İran vurulursa Türk tarihi de vurulmuş olacak
SÜNNİ KOPMLEKSLERİ BİR YANA KOYMA ZAMANI
Yusuf Yavuz yazdı...
Türk toplumu güncel siyasi tartışmaları ve mezhep ayrımını bir yana bırakıp bu ortak hafızayı emperyalist saldırılara karşı nasıl koruyabileceğini düşünmelidir. Çünkü, bu coğrafyada Birinci Paylaşım Savaşının ardından oluşturulan birçok ülkenin, yine aynı odaklar tarafından geçtiğimiz 20 yıl içinde nasıl parçalanıp tuz buz edildiğine hep birlikte tanık olduk. İran ve Türkiye bu bölgede köklü devlet geleneği ve kültürü olan iki güçlü ülke olarak her zamankinden daha fazla ortak hareket etmeli. Bunun dışındaki tüm senaryolar ancak bu coğrfayanın tarihsel ve kültürel mirasını silerek üzerindeki güçlü devletleri un ufak etmek isteyenlerin işine yaramaktan öte bir anlam ifade etmez.
ABD Başkanı Donald Trump, 1979’da Tahran’daki ABD Büyükelçiliği baskınında rehin alınan 52 Amerikalı’nın anısına İran’da 52 hedefi vuracaklarını açıkladı. Hem Amerika’dan hem de uluslararası toplumdan bu açıklamaya tepki yağdı. Ancak bu tür açıklamalara dünya kamuoyu yabancı değil. Daha önce Geroge W. Bush da Afganistan ve Irak’taki kanlı işgalleri tanrının emriyle yaptıklarına ilişkin açıklamalar yapmıştı. Son yarım yüzyılda Vietnam’dan Şili’ye, Afganistan’dan Irak’a, Libya’dan Suriye’ye yaşananlar ortadayken Tump’ın Amerikan kamuoyunun da irkilmesine neden olan açıklamalarına “deli saçması” diyip geçmek kolay değil…
SÜNNİ KOPMLEKSLERİ BİR YANA KOYMA ZAMANI
General Kasım Süleymani’ye yönelik ABD suikastinin ardından Türkiye’de bir grup “İslamcı” çevre adeta Trump’ın İran’da ne zaman saldıracağını hevesle beklemeye başladı. İran’ı mezhep üzerinden eleştiren ve yayılmacılıkla suçlayan bu kesimin “Sünni kompleksleri” iktidarın da uzak olduğu bir tavır değil. İktidarın bu konuda dengeleri gözetme tavrı, İran ile ABD arasında yükselen gerilimde şimdilik durumu kurtarmaya yönelik açıklamalarla sürüyor. Mezhepçi bakış açısını ve Osmanlıcılık hamasetini dış politikanın mihenk taşı haline getiren İslamcı bir iktidar döneminde Irak, Suriye ve Libya’da bu “stratejisiz” ve “derinliksiz” siyasetin bedelini Türkiye çok ağır ödedi, ödemeye de devam ediyor.
İRAN COĞRAFYASI TÜRKİYE’NİN ANA RAHMİDİR
Ancak İran konusunda bu hataların telafi edilmesi kolay değil. Çünkü İran coğrafyası Türkiye’nin kökleriyle sıkı sıkıya bağı olan bir bölge. Çağrı ve Tuğrul kardeşler Selçuklu imparatorluğunu bu coğrafyada kurdu. 12-13. Yüzyıllarda Anadolu’yu akın akın dolduran Türklerin çok büyük bir bölümü Maveraünnehir, Horasan ve Batı Azerbaycan hattı üzerinden gelip bu topraklarda kök saldı. Yetmedi, 16. Yüzyılın başında Şah İsmail Hatayi’nin Erzincan’da ilk ateşini yaktığı tarihin ilk Kızılbaş Türkmen İmparatorluğu olan Safevi devletinin kuruluşunda Anadolu’dan bir çok Türkmen boyu görev aldı, yıllarca devlet yönetiminde etkin görevler aldı. Bir bakıma bu coğrafya için Türkiye’nin ana rahmi demek yanlış olmaz.
