IŞİD'in 101 gün rehin tuttuğu Öztürk Yılmaz, Gara operasyonunu Odatv'ye değerlendirdi...
"Sorumlular istifa etmeli"
"Sorumlular istifa etmeli"
IŞİD'in 101 gün rehin tuttuğu Öztürk Yılmaz, Gara operasyonunu Odatv'ye değerlendirdi...
Türkiye, Gara’da yürütülen operasyonla birlikte verilen 13 şehidin yasını tutarken diğer yandan da sonuçlarını tartışıyor.
Bugün Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, TBMM’ye gelerek Meclis’i ve muhalefeti bilgilendirmesi tartışmaları azalttı.
Odatv ise 2014 yılında IŞİD’in Musul’da Türk Büyükelçiliğine saldırmasının ardından 101 gün rehin alınan Büyükelçi ve Yenilik Partisi Genel Başkanı Öztürk Yılmaz’a Gara operasyonunu sordu.
Gara operasyonunun siyasi sorumluluğunu hiç kimsenin üstlenmemesine tepki gösteren Öztürk Yılmaz, “Laf kalabalığıyla olay geçiştiriliyor. Bana göre başta Erdoğan olmak üzere bütün sorumlularının hesap vermesi ve hatta istifa etmesi gerekir, ama yapmayacaklarını ve hatta bunu isteyenlere karşı ise operasyon yapacaklarını biliyorum” dedi.
IŞİD’in kendisinin de aralarında bulunduğu insanların rehin alma hikayesini de anlatan Yılmaz, günlerce Türkiye’ye istihbarat verdiğini dile getirip hiçbir şey yapılmadığını da “Türkiye sınırına 75 kilometre uzaklıkta bir yere bütün koordinatları vermeme rağmen hiçbir şey yapılamadığını gördüm” ifadeleriyle anlattı.
İşte Yılmaz’ın Odatv’ye verdiği çarpıcı yanıtlar:
Öztürk Yılmaz: Öncelikle PKK, FETÖ ve diğer terör örgütlerini en sert şekilde kınadığımı belirtmek istiyorum. Türkiye’de terör örgütlerini açık veya örtülü şekilde destekleyenler, onları himaye edenler, onların dilini kullananlara karşı hayatım boyunca hep mücadele ettim ve etmeye de devam ediyorum.
11 Haziran 2014 tarihinde IŞİD, Musul Başkonsolosluğumuzu bastığında orada Başkonsolos olarak görevdeydim. Rehinelik ve esaretin ne demek olduğunu yaşamayan anlayamaz. Bunu kelimelerle anlatmakta mümkün olamaz. Hükümetin Suriye’de radikal dinci unsurları destekleyip Esat’ı devirme politikası bölgede terör unsurlarının kök salmasına ve azgınlaşmasına yol açmış, Suriye’de olan bu kaotik yapıdan yararlanan terör orada da kalmayarak mezhepçi fay hatlarıyla parçalanan Irak’a saldırmış ve oradaki cihatçı unsurlar Musul Başkonsolosluğumuzu da işgal etmiştir.
İşgalin öncesinde ve sonrasında AKP’nin takip etmiş olduğu politika açık bir fiyaskodur. Ben orada yurtseverlik damarı şaha kalkmış bir insan olarak kendi yaşam mücadelemi değil, Yüce Atatürk’ün maneviyatını ve ay yıldızlı bayrağımızın şanını canım pahasına yere düşürmeme mücadelesi verdim.
“KOORDİNAT VERDİM, YER VERDİM VE HATTA FOTOĞRAF GÖNDERDİM”
İşgalde, “çatışın” talimatı vermeme rağmen hükümet çatışmayın talimatı verdi. Beni korumakla görevli polislerin bir kısmı, daha işgalin birinci gününde karşıma geçtiler ve IŞİD ile iyi geçinirlerse kurtarılabileceklerini düşünme hatasına düştüler. Başıma defalarca silah dayandı, IŞİD’in belgelerini imzalamam için baskıya maruz kaldım. Video çektirerek Türkiye’yi karalamam istendi, bu baskılar olurken yine yanımdaki bazı görevliler bunu yapmam için baskı yaptılar, yapmayınca da bu kişiler tarafından IŞİD’den daha beter bir zulme uğradım. Ancak, kafamdaki plan ya namusumuzla ve şerefimizle istedikleri hiçbir şeyi yapmadan şehit olmak ki buna çok hazırdım ve vasiyetimi bile yazmıştım, ya da döneceksek bana kendi personelimin bir kısmının yapmış olduğu ihanete rağmen başım dik alnım, açık dönmekti. İşgalin birinci gününden başlayarak ateşle imtihanım başladı. Türkiye sınırına 75 kilometre uzaklıkta bir yere bütün koordinatları vermeme rağmen hiçbir şey yapılamadığını gördüm. IŞİD’in biat törenini bombalatmak istedim, bombalatamadım. Koordinat verdim, yer verdim ve hatta fotoğraf gönderdim, yaptıramadım.
