyor.
Ülkedeki en temel kültürel bölünmenin laik-muhafazakar tartışması etrafında döndüğünü hatırlatan makalede, Atatürk'ün modernliğin ön koşulu olarak laik bir ülke öngördüğü, bunun köklü bir ideoloji haline geldiği belirtilerek, "Tüm bu politikalar, ülkeyi muhafazakârlığa doğru kaydıran Erdoğan döneminde tersine çevrildi" deniyor:
"Artık resmi törenler dualarla açılıyor, Diyanet İşleri Başkanlığı'na çoğu bakanlığı gölgede bırakan bir bütçe verildi, dini okulların sayısı arttı ve Erdoğan'ın son zamanlarda terk ettiği faiz oranlarını düşürmeye yönelik alışılmışın dışındaki ekonomi politikası bile dini gerekçelerle meşrulaştırıldı."
Makalede, Washington Enstitüsü'nde Türkiye uzmanı Soner Çağaptay'ın şu ifadelerine yer veriliyor:
"Atatürk ... toplum mühendisliğine inanan tepeden inmeci bir siyasetçiydi ve Türkiye'yi laik, Batı'ya dönük, Avrupalı bir toplum olarak yeniden şekillendirmek istiyordu.
"Erdoğan da tepeden inme bir toplum mühendisliğine inanıyor. Yöntemi Atatürk'ünkine benzese de, değerleri neredeyse tam tersi."
Diplomasi alanında Türkiye'nin çıkarlarının 20. yüzyılın büyük bölümünde genel olarak Batılı ülkelerin çıkarlarıyla örtüştüğü, ancak son yıllarda "Ankara'nın erişim alanını hem bölgesel hem de dünya çapında genişletmeyi amaçlayan çok daha iddialı bir dış politika benimsediği" ifade ediliyor.
"Bu yeni bağımsız diplomasinin Türkiye'yi Batılı çıkarlarla aynı hizaya getirmesi kadar karşı karşıya getirmesi de muhtemeldir" denilen makalede, buna örnek olarak Suriye'de Kürt güçlerine karşı düzenlenen saldırılarla Suriye ve Irak sınırları boyunca bir tampon bölge oluşturma hedefi, İsveç'in NATO üyeliğine karşı çıkılması gösteriliyor.
Türkiye'nin Rusya'dan S-400 füze savunma sistemi satın almasıyla NATO müttefiklerini kızdırdığı ve ABD'nin F-35 savaş uçağı programından çıkarıldığı hatırlatılarak şu ifadelere yer veriliyor:
"Ancak silah satışları üzerindeki kısıtlamalar, Türkiye'nin gelişen yerli silah sanayisi nedeniyle giderek daha az yük haline geliyor. Türk yetkililer, Türkiye'nin savunma sanayisinin yüzde 20 yerli üretimden yüzde 80'e çıktığını belirtiyor."
Türkiye'nin aynı zamanda önemli bir silah ihracatçısı haline geldiği, Erdoğan'ın damadı Selçuk Bayraktar'ın ailesinin ürettiği insansız hava araçlarının Ukrayna, Birleşik Arap Emirlikleri, Polonya ve Azerbaycan gibi birçok ülkeye ihraç edildiği ve özellikle Ukrayna savaşında etkili olduğu belirtiliyor.
"Modernleşme" başlığında ise şu ifadelere yer veriliyor: "Atatürk'ün reformları ve modernleşme çabası, Osmanlı İmparatorluğu çöktüğünde Türkiye'nin yaşadığı derin yoksulluktan kurtulmasına yardımcı oldu. Ülke bugün en gelişmiş 20 ülke arasında yer alıyor."
Erdoğan döneminin, geniş kapsamlı bir inşaat patlamasıyla eş anlamlı hale geldiği ve bunun Erdoğan hükümeti için gurur ve meşruiyet kaynağı olduğu, seçim kampanyalarında sık sık gündeme getirildiği, hükümetin düzenlemeler konusundaki dikkatsiz tutumunun ise eleştirildiği Şubat'taki depremlerde yaşanan yıkım örneğiyle hatırlatılıyor.
