Kafkas savaşına dair ahiret sualleri

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan da emin olmak durumunda. 

Kafkas savaşına dair ahiret sualleri




Fehim Taştekin

Kafkas savaşına dair ahiret sualleri

Kafkasya macerasının Türk-Rus ilişkilerine karşılık gelen alt başlıkları nedeniyle Azerbaycan’a yardımın ciddiyeti de önem kazanıyor. Türkiye’nin koşulsuz desteği nereye kadar koşulsuz? 

Türkiye, Azerbaycan’dan yana ağırlığını koyarken bir tarafın yerine geçerek “Ermenistan işgal altındaki topraklardan çekilmedikçe ateşkes olmayacak” şartını da koşuyor. Bu, Karabağ sorununun çerçevesini değiştiren bir politika.  

Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki 30 yıllık savaşta arabulucu AGİT Minsk Grubu. Eş başkanları Rusya, Fransa ve ABD. Müdahaleci bir siyasetle Türkiye kendini Kafkasya denklemine sokmayı deniyor. Minsk Grubu, Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’i ateşkese ikna etmeye çalışırken Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan da emin olmak durumunda. 

Soruna kıyıdaş üç ülkenin (Rusya, Türkiye ve İran) izlediği politikalar krizi bir şekilde boyutlandırıyor. Türkiye önceleri çatışmalara müdahil olmadan Bakü’den yana bir siyaset izliyordu. Erdoğan’ın 2009’da Ermenistan’la normalleşme protokollerini Karabağ şartına bağlamasıyla ilişkiler biçim değiştirdi. 2010'da imzalanan Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması’ndan bu yana Azerbaycan Rusya, İsrail ve Belarus’tan sonra Türkiye’nin de önemli silah müşterisi haline geldi. Temmuz'da Tovuz’daki çatışmadan sonra yeni bir aşamaya geçildi; Türkiye ile Azerbaycan bugünkü savaşa birlikte hazırlandı. 
İran ise 1990’larda Türk-Amerikan ‘derin ortaklığı’ ile kışkırtılan ‘Büyük Azerbaycan’ projesinin yol açtığı bölünme korkusuyla gardına almış, İsrail silahlarıyla donanmakla kalmayıp CIA ve Mossad’ın gizli operasyonlarına olanaklar sunan Aliyev yönetimiyle ‘tedbirli dostluk’ ilişkisi geliştirmiş, alenen Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü savunurken pratikte Erivan’ı desteklemiş ve genel anlamda Rusya ile ters düşmekten kaçınmış bir bölge ülkesi. 
Bölgenin en ağır topu kuşkusuz Rusya. İki asırdır böyle. Karabağ Rusya’nın bu rolünü perçinledi. Rusya, Ermenistan’ı doğal müttefik sayıp Rus himayesine mecbur bir ülke muamelesi yapageldi. Azerbaycan’la enerji ve savunma başta olmak üzere pek çok alanda ortaklığa gitti. Gazprom, Transneft, Lukoil gibi devler Azerbaycan’da. Azerbaycan enerji şirketi Socar’da Ruslar ortak. Socar da Rusların Antipinski Petrol Rafinerisi’ne yüzde 9.6 ortak. Çok boyutlu yatay ve dikey ilişkiler sayesinde Rusya ‘büyük patron’. Şimdi Erdoğan, Kafkasya’da Putin’le patronluğu paylaşmak istiyor. Kafkaslar Enver Paşa’dan yarım kalmış bir rüya!

*** 

Peki, Rusya ‘dış sınırlar’ olarak baktığı bir hinderlantta rakip bir oyuncuya izin verir mi? 
Rusya açısından zorlu bir denklem şekilleniyor: Saldırıların yoğunluğuna rağmen Azerbaycan’ın ilerleyişi şimdilik birkaç tepe, mevzi ve köyle sınırlı kaldı. Türkiye’nin doğrudan müdahalesi olmadan Azerbaycan’ın hedeflediği sınırlara ulaşması çok zor. Türkiye daha ileri giderse Ermenistan’ın buna dayanması da Rusya’ya bağlı. Tehlikeli senaryo burada devreye giriyor. Savaşın klasik çatışma bölgelerinin dışında Azerbaycan şehirlerine ve Ermenistan’a genişleme ihtimali belirdi. Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (CSTO) çerçevesinde Ermenistan’ı koruma yükümlülüğü Rusları kara kara düşündürüyor. Karabağ bunun dışında. Rusya işler bu noktaya gelmeden çözüm bulmak zorunda. 

