İskender Öksüz Atsız’da zaman

MİLLİYET TEORİLERİ VE ATSIZ

İskender Öksüz   Atsız’da zaman




İskender Öksüz

İskender Öksüz

Atsız’da zaman

İki gün önce, Türk milliyetçiliğinin dev ismi Nihal Atsız’ın 45. ölüm yıldönümüydü. 

Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, Atsız’ı, mücadeleli hayatından bilim adamlığına, fikirlerinden edebiyatına kadar bütün yönleriyle ele alan en ayrıntılı biyografiyi yayımladı. Ercilasun, Atsız kitabının alt başlığını, “Türkçülüğün Mistik Önderi” koymuş. Bu “mistik” kelimesini açmak isterim. Fakat onun izahına geçmeden önce, milliyetçiliğin sosyolojik teorilerinden en tutulanlarından birini, Athony D. Smith’in etno-sembolizm’ini anlatmalıyım. 

Sosyolojide milliyetçiliği inceleyen teorileri bir uçta ezelîciler (primordialistler), diğer uçta modernistler bulunan bir eksen üzerine yerleştirmek âdettir. Pek taraftarı bulunmayan, bugün izah kolaylığı için kullanılan primordialist teori, milliyet duygusunun insanlığın başlangıcından beri mevcut olduğunu iddia edecektir. Modernistler ise, milliyetçiliğin endüstri devrimi ile modernizm ile başladığını, daha önce mevcut olmadığını söyleyenlerdir. Bizde hâlâ tartışılmaz gerçekmiş gibi söylenen, “milliyetçilik Fransız ihtilaliyle başlar” lafı, modernizmin bir çeşididir fakat tek çeşidi değildir, hatta öne çıkan bir çeşidi de değildir. 

İşte etno-sembolizm, modernistlere şu soruyu sorar: Diyelim ki milliyetçiliği endüstri devrimi başlattı; daha öncesi yoktu. Peki, Fransızları Fransız milliyetçisi, Almanları Alman milliyetçisi, vs. yapan nedir? Endüstri devrimi öncesi milliyet duygusu açısından bir vakum idiyse, bu farklı milliyetler nasıl ortaya çıktı? İşte etno-sembolizmin cevabı bu açmazı halleder: Milliyet duygusu ve millî sınırlar, moderniteyle ortaya çıksa da her topluluğun modernite öncesine uzanan sembolleri, mitleri, değerleri, gelenekleri ve bütün bunları geçmişten geleceğe taşıyan dili vardır. İşte bunlar milliyeti antikiteye, modernist iddiaların aksine “la longue durée”ye (uzun süreye) taşımaktadır. Etno-sembolizm, bir bakıma, modernist ve ezelici teorilerin sentezidir. 

Atsız eserlerini kaleme alırken Smith henüz ortalıklarda yoktu. Fakat vakıaya odaklanan zihinler, akıllarına takılan sorularla tarihi ve toplumu sürekli çözümleyen kafalar, bazen sosyolojinin sonuçlarına, profesyonel sosyologlardan önce varabiliyor. Smith ve diğer etno-sembolistlerin çalışmaları Atsız’ın vefatından sonradır. 

1300 YIL ÖNCE İLE 1300 YIL SONRA

Şimdi Atsız’ın baş eseri, Bozkurtların Ölümü’nden şu pasaja bakınız… Çinliler, esir aldıkları Göktürkleri bir kol hâlinde götürmektedir. Yüzbaşı Sançar, gülmeğe başladı mı kolay kolay kahkahaları durdurulamayan bir karakterdir ve “keçi kadar Çinli koskoca Yamtar’ı almış götürüyor” diye gülmeğe başlar. Çinliler onu ancak oklarla, kargılarla delik deşik ederek durdurabilir. Atsız anlatır, “Bu kahkahaların çınladığı yerden çok uzak bir yerde, kahkahaların göğe yükseldiği zamandan çok zaman sonra, bir yazıcı, Gök Türklerin torunlarına bildirinceye kadar bu kahkahalar, bu şanlı alay ve şanlı ölüm unutulup gidecekti.”

Zaten romanın ta başında Kıraç Ata’nın kehaneti vardır: “Adınız gönüllerde kalacak. Bin üç yüz yıl sonra tekrar dirileceksiniz.”

Bir başka şaheser, yarı biyografik Ruh Adam romanı, güçlü ve sarsıcı bir aşk hikâyesidir. Hikâyenin günümüzde yaşayan kahramanları, binlerce yıl öteden gelen bir Uygur masalının kahramanları ile zaman ve mekânda gidip gelmededir. Bırakayım Ercilasun ve Atsız benden iyi anlatsın:   

“Günümüzde yaşayan Selim Pusat, iki bin yıl öncesinin Burkay’ıdır. Uygur masalındaki Burkay gibi, o da evli olduğu hâlde bir kızı severek günah işlemiştir. Tarih tekerrür etmiştir. Aslında zaman nedir ki? Atsız’a göre dün, bugün ve yarın, hepsi birdir. 

‘Bu timsal altında toplananlar ‘zaman’ı yapan ‘üç an’ın bir olduğuna inanmışlardır. Gelecek olan günler bugünün gününe karıştıkça vardır. ‘Bugün’ dediğimiz her gün ise esasen ‘dün’dür. Bir ip yumağı gibi dönen zamanın ucu geçmişte, bu geçmiş de Turfan’da, Hoçu’da, Orhun’dadır.’(Atsız, Orhun Dergisi, Ekim 1933)

“Dün, bugün, yarın… Bu üç an da birdir, birbirine karışmıştır. Ruh Adam da öyle. Kâh geçmişte kâh gelecekte yaşamaktadır.”

Mitlerimiz, masallarımız, değerlerimiz, sembollerimiz… Oğuznameler, Dede Korkutlar, Kaşgarlı Mahmud’lar, Balasagunlu Yusuflar… Zenginiz. Fakat Atsız’ın eserleri de neredeyse bunlar arasında sayılmayı hak ederler. Hemen her eserinin sağlığında çok okunması, çok satmasından başka, ölümünden sonra daha da artarak okunup satması da bunu gösteriyor. 21. asırda Atsız, artık Türk Cumhuriyetleri’nde de okunuyor. 

İşte etno-sembolistlerin “mitleri, sembolleri” ile Ercilasun’un “mistik önderi” buralarda birleşiyor. 

Rahmetli Niyazi Yıldırım Gencosmanoğlu’nun, Atsız’ın vefatı üzerine yazdığı şiir de Türk etno-sembol hazinesini kullanır ve o hazineye katkı yapar. Onunla bitireyim:

“O gün Tanrıdağı’nda tan ağardığı çağda. 
Dediler Oğuz Han’ın otağına giren var. 
Ve Tanrı Kut Mete’nin huzurunda Atsız’ı 
Kür Şad’la Kül Tiğin’le diz vururken gören var.”

İSKENDER ÖKSÜZ / KARAR