İstihbaratçılar, casuslar, romancılar ve Frederick Millingen adlı bir garip adam…

İstihbaratçının değeri Türkiye’de belli olur 

İstihbaratçılar, casuslar, romancılar ve Frederick Millingen adlı bir garip adam…




İstihbaratçılar, casuslar, romancılar ve Frederick Millingen adlı bir garip adam…

FEHMİ KORU YAZDI...

Dünyanın en çok okunan polisiye romanlar yazarı kimdir?

Bu soruyu yönelttiğiniz konuya ilgi duyan herkesten aynı cevabı alacaksınız: Agatha Christie

Agatha Christie’nin herbiri farklı entrikalarla cinayet işlettiği 66 romanı var. Ayrıca roman hacminde olmayan kurguları da 14 ayrı öykü kitabında toplanmıştır. Hercule Poirot adını taşıyan hayali dedektifinin bütün maceraları -33 adettir- televizyon dizisine dönüştürülmüştür. ‘Fare Kapanı’ adlı tiyatro oyunu korona günlerine gelinceye kadar hiç perde kapatmadan yıllar ve yıllar boyu Londra’da sahnelenmiştir.

Hiç kuşkusuz polisiye janrının kraliçesidir Agatha Christie.

Peki, dünyanın en ünlü casus romanları yazarı kimdir?

Cevap vermeden önce biraz düşünmem gereken bir soru bu. Eric Ambler var… Graham Greene var… James Bond’ların yazarı Ian Fleming de… Ve tabii Soğuk Savaş döneminin istihbarat örgütleri arası çatışmalarını en iyi yansıtan John Le Carré

Saydığım isimlerin her birinin romanları dünyanın hemen bütün dillerine çevrilmiş ve milyonlarca satışa ulaşmıştır.

İsimlerini saydığım romancıların hepsinin İngiliz olduğunu belirtmeliyim.

Ortak bir başka özellikleri de –Agatha Christie dışında- hepsinin istihbarat veya asker kökenli olmalarıdır.

Bir başka ortak özellikleri de –Graham Greene dışında- hepsinin Türkiye ile bir biçimde ilişkileri vardır: Agatha Christie Türkiye’ye birkaç kez gelmiş, İstanbul’da başlayan veya sona eren romanlar yazmıştır. Eric Ambler’in İstanbul’da geçen bir romanı ‘Topkapı’ adıyla beyaz perdeye aktarılmıştır. Bir de filme de alınmış ‘İzmirli Dimitrios’ romanı vardır. Ian Fleming’in James Bond’u Rusya’yı İstanbul’dan izlemiştir. Le Carré’nin çoğu romanında Türkiye veya Türkler arka plan teşkil eder.

James Bond yazarı Ian Fleming istihbarat örgütündeyken İstanbul’da görev yapmış, merkez görevi sırasında da İstanbul’a gidip gelmiştir. Azınlıkların dükkanlarının yağmalandığı 6-7 Eylül (1955) olayları sırasında İstanbul’dadır…

İstihbaratçının değeri Türkiye’de belli olur 

Geçende de yazmıştım, tekrarlayayım: Şu anda üç önemli ülkenin istihbarat örgütlerinin başında meslek hayatlarının bir bölümü Türkiye’de geçmiş kişiler bulunuyor.

CIA direktörü Gina Haspel’in özgeçmişinde Türkçe bildiği de yazılı. Ankara’da CIA istasyon şefi olarak bulunurken öğrenmiş.

Fransa dış istihbarat örgütü DGSE’nin başına 2017 yılında Bernard Emié’yi atadı. Emié 2007-2011 yılları arasında ülkesini Ankara’da büyükelçi olarak temsil etmişti.

En son İngiltere dış istihbarat örgütü MI6’in başına Beşiktaşlı kimliğiyle herkesin tanıdığı, dilimizi bizim kadar konuşabilen Richard Moore atandı. Moore da 2014-2017 yılları arasında ülkesinin Ankara büyükelçisiydi.      

Konu aklıma eserlerini büyük bir keyifle okuduğum, romanlarından beyaz perdeye aktarılan ‘Soğuktan gelen casus’ ve bizde ‘Köstebek’ adıyla gösterime giren ‘Tinker Taylor Soldier Spy’ adlı filmleri birkaç kez izlediğim John le Carré’nin geçen hafta 90 yaşında vefat ettiği haberi üzerine geldi.

Ülkemiz sanki bir deneme kabı gibi.

Türkiye’de görev yapmış olmak, istihbarat örgütlerinde yükselmek, hatta en tepe noktasına atanmak için gerek şart gibi görünüyor.

Dün İngiliz Daily Mail gazetesinde, İstanbul’da yeni evlendiği eşiyle birlikte yaşadığı evin önünde cesedi bulunmuş ve ilk önce vaka kuşkulu bir ölüm olarak algılanmışken sonunda intihar ettiği anlaşılmış İngiliz vatandaşı James Le Mesurier ile ilgili bir yazı vardı.