Erdoğan'ın bazı iddialı projelerinin de siyasi çekişme konusu olduğu, İstanbul Kanalı projesinin, çevreye ve yerel ekosisteme zarar vereceği endişelerini artırdığı belirtiliyor.
Türkiye'nin geçtiğimiz yüz yılı askeri darbelere, ekonomik krizlere ve istikrarsız hükümetlere tanıklık ettiği hatırlatılarak, bugün karşı karşıya olduğu zorluklar da şöyle sıralanıyor:
"Kürt isyancılarla mücadele", Türkiye'nin iddialı dış politikasının komşularıyla ilişkilerini etkilemesi; parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçişin denge ve denetleme mekanizmalarını daha da aşındırarak yetkiyi cumhurbaşkanının elinde toplaması; özellikle 2016'daki darbe girişimi sonrasında dikkatleri üzerine çeken demokratik gerileme ve bunun AB'ye katılma hedefini ciddi şekilde tehlikeye atması; son yıllardaki ekonomik gerileme ve yüksek enflasyon.
FT: Atatürk döneminin mirasları güçlü lider Erdoğan'ın çağında yankılanıyor
İngiliz Financial Times gazetesinde, cumhuriyetin kurucusu Atatürk'ün devlet ve toplumda kapsamlı, hızlı bir modernleşme başlattığı için milyonlarca Türk'ün gözünde bir kahraman olduğu, ancak mirasının tartışmasız olmadığı belirtiliyor.
Erdoğan döneminde, bazı İslamcılar ve milliyetçilerin Atatürk'ün yönetiminin bazı yönlerinde giderek daha fazla hata bulmaya başladığı, buna karşın laiklerin ve liberallerin çoğunun onu savunmaya devam ettiği vurgulanıyor.
Atatürk'ün mirası sorusunu dış politika, demokrasi ve otoriterlik, Kürt sorunu, Türkiye'de İslam ve ekonomi alt başlıklarında değerlendiren makalede Atatürk'ün 1923'ten 1938'deki ölümüne kadar Türkiye'yi iki savaş arası dönemde uluslararası ilişkileri belirleyen demokrasi, faşizm ve komünizm arasındaki siyasi, ideolojik ve askeri çatışmaların dışında tuttuğu, halefi İsmet İnönü döneminde de Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı'nın dışında kaldığı belirtilerek şu ifadelere yer veriliyor:
"Bu politikalar kısmen Atatürk'ün geniş kapsamlı reformlarının Türkiye'nin Batı ile ilişkilerinde yarattığı belirsizlikleri yansıtıyordu: Halifeliğin kaldırılması, Latin alfabesine geçilmesi, Türkler ve Avrupalılar arasındaki farklılıkları bulanıklaştıran kıyafet kurallarının kullanılması ve çok daha fazlası."
Atatürk'ün ikinci bir mirası olarak "Türkiye'nin siyasi sisteminin özü" ifadesini kullanan makalede "Atatürk yönetimindeki yeni cumhuriyet demokrasi değildi. Tek adamın yönettiği tek partili bir devletti. Dimitar Bechev'in 2022 tarihli kitabında yazdığı gibi, bu yönetim tarzı bir ölçüde Osmanlı dönemindeki 'devleti şekillendiren otoriter mirasa' dayanıyordu" deniliyor.
"Türkiye yavaş yavaş çoğulcu ve demokratik bir yöne doğru evrildi. Muhalefetteki Demokrat Parti 1950'de ülkenin ilk serbest seçimlerini kazandı. Türkiye'nin siyasi gelişimi 20. yüzyılın ikinci yarısında zaman zaman askeri darbelerle kesintiye uğrasa da, silahlı kuvvetler Latin Amerika ya da Orta Doğu'dakinin aksine hiçbir zaman iktidarı uzun süre elinde tutmadı."
"Erdoğan yönetiminde, Atatürk döneminin otoriter dürtüleri geri döndü" denilen yazıda, "Osman Kavala'nın hükümeti devirmeye çalışmak gibi uydurma bir suçlamayla hapse atılması, Erdoğan'ın muhalefete yönelik baskısının sembolik bir göstergesiydi. Erdoğan'ın giderek otoriterleşen rejiminin muhalefete yönelik baskısının sembolüdür" ifadesi kullanıldı.