Erdoğan’ın fırsata çevirdiği nokta işte Rusya’nın bu endişeleri. Erdoğan durumun nazikliğini kullanarak Suriye’de olduğu gibi Kafkasya’da da Rus-Türk ortak mekanizması önerebilir. Sadece bu da değil. Türkiye’nin açtığı cepheler ortak havuz hesabıyla çalışıyor. Bütün bu cephelerde Türk-Rus karşılaşması dallanıp budaklanıyor. Haliyle Kafkasya’da ateşin harlanmasından Erdoğan’ın Libya ve Suriye cepheleriyle bağlantılı ne beklediği sorusu önem kazanıyor. Mesela tam bu tırmanış sırasında Erdoğan, "Suriye’de halen var olan terör bölgeleri ya bize söz verildiği şekilde temizlenir ya da biz gider bunu kendimiz yaparız" dedi. Bu çıkışın altında Tel Rıfat, Menbic ve Kobani gibi yerlere girme ısrarı yatıyor.  

2016’da çatışmanın dördüncü günü iki tarafın genelkurmay başkanlarını Moskova’ya çağırıp ateşkesi dayatmış olan Rusya şimdi neden temkinli hareket ediyor? Buna yanıt ararken biraz da Türkiye’nin niyet ve beklentilerine bakmak gerekiyor. 
Net olarak Erdoğan Minsk Grubu’nun altını oymaya çalışıyor. Özellikle Fransa’yı denklemden düşürmeyi hedefliyor.

***

Peki Minsk sürecinin ölümü Putin’in işine gelir mi? 
Fiilen oyalama ve statükoyu koruma işleviyle Minsk süreci Rusya’nın hem Azerileri hem Ermenileri kendi eline bakar durumuna getirdi. Çatışan her iki tarafla derinleşen ilişkiler bir yanıyla bağımlılık diğer yanıyla caydırıcılık inşa etti. Rus caydırıcılığının etkisini yitirdiğini düşünenler eylemsizliği buna bağlıyor. Elbette Ermenistan’da 2018’de Rus nüfuzuna karşı Kadife Devrim; Azerbaycan’da Türkiye ile askeri ortaklık Rus stratejinin işlevselliğine dair soru işaretlerine yol açıyor.  

Rusya’nın temkinli siyasetinde olası başka bir etken Erivan-Moskova ilişkilerinde Başbakan Nikol Paşinyan’la başlayan güvensizlik. Bir senaryoya göre Rusya lideri Vladimir Putin, Batı yanlısı kliği hizaya sokmak için Azerbaycan’ın işgal altındaki bazı yerleri geri almasına göz yumabilir. İktidara gelmesinden sonra Paşinyan’ın Karabağ’da uzlaşmaz yola girerek ya da müzakere kriterlerini değiştirmeye kalkışarak Minsk sürecini gömdüğünü düşünen Ruslar da var. Fakat amaç sırf Paşinyan’a ders vermekse bu eylemsizlik Ermenistan’a ihanet olarak görülebilir, bu da açıkçası yeni bir Kadife Devrim’in yakıtına dönüşür. Batı’dan umduğunu bulamayan ve ilk beş günde iki kez Putin’i arayan Paşinyan’ın hâlâ bir eksen sorunu var mı, bilmiyorum. 

Daha önemli faktör belki ‘hatırlı’ Moskova-Bakü ilişkileridir. Putin, Ankara-Bakü hattında ortaklığın yeni düzeyine rağmen Moskova ile ilişkileri daha derinlere inen Aliyev’i gücendirmekten kaçınıyor olabilir.  

Belli ki Erdoğan hem Putin’in Paşinyan’a kızgınlığını hem de Bakü’nün Ruslarla hatırlı ilişkilerini avantaja çeviriyor. Fakat Putin’in hevesleri sınır tanımayan Erdoğan’ı denkleme sokması için epey çaresiz olması lazım. Azerbaycan’ı kaybetme pahasına Ermenistan’dan yana savaşa girme seçeneğini bertaraf etmek için gösterdiği esneklik temel bir veri olmayabilir. Ki Putin, 2 Ekim’de Paşinyan ile görüşmesinden sonra Minsk üçlüsünün çağrısı temelinde müzakerelere dönülmesini istedi. Minsk Grubu ateşkes ve ön koşulsuz müzakere demişti.  