Bu konuşmalara orada esir olan arkadaşlarımızdan bazıları biz zati şahittir ve onlar da kahroldular. İşgalden sonra Dışişleri Müsteşarı ve Bakan Yardımcısı bin bir güçlükle ölümü göze alarak saklayabildiğim tek telefonla ki, onu nasıl sakladığımı orada esir olanların hepsi biliyor, geçiştirerek alaycı bir şekilde cevap verdiler.
Sanki orada terör örgütünün elinde silahsız bir diplomat olarak mücadeleyi sadece benim vermem gerektiği gibi bir durum ortaya çıktı. Kamuoyunda bu telefonun şarjı nasıl bitmedi diye vatan hainleri akıllarınca alay ettiler. Oradaki an be an günlük operasyonu BEN YÖNETTİM! Benim dışımda istihbarat dışında toplanan her şeyin döndüğüm an yalan olduğunu gördüm. 500’ün üzerinde telefon görüşmesi yaptım, 101 gün içerisinde en az 15-20 defa şüphelenip aradıklarında telefonun parçacıklarını bulabileceklerini ve infaz edileceğimizi düşündük. Bu telefon bütün istihbaratın benim tarafımdan Ankara’ya günlük aktarımına yardımcı oldu ama Ankara’dakilerin bu istihbaratı ne kadar değerlendirdiğini kamuoyunun vicdanına sunuyorum.
IŞID’in ilk gün baskınında yalnız kaldığımı ve bu esaretin ölümle, yakılmayla sonuçlanabileceğini düşünerek ellerimizdeki telefonları topladıklarında elimdeki 3 telefondan 2’sini ilk ben verdim ki elimde bir şey kalmadığına inansınlar diye. Diğer telefonu bulunduğumuz mekanlarda parçalayarak ve arkadaşlarımızın bazılarına zimmetleyerek özellikle kadınlar ve çocuklar da saklamayı başardım. Şarjda sıkıntılarımız oluyordu, Irak’ta, bilenler bilir, tuvaletlerdeki prizleri kullanarak ve kuyruk oluşturarak gecenin geç saatlerinde zar zor yapabildim.
Bir süre sonra içerden baskılar başladı ailelerimizle görüşmek istiyoruz diye. Eğer herkesi görüştürürsem IŞID’in intihar bombacılarının bunu fark edeceğini ve hepimizi infaz edebileceklerini düşünerek uzunca bir süre telefona el koyduklarını söyledim. Yine görüşmeler devam etti.
“UKALA VE TERBİYESİZ BİR ŞEKİLDE BENİMLE KONUŞTULAR”
Görüşmelerde kurtarma planıyla ilgili önerilerde bulundum, konum verdim, yer verdim, adres verdim ama bir türlü bir kurtarma olmadığını gördüm. IŞID’in 46 kişiyi parçalayıp, gruplara bölüp başka ülkelere gönderebileceklerini hissedince buna itiraz ettim. Eğer gönderselerdi bir kısmını Suriye’ye bir kısmını Afganistan’a gönderip izimizi tamamen kaybettirip zamanla belki de herkesi ortadan kaldıracaklardı. Kadınlarımıza ve çocuklarımıza dokunmamaları için onları eşleriyle birlikte ayrı bir oda da tutturduk.