SAFEVİ DEVLETİNİ 16. YÜZYILDA ANADOLU’DAN GİDEN TÜRKLER KURDU
Faruk Sümer, Osmanlı’nın zulmüne maruz kalan Aleviler başta olmak üzere Anadolu’dan giderek Safevi devletinin kuruluşunda yer alan Türk boyları arasında Ustacalu, Şamlu, Rumlu, Tekelü, Dulkadirli, Varsak, Çepni, Bozcalu, Hınıslu, Çemişkezeklü, Turgutlu, Kaçar, Beğdili, Afşar, Bayat, Karamanlı, Bayat, Koçulu, Sofular, Arapgirlü, Kızıllu ve Eymür gibi irili ufaklı toplulukları sayıyor.
ŞİİLİK İRAN’A ANADOLU’DAN MI GETİRİLDİ?
Bu konuda kapsamlı araştırmalar yapan ve yayınlayan Faruk Sümer’in şu tespiti dikkate değer: “Safevi devletinin kuruluşu İslam ve Türkiye tarihinde gerçekten mühim bir hadisedir… Başlıca vasfı Şiilik olan ve İran’ı içine alan bu alem, varlığını, bilindiği gibi zamanımıza kadar devam ettirmiştir. Bu konunun en dikkate değer tarafı, Şiiliğin İran’a Anadolu’dan getirilmiş olmasıdır. Şiiliği İran’a getiren unsur da Safevi devletini kuran ve Kızılbaş adı ile anılan Anadolu Türkleridir. Anadolu Türkleri’nin Safevi devletini kurmaları ve bu unsurun zor kullanarak Şiliği İran’ın rakipsiz bir mezhebi haline getirmesi bugüne kadar ilim aleminde layıkıyla anlaşılmamış bir konudur.” (1)
TEKELÜLER, RUMLULAR, USTACALULAR: KİM BU TÜRKLER?
Sümer’in saydığı topluluklar arasında Rumlu’lar ile Ustacalular Sivas, Amasya, Tokat, Kırşehir ve Şebinkarahisar yöresinden, Tekelüler ise Antalya, Isparta ve Burdur çevresinde hakimolan Hamideli Türkmenlerinden oluşuyor. Şamlular Halep ve Antep’te kışlayıp, yazı Sivas yaylalarında geçiren, Dulkadir’ler ise Maraş ve o dönemde Bozok olarak anılan Yozgat çevresinde gidenler. Tarsus bölgesinden Varsaklar, Sivas’ın kuzeyinden itibaren Samsun, Trabzon arasındaki bölgede yaşayan Çepniler ile çok sayıda adı aşina boy adı Safevi devletinin kuruluşunda ve devlet yönetiminde yer alıyor.
ÇOCUK YAŞTAKİ İSMAİL’İ ERDEBİL’DE ANADOLULU BİR KADIN SAKLADI
17 Temmuz 1487’de doğan Şah İsmail’in annesi Alemşah Halime Begüm, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın kızıydı. Akkoyunlu hanedanı ile Safeviye dergahı arasındaki çekişme İsmail’in küçük yaşta zindanla tanışmasına yol açtı. Akkoynlu Yakup Bey, İsmail’i çocuk yaşta kardeşleri Ali, İbrahim ve anneleriyle birlikte Fars bölgesindeki İştar kalesine hapsedildi. Yaklaşık 5 yıl sonra iktidardaki çekişme sırasında hapisten kurtulmayı başardı ancak hayatı sürgünde geçiyordu. Bu süreçte İsmail’I Erdebil’in Rumlular, yani Anadolulular mahallesinde yaşayan Aba ya da Ebe adında bir kadın sakladı. Daha sonra dergahın bağlıları İsmail’i Gilan bölgesindeki Lahican’a kaçırdılar. Burada yaklaşık 6 yıl kalan İsmailAkkoyunlular arasındaki saltanat mücadelesinden yararlanmak istiyordu. Bu dönemde İsmail’e Şamlu ve Dulkadirli beyler de eşlik ediyordu. 12 yaşındayken Gilan’dan ayrılan İsmail, Önce Tarum’a, ardından da Erdebil’e gelerek buradan Astara’ya geçti. 1499’da şiddetli bir kış olduğunu ve İsmail’in kardan kaleler yaptırarak fetih provası yaptığını yazıyor kaynaklar… (2)
