‘İsrail, bölgede kalıcı bir çözümsüzlüğü hakim kılmak istiyor’
Bursa, İsrail'in bölgede 'kalıcı bir çözümsüzlüğü' hakim kılmak istediği görüşünde.
Ramazan Bursa'ya göre, Batı Şeria askeri olarak halihazırda zaten İsrail'in kontrolündeyken Netanyahu, seçim hesapları ve Trump yönetiminin Yüzyılın Anlaşması'na hazırlık için 'ilhak açıklaması' yaptı. Bursa, İsrail'in bölgede 'kalıcı bir çözümsüzlüğü' hakim kılmak istediği görüşünde.
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, İsrail'de 17 eylül'deki seçimler öncesinde "Kazanırsam Batı Şeria'daki Ürdün Vadisi'ni ve Ölü Deniz'in kuzeyini ilhak edeceğim" vaadinde bulundu. Netanyahu, ABD Başkanı Donald Trump'ın 'barış planının' Batı Şeria'nın ilhakı için 'tarihi fırsat' oluşturduğunu öne sürdü. Netanyahu’nun ilhak vaadine dünyanın pek çok yerinden tepkiler gösterildi.
Netanyahu'nun çıkışını ve seçim sonrası olası gelişmeleri gazeteci-yazar Ramazan Bursa ile konuştuk.
‘BATI ŞERİA ZATEN İSRAİL’İN KONTROLÜNDE’
Ramazan Bursa'ya göre, İsrail zaten Batı Şeria bölgesini Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararlarına aykırı şekilde kontrolünde tutuyor. Ancak fiili adımların hukuku olarak durumu değiştirmediğini anımsatan Bursa, ABD'nin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıma kararında da aynı durumun yaşandığını dile getirdi. Bursa, İsrail liderinin sadece kendisi açısından Batı Şeria’daki uluslararası hukuka göre gayrimeşru olarak inşa edilmiş yerleşimlerin kendi hukukları çerçevesinde meşrulaştırılmasının söz konusu olacağını vurguladı:
“Bunu iki başlıkta değerlendirmek gerekiyor. Birincisi, saha açısından ele almak lazım, ikincisi de uluslararası hukuk açısından, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları açısından değerlendirmek lazım. Birincisi saha açısından bakıldığında zaten İsrail, Batı Şeria’nın A ve B bölgesini zaten elinde tutuyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin mükerrer kararları olmasına rağmen İsrail o bölgelerde yaygın ve yoğun bir şekilde uluslararası hukuka ve BMGK kararlarına aykırı yerleşimler yapıyor zaten. Oranın güvenliği de İsrail askerleri sağlıyor. Bu açıdan bakıldığında zaten bölge kontrolünde. Hukuksal açıdan bakıldığında mümkün gözükmüyor. Bunu ne Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ne de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ne de uluslararası kamuoyu devletleri ilgili veya ilgisiz devletlerin kabul etmesi mümkün değil. Ama Amerika Birleşik Devletleri’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesi sonrası bazı ismini bile yeni duyduğumuz devletler ve bazı ufak, çok etkili olmayan devletler buna destek sağlayabilir. Fakat dünya kamuoyunun buna karşı çıkacağını düşünüyorum. Şu önemli olan. Amerika Birleşik Devletleri, Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etti. Uluslararası hukuk açısından değişen bir şey olmadı ama fiili olarak da değişen bir şey olmadı. Çünkü İsrail hem Batı Kudüs’ü hem Doğu Kudüs’ü kontrolünde tutuyor. Uluslararası Birleşmiş Milletler kararı ve anlaşmaya göre Sur içi dediğimiz Mescid-i Aksa bölgesi Ürdün Vakıflar Bakanlığı kontrolünde ve bakanlığın burada tasarrufu var. Ama İsrail tüm bu anlaşmaları ve uluslararası kararları yok sayarak zaten istediği zaman Mescid-i Aksa’nın avlusuna giriyor, Kıble Mescid-i başta olmak üzere oradaki Mescidlerin tamamına baskınlar yapıyor, yeri geldiğinde kapıları kapatıyor, Müslümanların ibadetine engel oluyor ve yer yer de sabah saatlerinde haftada birkaç kez baskın yapan fanatik Yahudi kuruluşların organize ettiği baskınlara güvenlik tedbiri sağlıyor. Dolayısıyla aslında baktığımız zaman uluslararası hukuk açısından bir şey değişmeyecek, sahada da bir şey değişmeyecek. Sadece kendisi açısından Batı Şeria’daki uluslararası hukuka göre gayrimeşru olarak inşa etmiş olduğu yerleşim yerleri kendi hukuki çerçevesinde meşru olmuş olacak.”