İngiliz ordusundan emekliymiş Le Mesurier; Hollanda merkezli bir vakfın Suriye’ye dönük faaliyetlerini İstanbul’dan yönetiyormuş. Görevi sebebiyle sıkça Suriye’ye gidip oradaki bazı insanlarla görüşüyormuş. Harcamaları yüzünden üzerine gelinmesini kaldıramamış, intihar etmiş…

Gazete böyle yazıyor.

Yine gazeteden istihbarat örgütüne başvurduğunu, ancak kabul edilmediğini öğreniyoruz.

Oysa her bakımdan istihbarat elemanı izlenimi veriyor…

Bir garip adam

Konu üzerinde düşünürken, 1836 yılında İstanbul’da bir İngiliz doktor baba ile Fransız/Yunan anneden doğmuş, ülkemizde yaşadığı ve makaleler-kitaplar yazdığı yıllarda Osman Bey adını kullanmış Frederick Millingen aklıma geldi.

Millingen Katolik bir ailenin çocuğu, ancak gençliğini babasının ülkesinde geçirirken İngiliz Kilisesi’ne intisap etmiş… İstanbul’a gelip yaşamaya başlayınca bu defa Müslüman olduğunu ilan etmiş ve Osmanlı ordusuna katılmış… Daha sonraki yıllarda Rusya’ya gidip bu defa Osmanlı’ya karşı Rus ordusu saflarında görev yapmış… Oradayken bu defa ‘Ortodoks Hıristiyan’ olduğunu ilân etmiş… 

Nasıl, karışık biri, değil mi?

Osmanlı ordusu saflarında bulunurken Osman Bey kimliğiyle özellikle Anadolu’ya gitmiş. Şimdilerde ‘Kürt sorunu’ diye bilinen konuya ilk değinenlerden biri o. ‘Osman Bey’ imzasıyla yazdığı ‘Wild Life Among the Koords’ kitabı (Türkçede ‘Kürtler Arasında Doğal Yaşam’ olarak yayımlandı) 1870 yılında Londra’da yayımlanmış.

Fransızca kaleme aldığı ‘Les Imams et ses Dervisches’ (‘İmamlar ve Dervişler’) adını taşıyan bir kitabı daha var.

Londra ve Paris’te Genç Osmanlılar grubundan aydınlarla birlikte olmuş, onların çıkardıkları gazetelerde ‘Osman Bey’ olarak yazılarıyla görünmüş.

En önemlisi de şu: Henüz dünya anti-semitizm ile tanışmamış, 1906 yılında Rusya’da çıkan uydurma kitap ‘Siyon Önderlerinin Protokolü’ ufukta bile görünmezken, Frederick Millingen, ilk baskısı 1873 yılında Basel’de Fransızca ve Almanca olarak basılan ‘La Conquete du Monde par ses Juifs’ (‘Dünyanın Yahudiler Tarafından Fethi’) adını verdiği antisemitik kitabı, yine Osman Bey imzasıyla, yayımlamış.

Kitap Rusya’da (1874), Lvov’da Rusça, ABD St Louis’te (1978) İngilizce, 1879’da Bükreş’te Fransızca, Varşova’da Lehçe (1880), İtalya’da İtalyanca (1880, 2. Baskı 1883) yayımlanmış.

Frederick Millingen doktor olan ve sarayda Sultan II. Mahmud’un hekimliğini üstlenen babasının aslında İngiliz casusu olduğunu iddia ediyor.

Bana ise kendisi sanki daha fazla casusmuş gibi geliyor.

[Frederick Millingen bizde nedense fazla dikkat çekmemiş. Erişebildiğim birkaç makalede üstün körü adı anılıyor. Bir akademisyen onun Osmanlı kadınlarıyla ilgili kitabını irdelemiş. Şalom’da anti-semitik kitabıyla ilgili bir yazıyla karşılaştım. Prof. Taner Timur, o da benim burada değindiğim ayrıntılara fazla girmeden, ‘Yakın Osmanlı Tarihinde Aykırı Çehreler’ kitabının (s. 48-63) ‘Lord Byron’un Doktoru Osmanlı Sarayı’nda’ bölümünde  bir ‘aykırı çehre’ olarak babasını ele alıyor. Ben bu yazımdaki Millingen ile ilgili bilgileri yeni çıkan ‘Jews, Liberalism, Antisemitism’ kitabındaki (Palgrave Macmillan, 2020) S. Levis Sullam’ın makalesine borçluyum. ]

John le Carré, Eric Ambler, Graham Greene çapında bir gerilim yazarı Frederick Millingen (nam-ı diger Osman Bey) ile babası Julius Millingen’in hayatından muhteşem bir -hatta birkaç- roman çıkarmaz mıydı?

https://fehmikoru.com/istihbaratcilar-casuslar-romancilar-ve-frederick-millingen-adli-bir-garip-adam/

FEHMİ KORU