ERZİNCAN’DAN TEBRİZ’E SAFEVİ DEVLETİNİN DOĞUŞU
1500 yılı baharında Erdebil’deki dergahı ziyaret eden İsmail, beraberidekilerle Erivan’ın güneyine geldi. Amacı buradan Anadolu’ya geçmekti. Bu sırada Bayburdlu Karaca İlyas’ın buyruğundaki bir kısım Anadolulu sofular İsmail’I karşıladı. Kağızman’dan Erzurum’a geçtiler. Önce Tercan’a, ardından Saru Kaya yaylağına ulaştı. Burası Türkmenlerin yaz yurduydu. İsmail’I burada Ustacalu’lar karşıladı. Saru Kaya Yaylasında iki ay kalan İsmail ardından Erzincan’a geçti. Her taraftan bölük bölük gelen Türkler İsmail’in yanında yer aldılar. Artık harekete geçme zamanıydı. İsmail, 1501’de yani koyun yılı yazında Erzincan’dan ayrıldı. Önce Şirvan Şah, ardından Akkoyunlu ordusunu yenilgiye uğratan İsmail ve beraberindeki Türkler, Azerbaycan’a hakim oldular. 1501’de, İsmail henüz 14 yaşındayken Tebriz’de Şahlık tahtına oturan İsmail, 12 İmam adına hutbe okutup adına para kestirdiğinde, Anadolu’dan giden Türklerin desteğiyle, 235 yıl süreyle bugünkü İran, Irak’ın bir bölümü ve Doğu Anadolu’ya uzanan sınırlara sahip tarihin ilk Kızılbaş imparatorluğu da kurulmuş oluyordu. (3)
ANADOLU KÖYLERİNDE HATAYİ’NİN ADI HALA KALPLERİ TİTRETİYOR
Bu bilgiler, Atatürk’ün kurduğu ve mirasını bıraktığı devletin yayın kuruluşu olan Türk Tarih Kurumu’nun yayınladığı ve ülkenin en önemli tarihçilerinden birinin kaleme aldığı bir kitaptan özetlendi. Tarihisel sürece bakıldığında, Osmanlı döneminde Yavuz Sultan Selim ile doruğa çıkan ve ardından devam eden Safevi düşmanlığı bugün de belirli çevrelerde ideolojik bir miras olarak sürüyor. 1514’te Yavuz ile Şah İsmail arasında yapılan Çaldıran Savaşında aslında Türklerin kurduğu iki devlet savaşmıştı. Ancak Osmanlı ordusunun başındaki Yavuz Sultan Selim’in ‘Selimi’ mahlasıyla Farsça, Safevi ordusunun başındaki Şah İsmail’in ise ‘Hatayi’ mahlasıyla öz be öz Türkçe şiirler yazıyor oluşu düşündürücüdür. Hatayi’nin yazdığı şiirler, deyişler bugün Anadolu’nun en ücra dağ köylerinde bile anlaşılıp adı büyük bir saygıyla anılırken, Yavuz’un adının İstanbul’da inşa edilen 3. Köprüye tepkilere rağmen ve devlet kararıyla verilebiliyor oluşu da tarihin her zaman egemenler tarafından yazdırıldığı gibi özümsenmediğini gösterir.
İKİ COĞRAFYA ARASINDA GİDİP GELEN TÜRKLERİN ÖYKÜSÜ
Bu arada devletin kuruluşunda yer alan ve nüfus gücüyle önemli destekler sağlayan Anadolu Türklerinin, tıpkı Selçuklu ve Osmanlılarda olduğu gibi bir süre sonra Safevi devleti yönetimince de dışlanıp yönetim kadrolarından uzaklaştırıldığını, bu durumun Şah Abbas döneminde yoğunlaştığını da not düşmekte yarar var. Genel olarak Oğuzların tarih boyunca ortak yazgısı Safevi devletinin öyküsünde de değişmemiş. Anadolu’dan İran’a giden birçok grubun ilerleyen dönemlerde tekrar geri dönmesi, her iki devletin güncel siyasi manevralarına göre Türkler’in iki coğrafya arasında sürekli olarak gidip geldikleri bir nüfus hareketine neden olmuş.