‘İLHAK KARARI ÇATIŞMALARI KIZIŞTIRIR'
Bursa, İsrail'in Batı Şeria'da olası ilhak kararının bölgedeki çatışmaları kızıştıracağını öngördü. İsrail’in artık giderek kendi içerisindeki Yahudi toplumuna karşı da ayrımcı tavır sergilediğini savunan Bursa’ya göre İsrail, bölgede kalıcı bir çözümsüzlüğü hakim kılmak istiyor:
“Böyle bir adım attığı takdirde Filistin’deki hareketlerin de açıklamasına baktığımız da aslında Batı Şeria’da çatışmanın daha kızışacağını tahmin edebiliriz. Yine aynı şekilde birtakım görüşmeler yapılma imkanı vardı. Mesela Birleşmiş Milletler nezdinde iki devletli çözüm vs. bunlar tarihte de çok yapıldı. Bu görüşmelerin tekrarlanması imkansızlığı gibi bir durum ortaya çıkacak. Aslında İsrail, kalıcı bir çözümsüzlüğü bölgede hakim kılmak istiyor. Diğer taraftan İsrail 1948’ten günümüze geldiğimiz zaman bazı iddialarından da vazgeçmiş gözüküyor. Ulus devlet vs. iddialarını yumuşatmış gibi gözüküyor. Nitekim İsrail’in kendi içine baktığımız zaman zaten devletin de Yahudi toplumu açısından bir ayrımcı tavır içerisinde olduğu gözüküyor. Bir taraftan Yahudileri tasvip ederken daha faziletli, daha az faziletli, daha gerçek Yahudi, kan bakımından daha zayıf Yahudi diye tasnif ederken diğer taraftan da dünyanın 4 bir yanından Yahudilerin İsrail’e yerleşmesi için teşvikte bulunuyor, yardımda bulunuyor, görüşmeler yapıyor. Ama gelinen noktada Yahudilere bile farklı uygulamalar ortaya koyarken diğer taraftan da Yahudi toplumunun sayısını yükseltmek için de Etiyopya’dan Yahudileri alıyor, Hazar Türklerini bile kabul edecek durumda, Yemen Yahudileri vs. Dolayısıyla aslında İsrail kendi içinde de hem çıktığı noktadaki iddialarla bugünkü bölgenin gerçekleriyle karşı karşıya kaldığı zaman iddialarla gerçekler arasında sıkışmış durumda ve bunu yürütmekte zorlandığını görüyoruz. Birtakım yerlerde esneklik oluşturduğunu görüyoruz.”
