Kaddafi'ye Hançeri ‘dostları’ vurdu

Türkiye’yi Körfez ülkeleriyle hararetli bir çatışma da bekliyor.

Kaddafi'ye Hançeri ‘dostları’ vurdu


Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkeleri, Kaddafi’nin devrilmesinden memnuniyet duydular. Çünkü Kaddafi, Suudi Arabistan’ı “İngilizlerin ürettiği, ABD’nin koruduğu ülke” olarak tanımlıyordu. Libya’daki tüm yerel güçleri eşit gören kilit aktör Rusya, Türkiye’nin müdahalesine itiraz edebilir. Önümüzdeki süreçte Türkiye’yi Körfez ülkeleriyle hararetli bir çatışma da bekliyor.

Batılı güçler ile hedefe koydukları Rusya arasında bir çekişmenin olduğu Libya’da Körfez ülkelerinin krize müdahale biçimlerini, güçlü etkilerini göz ardı eden yanılgıya düşer. Kaddafi sonrası gelişmelerde bu ülkelerin oynadığı rol çok ama çok önemlidir. 2002-2008’de yeni yeni keşfedilen petrol ve gaz rezervlerinin de yardımıyla Doha, Abu Dabi ve Dubai’nin hızlı ekonomik gelişimi, Katar ve BAE’nin uluslararası ilişkilerde daha aktif bir rol oynamasına yol açtı. Libya bu “proaktif politikanın” önemli bir alanı oldu bu ülkeler için.

Kabul edilmeli ki Körfez ülkelerinin benzersiz bir dış politikaları var. Nüfuslarının fazlalığı, zenginlikleri, coğrafi konumları, tehdit algıları gibi çeşitli fakörlere dayanan politikalar bunlar. Katar ve BAE güvenlik konularında öne çıkmalarına rağmen Suudi Arabistan elbette geleneksel olarak da daha büyük bir role sahip.

Körfez ülkelerinin dış politikadaki etkinlikleri geniş bir güvenlik kalkanına sahip olmalarıyla da ilgili. ABD ve birçok Batı devletinin Arap Yarımadası etrafına dağılmış askeri tesisleri var. Bunların en önemlileri ABD donanmasının Bahreyn’deki Beşinci Filosu, Suudi Arabistan’daki Prens Sultan Hava Üssü, Kuveyt’teki Camp Arifjan ve Katar’ın Al Udeid Hava Üssü. Bu güvenlik kalkanının varlığı Körfez ülkelerinin güvenlik tehdidi endişesi duymadan dış politikada aktif askeri rol almalarını sağladı. Bu nedenle ne olursa olsun Türkiye, ister Akdeniz’de, ister Ortadoğu’da bu ülkeleri hafife alırlık edemez.

‘İNGİLİZLER ÜRETTİ, ABD KORUDU’

Unutmayalım, 2011 yılında, Libya’ya uluslararası müdahale çağrısı yapan ilk aktörler olan bu uğursuz Körfez ülkeleri Kaddafi’nin devrilmesinden memnuniyet duydular. Özellikle Suudi Arabistan. Çünkü Kaddafi, Suudi Arabistan’ı “İngilizlerin ürettiği, ABD’nin koruduğu ülke” olarak tanımlıyordu her fırsatta.

Körfez devletleri, uluslararası toplumun Libya’daki çatışmaya tepkisini şekillendiren diplomatik çabalarda başrol oynadı. Fransa ve İngiltere, Libya politikalarını Katar, Suudi Arabistan, BAE kaynaklı Arap ve İslam forumlarında yürüttü. Mart 2011’in başlarında Körfez İşbirliği Örgütü üyeleri Abu Dabi’de bir araya geldi ve “Güvenlik Konseyi’nin Libya’da uçuşa yasak bölge de dahil olmak üzere sivilleri korumak için gerekli adımları atmasını” talep eden bir bildiri yayımladı. Katar’ın o dönem başkanlığını yürüttüğü İslam Konferansı Örgütü ve Arap Birliği de benzer eylem çağrıları yayımladı.

KÖRFEZ, BATI’YI RAHATLATTI

Körfez ülkeleri ile girdikleri işbirliği, Libya operasyonları için para sıkıntısı çeken Avrupa savunma bütçeleri üzerindeki baskının önemlice bir kısmını hafifletti. Libya’da ABD ile Batı’nın işlerini kolaylaştırdı. Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın, “Katar Emirliği’nin öncülüğü olmasaydı, sadece NATO üyelerini değil Arap devletlerini de içeren geniş tabanlı uluslararası koalisyonu şekillendiremezdik” demesi boşuna değil.

Ancak müdahaleleden kendilerine pay çıkacağını düşünen Körfez ülkelerinin Akdeniz’de bir Dubai veya Doha yaratma umudu, Libya’daki gruplar arası çatışmalar yüzünden bir hayal olarak kaldı. Giderek Körfez ülkeleri arasında İslamcı güçlerin siyasetteki rolü nedeniyle önemli farklılıklar oluşmaya başladı. Burada bu ülkelerin yararına olacak bir gelişmeyi daha ekleyelim. O da İngiltere’nin konumu. AB’den ayrıldıktan sonra İngiltere, Libya krizine daha da fazla dahil olacak gibi görünüyor. Ama bunu yaparken özellikle, Mısır-BAE-Suudi Arabistan ekseninden yana Avrupalı müttefiklerinin aleyhine bir tutum alacak.