ERDEBİL DERGAHINDA BİR KAYI MEZARI: KİM Şİİ, KİM SÜNNİ NE ÖNEMİ VAR
Bugün Erdebil’deki Şeyh Safiyüddin ve Şah İsmail’in mezarlarının bulunduğu mekanın avlusunda bulunan mezar taşlarının üzerinde Osmalı’yı da kuran Kayı Boyunun simgesinin olması dikkatimizi çekiyor. Buradaki mezar taşlarının çoğu Çaldıran Savaşında ölen üst düzey Safevi askerlerine ait. Erdebil Dergahı’nın Şeyh Safiyüddin döneminde Şii bir eğilimi olmadığı, dergahın bu eğilime daha sonra Şeyh Cüneyd döneminde siyasi amaçlarla yöneldiği pek çok kaynakta yer alıyor.
* Şeyh Safi türbesinin avlusunda bulunan asker mezarlarından birinde Kayı Boyuna ait sime dikkat çekiyor
* Şah İsmail'in mezarı Şeyh Safiyiddün Türbesinin içinde bulunuyor
*Şeyh Safiyüddin türbesi
* Şeyh Safiyüddin türbesi ve yapı kompleksi Erdebil kentinde bulunuyor
HACI BAYRAM-I VELİ’DEN SOMUNCU BABA’YA AYNI YOLDAN GEÇENLER
Bu konuda çarpıcı bir gerçek de Anadolu’da bugün de etkinliği devam eden kimi ‘Sünni’ tarikatin de Erdebil dergahının da içinde olduğu ekolden etkilenmesidir. Safiyüddin Erdebili’nin kayınpederi ve mürşidi olan Şeyh Zahid Gilani’nin kurduğu Zahidiyye tarikati, Safevviye, Halvetiye ve Bayramiyye tarikatlarını bünyesinden çıkarmıştır. Darende’deki Somuncu Baba, Ankara’nın kalbindeki Hacı Bayram-ı Veli ve Ömer el Halveti Şeyh Zahid-I Gilani’ye bağlanır. İsterseniz gerisini kısaca İslam Ansiklopedisi’nden okuyalım:
“İbrâhim Zâhid-i Geylânî’nin meşrebi, asıl olarak damadı Safiyyüddîn-i Erdebîlî ile halifesi Ahî Muhammed Halvetî (ö. 780/1378-79) vasıtasıyla ayrı ayrı tarikatlar halinde kurumlaşmış, bu silsilelerin ilkinden Safeviyye, ikincisinden Halvetiyye doğmuştur. Safeviyye, Erdebil Tekkesi’nde Safiyyüddin-i Erdebilî’nin soyu tarafından sürdürülmüştür. Safiyyüddin’in oğlu Sadreddîn-i Erdebîlî’nin halifesi Hamîdüddin Aksarâyî’nin (Somuncu Baba) müridi Hacı Bayrâm-ı Velî Ankara’da Bayramiyye tarikatını kurmuştur. Halvetiyye’nin kurucusu Ömer el-Halvetî, İbrâhim Zâhid’in halifesi Ahî Muhammed Halvetî’nin müridi ve yeğenidir. İbrâhim Zâhid-i Geylânî’nin tesbit ettiği seyrüsülûk usulünü uygulayan Halvetiyye tarikatından çok sayıda şube doğmuş ve böylece Halvetiyye İslâm âleminin en yaygın ve etkili tarikatı haline gelmiştir.” (4)
İDEOLOJİK VE MEZHEPSEL AYRIM BU ÖYKÜYÜ YOK SAYMAYA YETMEZ
Bu konuda ayrıntıya girmemin nedeni, belirli konuları tartışırken ve bu yönde bir fikir, görüş belirlerken tamamen güncel iktidarların dilinin toplumun geneline dayatılmasına dikkat çekmek. Türkistan’dan Anadolu’ya uzanan İran coğrafyası bin yıldır Türklerin de ortak kültür ve yaşam alanı. Mimariden siyasete, bürokrasiden edebiyata, yemekten müziğe, inançtan tasavvufa bir çok ayrıntıyı birlikte geliştirdik. Bazen iki ayrı coğrafyada yaşayan aynı halk birbiriyle savaştı, bazen