101 gün boyunca Dışişleri Müsteşarı ve Bakan Yardımcısı ukala ve terbiyesiz bir şekilde benimle konuştular. Bombalandığım zamanlarda telefon açtığımda “Ooo, aman kendinize dikkat edin” şeklinde alaycı ifadeler kullandılar. Eli kanlı bir terör örgütünün elinde kendimize nasıl iyi bakacağız? Dışişleri Müsteşarı belli ki akşam sofrasında elinde fındık fıstıkla konuşuyordu. Bakan Yardımcısı ise insanı çileden çıkaran konuşmalar yapıyordu. Mesela “Öztürk Bey şuanda bir arkadaşımla kahve içiyorum. Şu anda tatildeyim” cümlelerini hiç sıkılmadan ve utanmadan kurabiliyordu. Dışişleri Müsteşarı aklınca bana kabadayılık taslıyordu. IŞİD İslam Devletini kurup orayı benim üzerimden tanıtmak istediklerinde telefon açtığımda “Sen esirsin tanıyabilirsin” şeklinde utanç verici bir cümle kurduğunda her ikisine de “burada ölmeye razıyım böyle şerefsizliği kabul edemem ve bizi IŞİD öldürmüyorsa derhal uçaklarınızı kaldırıp bizi siz öldürün” deyip yüzlerine kapattım.
Oradaki arkadaşlarımızın aileleriyle hiçbir bağı olmadığını gördüm. Büyük bir baskıyla sanki hiç birşey olmamış gibi Türkiye’de haberler yapıldığını gördüm. IŞİD’çilere daha ilk gün içlerine dalıp kadınlara, çocuklara, bayrağımıza ve Atatürk’ün fotoğrafına el sürerlerse kendilerine cehennem gibi bir cevap vereceğimi haykırdım. Daha sonra Türkmen bir IŞİD’çi odaya dalıp bize nutuk atarken yine içlerine dalıp “Siz ne utanmaz insanlarsınız, ne ahlaksızsınız, ne şerefsizsiniz! Burada sizin himayenizi Türkiye sağlıyor, sizde bizi burada işkence ve esarete tabi tutuyorsunuz” şeklinde bağırdığımda grubumuzdaki bazı arkadaşların renginin solduğunu ve infaz edilebileceklerini düşündüklerini gördüm.
Ben oranın durumunu günlük iletirken, daha sonra döndüğümde sözüm ona bazı gazetecilerin oturdukları yerden güya bizim durumumuzla ilgili gerçekle ilgisi olmayan haber yaptıklarını, bazı siyasetçilerin sanki süreci iyi yönetmişler gibi bundan nemalandıklarını, bazı hesap vermesi gereken bürokratların ballı tayinlerle ödüllendirildiğini üzülerek gördüm.
Sınıra geldiğimizi ben haber verdim ve 9 saat sınırda içeriye girebilmek için bekletildik. Şanlıurfa’ya geldiğimizde, Şanlıurfa Valisine bu kadar büyük bir mücadeleyi vermiş bir insan olarak Türk kamuoyunun önüne üzerimizdeki yırtık elbiselerle çıkmayacağımızı dolayısıyla kendisinin gidip 46 tane normal elbise alıp getirmesini ve öyle kamuoyunun önüne çıkacağımızı söyledim. Akabinde büyük bir kahraman olarak karşılandık. Pek çok şeyi vicdanen kabul etmesem de devletin uluslararası itibarını düşünerek içime gömdüm. Bu yaşananların birinci bölümüydü.
Tacikistan’a Büyükelçi olduktan kısa bir süre sonra istifa edip siyasete girince ise ikinci bölüm başladı. O dönemde bana göre cezalandırılması gereken Dışişleri Müsteşarı ve Bakan Yardımcısı, Müsteşar Yardımcısı, Genel Müdür Yardımcısı ve diğerleri hepsi ödüllendirilip en iyi yerlere tayin edildiler. Daha sonra duydum ki Dışişleri Müsteşarı ballı bir tayinden sonra Cumhurbaşkanının Dışişleri Başdanışmanlığına atanmış. Bakan Yardımcısı ise muhtemelen FETÖ yakınlığı söylentileri nedeniyle merkeze çekilmiş. Bunun gibi pek çok gelişmelere şahit oldum. Bizim kahramanlığımızdan herkes faydalanmış ama beni cezalandırma ve itibarsızlaştırma başladı.