"Kürt sorunu" başlığında ise Ankara'da İçişleri Bakanlığı'na düzenlenen intihar saldırısının "artık çözüme Atatürk döneminden daha yakın görünmeyen bir sorunu hatırlattığı" ifade ediliyor.
"Erdoğan, cumhurbaşkanlığı döneminin başlarında Kürt sorununun çözümüne ilgi duyuyor gibi görünüyordu ancak bu umutlar çoktan söndü" ifadesine yer verilen yazıda, eski ekonomi bakanı Kemal Derviş'in 2012 yılındaki şu ifadelerinin hala geçerliliğini koruduğu belirtiliyor:
"Bugün Türk kimliğinin yanında gelişen bir Kürt kimliği var. Dolayısıyla tek bir çözüm var. Türkiye'nin Kürtleri şiddete bulaşmamalı ve hedeflerini Türkiye demokrasisi içinde aramalı, Türkiye ise Kürtlerin kültürlerini ve kimliklerini algıladıkları ve yaşamak istedikleri gibi, Türkiye vatandaşı olarak tam anlamıyla yaşayabilecekleri bir ülke haline gelmelidir."
"Türkiye'de İslam" başlıklı kısımda, "Atatürk döneminde kamu hayatının laikleşmesi, Türkiye'nin Müslüman kimliğinden sıyrıldığını göstermiyordu. Ancak 1990'larda Refah Partisi'nin ve sonra Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) yükselişine kadar siyasi İslam sıkı bir şekilde kontrol altında tutuldu" deniliyor:
"Son yıllarda Erdoğan, kadınların başörtüsü yasağını hafifletmek ve Osmanlı döneminde cami olan ve Atatürk'ün müzeye dönüştürdüğü İstanbul'daki eski Bizans katedrali Ayasofya'yı yeniden camiye dönüştürmek gibi kayda değer adımlar atarak Türk kamu hayatını daha İslami bir yöne itti.
"Muhtemelen Erdoğan'ın girişimlerinin asıl önemi, İslami içeriklerinden ziyade, hiçbir şekilde Türkiye ile sınırlı olmayan modern bir otoriter milliyetçilik türünü benimsemeleridir."
"Ekonomik ortodoksluk geri dönecek mi?" başlığında da Atatürk'ün, Türk ekonomisine kalıcı bir miras bırakan bir tür devlet kapitalizmi getirdiği belirtiliyor ve bugün asıl sorunun, Erdoğan'ın faiz oranlarını enflasyonun altında tutarak ekonomide büyük bozulmalara yol açan alışılmışın dışındaki politikaları tersine çevirip çevirmeyeceği sorunu olduğu belirtiliyor.
Washington merkezli Orta Doğu Enstitüsü'nden Gönül Tol gibi bazı yorumcuların, ekonomik konularda "çok ihtiyaç duyulan yapısal reformlar yerine [Erdoğan'ın] hızlı bir çözüm peşinde olduğu" iddiasına yer veriliyor.
Makalede Erdoğan'ın, AKP'nin Türkiye'deki siyasi hakimiyetini sağlamlaştırmak istediği bertilerek, "Bir gözü de tarihi mirasında olmalı, gelecek Türk nesillerinin hafızasında en azından Atatürk'e denk, belki de ondan üstün bir yer edinmeyi umuyor olmalı" deniliyor.
Economist: Erdoğan, Atatürk'ün mirasını silmek yerine ona sahip çıktı
Economist dergisindeki Cumhuriyetin 100. yılı makalesinde "Recep Tayyip Erdoğan, Atatürk'ün mirasını silmek yerine ona sahip çıktı" başlığını kullanmış.
Makalede Ağustos ayında yapılan Konda anketine yer verilerek, Atatürk'ün hala Türkiye'nin en popüler siyasetçisi olduğu ve bu yaz yeni bir seçim zaferi kazanmış olsa da Erdoğan'ın böylesi bir nitelemeyi ancak hayal edebileceği belirtiliyor.
Makale, cumhuriyetin kuruluşunu takip eden on yıl için "tarihteki en kapsamlı ve zaman zaman acımasız ulus inşası egzersizlerinden biri oldu" ifadesini kullanıyor.