‘İSRAİL'İN SAVAŞA GİRME İHTİMALİ DÜŞÜK'
İsrail ordusunda disiplinsizliklerin artışını ülke içerisindeki raporların dahi ortaya koyduğunu anlatan Bursa, bu şartlar altında İsrail’in savaşa girme ihtimalinin düşük olduğu görüşünde. Bursa'ya göre, Netanyahu Hizbullah ve Batı Şeria gibi meseleleri seçimlere yönelik olarak kullanmak ve Yüzyılın Anlaşması'na yönelik adımları atmak amacında:
“Bir taraftan İsrail, Hizbullah’ı son 3-4 yıldır Gazze’den daha büyük bir tehdit olarak görüyor. Eski istihbarat yetkililerinin bir bölümü İsrail medyasında köşe yazarlığı ve analistlik yapıyorlar, televizyonlarda da. Onların açıklamalarına ve bazı sızan belgelere baktığımızda, İsrail’in kuzey cephesi dediği Lübnan sınırına dönük bir hazırlık içinde olduğunu görüyoruz. Hizbullah’ı ciddi anlamda tehdit olarak görüyor, ikinci derecede Gazze’yi tehdit olarak görüyor. İsrail ordusuna bakıldığında gelişmiş silahları var, bir bölümünü kendisi yaptı, bir bölümünü ithal ediyor, Batılı ülkelerden ve Amerika’dan alıyor. Ama diğer taraftan ordunun kendi içerisinde bir iç disiplinsizlik var. Geçtiğimiz ay yayınlanan bir rapor çok çarpıcıydı bu açıdan. Raporun bir bölümünde şu ifade ediliyor, İsrail ordusunda Genelkurmay Başkanlığı’ndan verilen bir emir en dibe indiği zaman yüzde 15’i hayata geçiriliyor. Dolayısıyla İsrail ordusunda ciddi bir disiplinsizlik var ve bu ordunun savaşa girmesi çok da kolay gözükmüyor. Girdiği takdirde de büyük başarılar elde etmesi mümkün değil. Bu rapor İsrail’de bir araştırma merkezi tarafından yayınlandı. Diğer taraftan bu disiplinsizliği meydana getiren temel unsurlardan bir tanesi İsrail’de sivil var mı sorusuna baktığımızda bildiğimiz klasik sivil halk tanımının dışında bir sivilleşme var. İsrail halkı bir taraftan asker diğer taraftan sivil. Çünkü geçici yedek asker diye bir statü var orduda ve İsrail halkını belli dönemlerde askere çağırıyorlar, hatta evci asker bile var. Bu açıdan baktığınızda sivil olmak ile asker olmak çok iç içe geçmiş. Bu durum da ordunun içinde disiplinsizliğin oluşmasına neden oluyor. Buradan hareketle İsrail ordusu Hizbullah’a karşı bir hazırlık içerisinde, ama diğer taraftan kendi iç disiplinsizliği var ve ciddi anlamda da bir siyasi istikrarsızlık var. 9 ay içerisinde iki tane seçim yapmış, hükümet kurulamamış bir İsrail’den bahsediyoruz. Diğer taraftan önümüzdeki Salı seçim var ve yayınlanan anketlere baktığımızda buradan da bir hükümet çıkmayacak gibi veya zorlama zayıf bir hükümet çıkacak gibi gözüküyor. Tüm bunları değerlendirdiğimiz zaman aslında Netanyahu son bir aydır Lübnan meselesini de işin içine kattığımız zaman, Hizbullah, İran meselesini ve Batı Şeria meselesini siyasi olarak kullanıyor. Bu İsrail’in bu bölgelerle alakalı bir planının olduğu anlamına gelmiyor. Buralarla alakalı ciddi planları var fakat Netanyahu’nun yakın dönemde bu 3 meseleyi yoğun şekilde gündeme taşıması seçim mitinglerinde gündeme getirmesi, üstüne basa basa bunu altını çizmesi vurgulaması aslında önümüzdeki hafta yapılacak seçimlere dönük adımlar olarak görülüyor. Ama burada asıl tartışılması gereken belki de şudur. Netanyahu veya İsrail’in attığı hem Gazze hem Suriye hem Lübnan hem Batı Şeria hem Kudüs’teki uygulamalar çerçevesinde belki buna Mısır, Sina Yarımadası’ndaki uygulamaları da katabiliriz ki Türkiye’de çok tartışılmıyor, ciddi şeyler oluyor orada, hepsi Trump’ın damadı Kushner'in hazırlamış olduğu Yüzyılın Anlaşması’nın neresinde ne düşüyor, içerisinde ne yer aldığı konusunun tartışılması lazım. Aslında seçimden sonra daha çok bölge açısından en çok tartışacağımız konulardan biri de Yüzyılın Anlaşması olacak.”