HAYATIMDA GÖRDÜĞÜM EN ALÇAKÇA YALANDI
Beni en çok üzen ise, “Suriye’de ÖSO’ya çok fazla güvenmeyin. Bunlar Suriye konteksinde çalışan diğer gruplarla içli dışlı ve bir kısmının kökü El Kaide’ye kadar uzanır” cümlemden sonra bir gün baktım Dışişleri Bakanı beni kendi memuru olarak tarif ediyor, korkak olarak nitelendiriyor, battaniyenin altına saklandığımı iddia ediyor. Hayatımda gördüğüm en alçakça yalandı. Sonra İçişleri Bakanı, Musul baskınından bir gün önce tayin edilen ve Başkonsolosluğumuzda kendi amirlerince kule nöbeti görevi verilen, baskının gelişini normalde açıkça görüp bize ihbar etmesi gerekirken, IŞİD’e kapıları açan ve o anda ne hikmetse Arapça bildiğini söyleyen bir polisi çıkarıp benim aleyhimde konuşturdular. Ben oradayken bu polisin “Bizi Suriye’ye götürürlerse oradakilerin hepsi benim arkadaşım” dediğini hem kendim hem oradaki bütün insanlar duydu. Bu davranışları nedeniyle kendisine hiçbir güven duymadım ve geldiğimde bunu Dışişlerindeki yetkililere söyledim “Bununla ilgili özel bir tahkikat açın bundan şüpheleniyorum” dediğim kişiyi aleyhime konuşturdular ve sonra öğrendim ki bunu da ödüllendirmişlerdir.
Ben IŞİD’le tartıştığımda küçük dilini yutan ve sürekli onların dediklerini yapmamı isteyen ve elbette benim rest çektiğim bu şüpheli şahsı televizyonda aleyhimde konuşturdular bana “Muhasebeci Kenan” ismini takmaya çalıştılar. Ben şimdi ne düşünmeliyim? IŞİD mi, yoksa başka uzantıları mı var? Bu alçak yalanı söyleyenler televizyonlarında boy boy iftira kampanyası yaptılar. Neden? IŞİD’e karşı benim yapmamı istedikleri bazı şeyleri yapmamamdan mı rahatsız oldular?
Ben devletin en dibini, en derinini biliyorum. Kimin nereye adımını attığını biliyorum, kimin hangi maskeyi taktığını biliyorum, Musul’daki kahramanlığımın üzerini örtmek için her türlü şerefsizliği yaptıklarını biliyorum.
Orada öldürülseydim Bakanlığın önüne tabutumun getirilip timsah gözyaşı dökecek bu adamların orada olmasını istemediğimden, vasiyetimde hiçbir devlet görevlisinin olmaması gerektiğini yazdım. Cesedimin köyüme, yurtseverliği bana öğreten ailemin yanına, aile mezarlığına gömülmesini istedim.
Musul olayındaki benim kahramanlığımı hiç kimse örtemez, gücü de yetmez! Tarih onu paramparça eder, paçavraya çevirir! Eğer orada Öztürk Yılmaz olmasaydı bambaşka bir tablo çıkacaktı, bunu da herkes çok iyi biliyor…
Lider olarak Atatürk’ün ruhunu taşıdığımı düşünüyorum. Hiç kimse Musul’daki kahramanlığın milyonda birini gösteremez. Bunu örten, örtmeye çalışan ve iftira atan insanlar tescilli vatan haini ve şerefsizdir. Orada terk edilen bir yurtseverin muhteşem bir zaferi vardır. Musul, benim için bir vatan toprağıdır. Oraya arazi olarak bakan insanlar bunu anlayamaz!
Gün gelecektir Yenilik Partisi yakın zamanda bu Musul kahramanlığını ders kitaplarında okutacaktır ve bu olayın üzerinden çeşitli gerekçelerle beni itibarsızlaştırmaya çalışan trollerin toplum yüzüne tükürecektir.
SİYASİ SORUMLULUĞUNU HİÇ KİMSE ÜSTLENMİYOR
- Türkiye sizin içinde bulunduğunuz diplomatlarını ve vatandaşlarını kurtarmak için o günlerde nasıl bir diplomatik yol izlemişti?