Erdoğan'ın da sık sık "Atatürk karşıtı olarak" görüldüğü, eleştirenlerin onu siyasal İslam'ın bir savunucusu olarak Türkiye'yi ikinci bir İran'a dönüştürmeyi planlamakla suçladığını belirten makale şöyle devam ediyor:
"Bazıları hala böyle düşünüyor ama bu korkular yersiz. Erdoğan, Türkiye'nin laik düzenini yıkmak için Atatürk'ün sahip olduğundan daha fazla bir süreye, yirmi yıllık bir iktidara sahip oldu. Başından beri planı bu olsa da, devlet kurumları ve medyanın büyük bir kısmı üzerindeki kontrolüne rağmen, çabalarının karşılığını gösterecek pek bir şeyi yok. Erdoğan Atatürk'ün mirasının bazı kısımlarını parçaladı. Ama aynı zamanda onu benimsedi ve yeniden tanımladı. Atatürk'ün mirası da onu içermiş ve benimsemiş olabilir."
Erdoğan döneminde İslam'ın, Osmanlı'dan bu yana hiçbir dönemde olmadığı kadar kamusal yaşamda büyük bir yere sahip olduğunu belirten makale, atılan tüm adımlara rağmen Erdoğan'ın "y
aptığı yatırımın geri dönüşünün yetersiz olduğunu" gördüğünü ifade ediyor. Konda araştırmasında kendini inançsız olarak tanımlayan Türklerin oranı on yıl önce %2 iken 2021'de %7'ye yükseldiği, başörtülü kadınların oranının %63'ten %59'a düştüğü bilgisine yer veriliyor, yükselen fiyatlara ve reklamlara getirilen kısıtlamalara rağmen içki tüketiminin sabit kaldığı belirtiliyor.
"Erdoğan ve AKP hiçbir zaman cumhuriyetin en yüksek sesli amigoları olmayacaklar" diye devam eden makale, siyaset bilimci Ali Çarkoğlu'nun "Cumhuriyet rejimini kutlamak için Osmanlı İmparatorluğu'nun başarısızlığını kabullenmeniz gerekir. Ve onlar bunu yapmadılar" ifadesine yer veriyor.
Makale şöyle devam ediyor:
"Ancak Atatürk'ü de tahtından indirmeye hevesli değiller. Atatürk'ün hatırası Türkiye'nin en değerli ve en çok istismar edilen siyasi konusu… Türkiye'nin iki ana muhalefet partisinin yanı sıra Erdoğan'ın siyasi müttefikleri MHP ve Vatan Partisi de dahil olmak üzere sağdan ve soldan siyasetçilerin hepsi Atatürk'ün izinden gittiklerini iddia ediyor.
"Erdoğan'ın kendisi de öyle. İktidardaki ilk yıllarında Türkiye'nin lideri Atatürk'ü daha açık bir şekilde eleştirmiş, bir keresinde ondan ve halefinden 'iki ayyaş' diye bahsedecek kadar ileri gitmişti. Ancak son on yılda, Türk liberallerinin, Kürtlerin ve Gülen hareketinin desteğini kaybettikten ve bunun yerine çoğu ordu ve polise yerleştirilmiş milliyetçilerle bir araya geldikten sonra, Erdoğan, Atatürk'ü kendi gücünün bir sembolü olarak benimsedi."
"Ancak kucaklama seçici. Atatürk'ün laik bir reformcu, devlet kurucu ve Türkiye'nin Avrupa hedefinin destekçisi imajı geri planda kaldı. Johns Hopkins Üniversitesi'nden akademisyen Lisel Hintz, Erdoğan'ın bunun yerine Atatürk'ü Gazi, Türkiye'yi Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ülkeyi bölmeye çalışan Yunanlardan, İngilizlerden, Fransızlardan ve İtalyanlardan kurtaran savaş kahramanı olarak vurguladığını belirtiyor. Hintz, 'Bu imaj, Erdoğan'ın Batı'ya ve liberal uluslararası düzene karşı yükselen bir güç olarak Türkiye anlatısına uyuyor' diyor."
BBC TÜRKÇE