birbirine koştu ancak hiç bir koşulda bağlar tamamen kopmadı. Bugün ABD Başkanı Trump’ın füze yağdırmakla tehdit ettiği, kültür mirasını vurmakla korku vermeye çalıştığı İran coğrafyası bizim de öykümüzün önemli bir bölümünün yazıldığı yerdir. Bugünkü iktidarların ideolojik farklılıkları, mezhepsel ayrılıkları bu öyküyü yok saymaya yetmez, yetmemeli. Neden böyle olduğunu somut olarak da görmek için gelin İran coğrafyasında kısa bir tur atalım…
ORTAK KİMLİĞE İŞARET EDEN ÇARPICI AYRINTILAR VAR
Trump’ın vurmakla tehdit ettiği İran’ın dünya kültür mirası eserlerine değinen bir yazı yazmıştım:(İLGİLİ HABER İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ) Elbette binlerce ayrıntısı olan 5-6 bin yıllık bir tarih bir yazıya sığmaz ancak o yazıda eksik kalan, ortak kültüre ve kimliğe vurgu yapan başka çarpıcı ayrıntılar da var. İran’ın UNESCO Dünya Mirası asıl listesinde 22’si kültürel, ikisi de doğal miras olan toplam 24 korunan alanı var. Yedek listede ise 56 korunan alan yer alıyor.
BATILILAR İSLAMI, İSLAMCILAR Şİİ MEZHEBİNİ GÖRMEK İSTEMİYOR
Batının ambargolarla tecrit ettiği İran’daki asıl listede yer alan kültür varlığına bakıldığında, ağırlıklı olarak Pers ve Sasani dönemlerine ait olanlar öne çıkıyor. İslam ülkelerinin büyük kısmı mezhep farkı nedeniyle İran’a cephe alırken, batı da İran’daki İslam dönemini, dolayısıyla Selçuklu ve Türk dönemini pek fazla görmek istemiyor. Türkiye ise hem Sünni İslam anlayışı hem de batı liginin bakış açısının ortasında bir denge tutturmaya çalışıyor. Oysa İran hem kültürel olarak Türkiye’ye çok yakın hem de ekonomik olarak bakıldığında Türkiye için 82 milyonluk devasa bir pazar. İran halkının her türlü kısıtlamaya ve zorluğa rağmen Türk ürünlerine nasıl ilgi gösterdiğini anlamak için sınır kentlerine gitmek yeterli.
İRAN’DAKİ KAYSERİ ÇARŞILARI
İran’da UNESCO Dünya Mirası yedek listesinde yer alan kültür varlıklarından biri Kayseriye Çarşısı. Listedeki adıyla ‘Bazaar of Qaisariye’. Şiraz’ın güneyinde, İran Körfezi yakınlarındaki Lar kentindeki tarihi çarşı Safeviler döneminde inşa edilmiş ve 1300’den fazla dükkandan oluşan devasa bir alışveriş kompleksi. Kayseri adı İran coğrafyasındaki birçok tarihi çarşıda karşımıza çıkıyor. Çünkü Anadolu yüzlerce yıl bu coğrafya ile başını koparmadı. İki coğrafya arasında iktidarla arasında nüfuz ve egemenlik kavgası olsa da halk arasında eğitim, kültür ve ticaret her zaman çok canlıydı. Erdebil’deki Kayseriye Çarşısı, demircisinden bakırcısına, manifaturacısından baharatçısına her türlü ürünün satıldığı dükkanla hala kentin en canlı alışveriş merkezlerinden biri. Tebriz’de de benzer adlı bir çarşı var. Kentin kalbindeki bir başka çarşının adı ise ‘Şemsi Tebrizi’ ve Mevlana’nın adını taşıyan dükkanlara ev sahipliği yapıyor.