Musul’u yaşamış birisi olarak devletin dış istihbaratının zayıf olduğunu gördüm. Askerlerimizin varlığından bile ancak şehit edilmeleriyle haberimiz oldu. Bu insanların bu süreçte ne kadar büyük bir yurtseverlik gösterebildiklerini tahmin edebiliyorum, farklı olsaydı PKK’nın saflarına geçerlerdi. Aynen Musul’da bazılarının IŞİD’in suyuna gittikleri gibi demek ki bu insanlar vatan için ölümü göze almış, demek ki bu insanlar yıllarca itibarlarını zedelemeden kurtarılmayı beklemişler, demek ki kamuoyundan bu saklanmış, demek ki ailelerinin evine ateş düşmüş ama komşularına söyleyememişler.
Her olayda olduğu gibi devlet erkini elinde bulunduranlar her şeyi siyaset olarak görürlerse bir yurtseveri vatan haini, vatan hainini ise bir yurtsever olarak ellerindeki propaganda araçlarıyla takdim edebilirler.
Çok üzgünüm, bu kurtarma operasyonun başarısızlığının siyasi sorumluluğunu hiç kimse üstlenmiyor. Laf kalabalığıyla olay geçiştiriliyor. Bana göre başta Erdoğan olmak üzere bütün sorumlularının hesap vermesi ve hatta istifa etmesi gerekir, ama yapmayacaklarını ve hatta bunu isteyenlere karşı ise operasyon yapacaklarını biliyorum.
- Gara operasyonu kapsamında yaşananlara dair genel bir değerlendirme yapar mısınız?
Türkiye terör örgütlerinin içerisine doğru istihbarat alabileceği insanlar yerleştiriyor mu bilemiyorum. Dış istihbarat belli ki etkin çalışmıyor, çalışsaydı 5-6 yıldır bu kahramanlarımızın yerleri bilinir ve ona ilişkin hazırlıklar süratli bir şekilde başarıyla sonlandırılabilirdi. Ben bunu deyince hemen birileri şunu söyleyecektir “Biz başından itibaren onların nerede olduklarını biliyorduk ama can güvenliklerini dikkate alarak operasyon yapamadık” gibi savunma yapacaklardır. Gerçek şu: büyük devlet halkına doğru bilgi verir ve gereğini yapar.
- Türkiye bu operasyonda sizce nerede doğru nerede yanlış yaptı?
Operasyonun askeri ve istihbari ayaklarıyla ilgili sağlıklı bir değerlendirme yapabilmemiz için öncelikle süreci ve onun ayrıntılarını bilmemiz lazım. Pek çok şeyi bilmediğimiz için yapacağımız değerlendirme sağlıklı olmaz.
- Muhalefetin ve iktidarın bu konuda siyasi bir propaganda yoluna saptığını düşünüyor musunuz?
Kesinlikle düşünüyorum. Olayın esasına dönük tartışma yapılırsa devlet ve kurumları güçlenir ama olan bu vahim olayda açıklarımız nedir? Nasıl dersler çıkartmalıyız, benzer durumlarda nasıl doğru hareket edebilirizi konuşursak bir yol alabilirsiniz. Aksi takdirde gündeme gelir 1 hafta tartışılır ve gündem değişir ta ki bir başka konu tekrar gündeme gelene kadar.
Mesela bu konu olduğunda açıklama yapmak dışında hesap veren bir şahıs veya bir kurum var mı? Ben görmüyorum, en acı tarafı da bu.
Bir de devlet yetkililerinin yas olan bir günde ciddi olması lazım. Toplumun vicdanını yaralayan siyasi demeçlerden uzak durulmalı. Mesela, Cumhurbaşkanının böyle bir günde AKP İl Kongresinde espriler yapıp güldüğünü görünce çok üzüldüm.
- Böyle acı olayların yaşanmaması için bir Büyükelçi ve Genel Başkan olarak askeri seçeneğin dışında nasıl bir politika üretilmesi gerektiğini anlatabilir misiniz?
Terörle elbette sadece askeri yöntemlerle mücadele edilemez ama masaya teröristlerle oturarak da bir çözüm bulunamaz ve asla bu yola tevessül edilmemelidir. Peki ne olması gerekir? Güçlü bir dış istihbarat, operasyon kabiliyeti yüksek bir ordu, bölgesel ve küresel aktörlerle yakın işbirliği ve kapalı kapı görüşmeleri bunların birinin seçilerek değil gerekirse şartlara göre hepsinden yararlanarak bir politika oluşturulması gerekir.