KİLİT AKTÖR RUSYA

Uluslararasılaşmış bir kriz olarak Libya denkleminde Rusya’nın dikkate alınması gereken kilit bir aktör olduğu ortada. Bu ülkenin Libya’daki tutumu son derece “fırsatçı” bir tutum. Çünkü Rusya, Libya siyasi alanındaki tüm oyuncuları eşit rakipler olarak görüyor. Rusya “ülkenin fiili bölünmesi”ni kabul eden Hafter’e hem siyasi hem de askeri destek verirken öte yandan Trablus hükümetiyle de ilişkileri olan bir ülke. Rusya’nın Libya politikasındaki stratejisi üç politika üzerine kurulu: Birincisi Hafter ve Libya ulusal ordusuna verilen destekle ilgilidir. Rusya’nın hedefi, Suriye’de olduğu gibi Libya’da da siyasi ve askeri anlamda güçlü yerel müttefikler geliştirmek, ikinci olarak uluslararası kabul görmüş Ulusal Uzlaşı Hükümeti’ne odaklanmak, üçüncü olarak da Cezayir ve Mısır gibi bölgesel müttefiklerle ilişkileri geliştirmek. Libya bağlamında Rusya için en değerli bölgesel müttefik elbette Mısır’dır.

MISIR-RUSYA İTTİFAKI

Rusya’nın General Hafter’i destekleme kararı, Moskova’nın Rus silahlarına ve eğitimine aşina olan yerel bir müttefik yetiştirme stratejisi ile tutarlı. Bu nedenle Rusya, Libya hükümetinin birliğinden çok özellikle Hafter’in Libya ulusal ordusunu gelecekteki bir ordunun çekirdeği olarak kabul ediyor. Kuvvetli bir Mısır-Rusya ittifakı Hafter’e silah tedarikini, Rus Özel Kuvvetleri ile Hafter işbirliğini kolaylaştırır.

Rusya ile Hafter arasındaki ilişkinin Rusya ile Trablus hükümetinin başı Serraj arasındaki ilişkiden daha güçlü ve istikrarlı olduğu kuşkusuz. Bununla birlikte, Vladimir Putin her zaman Serraj’ı ve Trablus hükümetini dikkate aldı. Moskova Libya’daki hiçbir aktörü dışlamadı. Bu tutum Libya’ya karşı kapsamlı bir yaklaşıma işaret edebilir, fakat aynı zamanda Rusya’nın dağılmış bir Libya’yı kabul etmesi olarak da değerlendirilebilir. Türkiye açısından önemli olan da Suriye krizinde aynı eksende yer aldığı Rusya ile Libya’da karşı eksende yer alması. Rusya’nın mevcut Libya politikası Türkiye’nin yaklaşımı ile anlaşmazlık doğuracak bir içerik taşıyor.

BAŞROL OYUNCULARI

ABD’nin Libya’daki tutumu alışılmışın dışında. 2011 ayaklanmalarından bu yana Libya, ABD dış politika gündeminin en üst sıralarında yer almamıştı. Başkan Barack Obama yönetiminde ve Trump yönetiminin ilk aylarında Amerika Birleşik Devletleri, BM, Avrupalı müttefikler ve bölgesel ortaklar da dahil olmak üzere diğer aktörler Libya’nın çatışma sonrası istikrar ve yeniden inşasını kolaylaştırmada liderlik rolleri üstlenmeye çalıştı ancak bunda bugüne kadar bir başarı gösteremediler.

 

Mart 2011’de NATO, BM Güvenlik Konseyi’nin 1973 sayılı Kararı doğrultusunda, Libya’ya saldırı tehdidi altındaki sivilleri korumak için gerekli sözde “tüm önlemleri almalarını sağlayan” askeri bir müdahaleye öncülük etti. Amaç, “Kaddafi’ye karşı ayaklanan Bingazi sivillerini korumak”tı. Ancak NATO askeri operasyonlarının gerçekleştirilme şekli, müdahalenin gerçek amacının çok daha farklı olduğunu, yani Muammer Kaddafi’nin çöküşünü hızlandırdığını açıkça ortaya koydu. Silahlı isyanı ve uluslararası müdahaleyi takiben ülkenin istikrara kavuşması için bir planın olmaması, bunca yıldan sonra bile, ülkeyi çok daha karmaşık ve tehlikeli bir durumda bıraktı.

TÜRKİYE’Yİ BEKLEYEN

Kaddafi’ye karşı savaşan yerel güçlerin farklı çıkarları vardı. Ama istisnasız hepsinin amacı kentlerde, köylerde egemen olmaktı. Bu, egemen oldukları yerlerde otoriter yapılar doğurduğu gibi, bir yandan da suç örgütlerinin, aşırı İslamcı grupların çoğalmasına, istikrarı ülkeye geri getirme girişimlerine zarar veren bir parçalanmaya yol açtı. Kaçınılmaz olarak, çeşitli gruplar arasındaki rekabet, bir dizi dış aktörü Libya siyasetine sürükledi, bu da ülkedeki çatışmayı bir vekâlet savaşına dönüştürdü.

Libya’da bölgesel ve uluslararası aktörlerin çıkarları var. Bunları sağlamaya yönelik operasyonları son derece karmaşık. Bu nedenle dinamikleri hesaba katmadan, sadece bir “hükümetle” yapılmış anlaşmayı tüm Libya’yı temsil eden bir güçle yaptığını varsaymak, davet (!) üzerine ülkeye asker çıkarmak, kabileler arası savaşın kıyasıya sürdüğü bölgede Türkiye açısından hayli riskli bir girişim.

 

ABD’nin bile güvenlik kaygılarıyla uzun süre boyunca hem asker hem diplomat bulundurmaktan kaçındığı Libya’da, Körfez ülkeleriyle hararetli bir çatışma da bekliyor Türkiye’yi.

 

Mustafa Kemal Erdemol / CUMHURİYET