GAZNE VE SELÇUKLU MİRASI UNESCO YEDEK LİSTESİNDE
Ağırlıklı olarak Horasan bölgesinde bulunan Gazne ve Selçuklu dönemlerine ait 20’den fazla tarihi kervansaray da yedek listede UNESCO Dünya Kültür Mirası asıl listesine girmeyi bekliyor. Meşhed’deki Ribat-ı Mahi, Nişabur Merv yolu üstündeki Ribat’I Şerif, Beyazid’i Bistami Türbesi, Baba Lokman Türbesi, Sareban Minaresi de bu döneme ait yapılar arasında. Selçuklu döneminin ünlü İslam alimi İmam Gazali’nin türbesine de ev sahipliği yapan tarihi Tus kenti ile Damgan’daki tarihi yapılar da UNESCO’nun yedek listesinde yer alıyor. Kazvin yakınlarındaki Nizari İsmalilerin ünlü lideri Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesi de yedek listedeki tarihi kültür varlıkları arasında.
UZUN HASAN’IN VE TİMUR’UN YAYLALARI DÜNYA MİRASI ADAYI
Güney Azerbaycan Bölgesindeki Erdebil kendi sınırlarındaki 4820 metre yüksekliğe sahip Savalan Dağı da biyosfer rezerv alanı olarak UNESCO Dünya Mirası geçici listesindeki doğal miraslardan biri. Zengin su kaynakları bulunan Savalan Dağının etekleri ve yaylaları Şahseven adıyla anılan Türk konar-göçerlere ev sahipliği yapıyor. Bu bölgenin kuzeyinde, Ermenistan sınırında yer alan Karadağ, diğer adıyla ‘Arasbaran’ bölgesi listedeki bir başka biyosfer rezerv alanı. Ahar, Mugan ve Meşginşehir gibi yerleşimleri içeren bu bölge hem Timur’un hem de Akkoyunlu hükümdarlarının yılın bir bölümünü geçirdiği yayla ve koyakları barındırıyor.
İKİ TOPLUM BİRBİRİNE ÇİNLİ İLE FİNLANDİYALI KADAR UZAK KALAMAZ
İran coğrafyasında bu örneklerin binlercesini saymak mümkün. Henüz tescili bile yapılmamış olan tarihi yapıları da eklerseniz durum çok daah çarpıcı hale gelir. Bugün İran’daki Türkler de bu zengin ortak mirasın yeterince farkında değil. İçine doğdukları siyasi ve kültürel atmosfer her iki toplumun bireylerini birbirine Finlandiyalı ile Çinli kadar uzaklaştırma hayreti içinde olsa da genetik kodlardaki ortak hafıza bunu kısa sürede tuz-buz edecek kadar güçlü.
AMERİKAN BOMBALARININ DÜŞECEĞİ HER YER BİZİM KALBİMİZDİR
Bu yüzden Trump’ın vurmakla tehdit ettiği coğrafya ve kültür mirası sadece İran değildir, aynı zamanda Anadolu’da yaşayan her bireyin ortak hafızasının bir parçasıdır. İran’a düşecek her füze, Kayseri’ye, Kırşehir’e, Sivas’a, Ankara’ya düşmüş sayılır. Tebriz’in Kapalı Çarşısı, Horasan çöllerinin kervanlara yol gösteren minareleri sadece İran’ın değil, Türklerin de ortak geçmişidir. Türk toplumu güncel siyasi tartışmaları ve mezhep ayrımını bir yana bırakıp bu ortak hafızayı emperyalist saldırılara karşı nasıl koruyabileceğini düşünmelidir. Çünkü ,bu coğrafyada Birinci Paylaşım Savaşının ardından oluşturulan birçok ülkenin, yine aynı odaklar tarafından geçtiğimiz 20 yıl içinde nasıl parçalanıp tuz buz edildiğine hep birlikte tanık olduk. İran ve Türkiye bu bölgede köklü devlet geleneği ve kültürü olan iki güçlü ülke olarak her zamankinden daha fazla ortak hareket etmeli. Bunun dışındaki tüm senaryolar ancak bu coğrfayanın tarihsel ve kültürel mirasını silerek üzerindeki güçlü devletleri un ufak etmek isteyenlerin işine yaramaktan öte bir anlam ifade etmez.
İran’da Amerikan bombalarının düşeceği her karış toprak, bizim kalbimizdir…
Yusuf Yavuz
Odatv.com