‘İLHAK AÇIKLAMASI YÜZYILIN ANLAŞMASINA HAZIRLIK’
İsrail liderinin Batı Şeria'yı ilhaktan bahsederken boş konuşmadığını, Yüzyılın Anlaşması’na hazırlık yaptığını söyleyen Bursa'ya göre, Sina Yarımadası'nda sessiz ve derinden atılan son adımlar da bu gelişmelere işaret ediyor:
"Aslında Yüzyılın Anlaşması açıklanmadı, fakat bunla alakalı birtakım sızıntılar oldu. Bu sızıntılara baktığımız zaman nasıl bir anlaşmayla karşı karşıya kalacağız, birkaç cümleyle şöyle özetleyebilirim. Birincisi Batı Şeria’nın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla İsrail’in işgalci olarak tanımlandığı A ve B bölgeleri İsrail’e veriliyor, sızan bilgiler bu yönde. Netanyahu burayı ilhak edeceğim derken boş yere konuşmuyor. Bu planın belki de en fazla detaylarına vakıf olanlarından bir tanesi. Burası ona veriliyor. İkincisi, Kudüs özel bir statüye kavuşturuluyor. Aslında Filistinlilere bir devlet öngörülmüyor, her iki tarafın da başkenti ilan edilecek. Güvenlik İsrail’in elinde olacak ama okullar gibi yerlerde Filistinliler bağımsız olacak. Ama Filistin idaresi temizlik ve güvenlik hizmeti sağladığı için İsrail’e vergi ödeyecek. Gazze tamamen Filistinlilerin elinde olacak ve Sina Yarımadası’ndan bilhassa Gazze’ye sınır olan bölgesinden bir bölüm Filistin’e verilecek. Son 3-4 yıldır Sina Yarımadası’nda Mısır ordusunun karadan, İsrail’in de havadan destek verdiği IŞİD ile mücadele adı altında yapılan operasyonlara dikkat çekmek istiyorum. Bu operasyonlara baktığımız zaman aslında IŞİD ile mücadele edilirken diğer taraftan da halka karşı çok sert müdahaleler oluyor. Halkın büyük bir bölümü, bilhassa Gazze’ye yakın bir bölümü Refah ve civarındaki bölgelerde halk yoğun bir şekilde Mısır’ın değişik yerlerine aslında göç ettiler ve ettirildiler. Geçtiğimiz aylarda uydu fotoğrafları yayınlandı ve Refah ve civarındaki bölgelerin insansızlaştırıldığını gördük. Bu tablo aslında Yüzyılın Anlaşması’nda olduğu ifade edilen Sina Yarımadası’ndan bir bölüm Filistin idaresine verilecek iddialarını da kuvvetlendiren gelişmeler. Devlet olarak da İsrail bir Filistin devletinin kurulmasını istemiyor. Filistin idaresi bir özerk yönetim gibi, Ürdün’e bağlı bir federasyon da gündeme gelmişti. Bunun hangisi gerçekleşecek bunu bilemiyoruz. Ama devlet olmasını istemiyor, çünkü devlet dediğiniz yapının bir ordusu olur. Bir silahlı yapının da ordu olması için de hava kuvvetleri olması gerekir. Mesela Peşmerge, Kuzey Irak’ta bir ordu değildir, çünkü hava kuvvetleri yoktur. O da İsrail açısından kabul edilebilir bir şey değil. Onun için bir Filistin Özerk Yönetimi, bir Ürdün’e bağlı federasyon, ne ile karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Ama bu bölgelerdeki tasarrufun bu şekilde olacağı öngörülüyor ve sızan bilgiler de bunu teyit ediyor.”
SPUTNIK