- Uzun vadede Türkiye’nin terör politikası nasıl olmalıdır?
PKK terörü asla Kürt kardeşlerimizi temsil edemez. PKK uluslararası bir taşerondur, bunların dizginlerini ellerinde bulunduran ülkelerle etkin bir politika takip edebilirsek PKK’yı paramparça ederiz.
PKK’nın dizginlerini elinde bulunduran ülkelerse Türkiye içerinde ikinci bir bölge veya devlet yaratma peşindeler. Bu noktada Türkiye’deki bütün siyasi partilerin bu tuzağı görerek yok federasyon, yok yerel özerklik şartı gibi safsatalara kapıyı kesin ve net bir şekilde kapatması gerekir.
Bir de devlet yetkililerinin yas olan bir günde ciddi olması lazım toplumun vicdanını yaralayan siyasi demeçlerden uzak durulmalı. Mesela, Cumhurbaşkanının böyle bir günde AKP İl Kongresinde espriler yapıp gülmesine çok üzüldüm.
BÜYÜKELÇİ VE YENİLİK PARTİSİ GENEL BAŞKANI ÖZTÜRK YILMAZ KİMDİR
Öztürk Yılmaz, 19.09.1970’de Ardahan’ın Açıkyazı Köyü’nde dünyaya geldi. İlkokulu köy okulunda okudu. Lise eğitimini Ardahan’da devam etti. Eşi Özay hanımla lisede tanıştı. Ardahan Lisesi son sınıfta nişanlandılar. Daha sonra ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü kazanarak Ankara’ya geldi. AB'nin kalkınma ve entegrasyonu konusunda (VUB-Brüksel) Master yapmıştır. Evli ve üç kız babası olup, çok iyi seviyede İngilizce, Rusça ve Portekizce bilmektedir.
ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olduktan sonra 1996 yılında girdiği Dışişleri Bakanlığı'nda sırasıyla Balkanlar, AGİT, Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkasya (Daire Başkanı) Daireleri ile Başbakanlık Dışişleri Başdanışmanlığında (Daire Başkanı olarak) görev yaptı. Yurtdışında ise, Bişkek Büyükelçiliği, Brezilya Büyükelçiliği ve Avrupa Birliği Daimi Temsilciliği'nde (Müsteşar)olarak görevler yaptı. 2013 yılında Musul Başkonsolosu, 2015 yılında Tacikistan Büyükelçisi oldu.
1 Kasım 2015 Genel Seçimleri ile 24 Haziran 2018 Genel Seçimlerinde CHP Ardahan Milletvekili olarak TBMM'ne girdi. 16-17 Ocak 2016 tarihine yapılan CHP Kurultayında PM üyeliğine seçildi.3 yıla yakın Dışişlerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı.
CHP’nin, yönetimden "FETÖ ve bölücü kesimlerin istediği" iddiasıyla partiden uzaklaştırıldığını dile getiren Öztürk, "parti içindeki diktatörlüğe başkaldırdığı için YCHP yönetimi tarafından haksız ve hukuksuz bir şekilde partiden ihraç edildiğini" dile getirdi. IŞİD’in elinde 101 gün esir tutuldu ve işkence gördü. Döndükten sonra Dışişleri Bakanlığı’na dilekçe vererek kendisine verilebilecek herhangi bir tazminatı kabul etmedi. Eğer bir tazminat olacaksa bunu vatan için canlarını feda eden şehit çocuklarına bağışlamak istediğini yazılı olarak beyan etti ve tazminat almadı. Esir olduğunda Gazi ünvanı verilmesini de istemedi ve talepte bulunmadı.
20 Kasım 2018 tarihinden 20 Temmuz 2020 tarihine kadar Ardahan Bağımsız Milletvekili olarak görevine devam etti. Türkiye’de artık bu düzenle devam edilemeyeceğini 20 Temmuz 2020 tarihinde YENİLİK PARTİSİ’ni kurarak özgürlük, üretim, adalet, sosyal barış ve diğer alanlarda güçlü ve milli bir programla halkımızın karşısına çıktı.
Mert Taşçılar
Odatv.com