Rusya, Sovyet mirası kişi ve kurumları kontrol mekanizmaları olarak kullanageldi. Bu mirasın bir günde yeteneklerini yitirmesi zor. 
Yine de bazı yorumcular şu tür bir mantık güdüyor: Rusya günün sonunda ABD ve Fransa’nın şahsında AB’yi Kafkasya’da açığa düşürecek bir Türk-Rus mekanizmasını tercih edebilir. Kanaatimce bu Rusya’nın müdahale kapasitesini biraz göz ardı eden bir öngörü. 
Kuşkusuz büyümekte olan Türk-Rus ortaklığı bütün çelişkilerine rağmen kıymetli. Ve bunları gözetmek Suriye’de Erdoğan’a taviz vermeyi gerektirdi. Çatışma ve çakışmanın birbirine sarmalandığı Türk-Rus ortak mekanizmalarının Suriye’de işe yaradığı da doğru. Ama bunların bir yerden sonra sorunun kendisi haline geldiği de hakikatin diğer yarısı. Haliyle şunun yanıtı daha önemli hale geliyor: Putin, Türkiye’nin Kafkasya’da üs kurmasının da yolunu açabilecek yeni ortaklığa girer mi?

***

Rusya’nın ağırdan alması konjonktürel de olabilir. Suriye’de gözetilmesi gereken hassas bir süreç, Libya’da uzun vadeli bir siyasetin inşası, Belarus’u batıya kaybetmeden atlatılması gereken bir isyan, Ukrayna’nın doğusunda dondurulmuş çatışma ve uluslararası topluma hazmettirilmeye çalışılan Kırım’ın iltihakı Rusları temkinli olmaya zorluyor. Hepsi ince işçiliği gerektiriyor. Dahası Karabağ’daki yangın, alevlenmeye müsait Kuzey Kafkasya’ya çok yakın. 
Kafkasya macerasının Türk-Rus ilişkilerine karşılık gelen altbaşlıkları nedeniyle Azerbaycan’a yardımın ciddiyeti de önem kazanıyor. Türkiye’nin koşulsuz desteği nereye kadar koşulsuz? Erdoğan’ın siyaseti Rusya ile kafa kafaya gelmek yerine sıkıştırıp kendine alan açma beklentisine ayarlı. Rusya ile hesaplaşmak bir tercih olsaydı Kırım’ın iltihakı karşısında farklı bir yol izlenirdi. Ermenilere karşı savaşın iç siyasetteki tüketim değeri de yüksek. Yine de savaşın kapsamı savaşı planlayanların elinde olmayabilir. 
Burada topun Rusya sahasına geçtiği bir duruma da parantez açmalıyız. Oyunu büyütürken milis taşımak gibi bir hesap hatası yapılıyor. Ayrıca milisler Azerbaycan’ın BM’den 4 kararla tescil edilmiş davasına zarar veriyor. Azerbaycan’daki milisler Libya’dan çok farklı bir şekilde gürültü koparacaktır. Çatışmalar Karabağ ve 7 rayonla sınırlı kaldığı sürece meseleye ‘soğukkanlı’ yaklaşan Rusya’yı harekete geçirecek nokta milislerdir. Tehdit algısında İran da Rusya ile paydaş. Rusya ve İran Suriye’de savaştıkları grupların kapılarına taşınmasını doğrudan kendilerine tehdit olarak da görüyor. Kuzey Kafkasya’da ‘Vehhabilik ve cihatçılık’ yıllardır Rus güvenlik şemsiyesinin bir numaralı konusu. İkincisi Türkiye’nin milisleri müdahale enstrümanına dönüştürmedeki gözü karalığı artık tüm dünyada dikkatle izleniyor. Diplomasi, istihbarat ve medya bu konunun takipçisi. ABD ve Fransa da bu konuya özel vurgu yapmaya başladı. Üçüncüsü Karabağ çok çetin bir cephe. Burası Libya’ya benzemez. Şimdiden ölen milislerin haberleri Halep ve İdlib’deki evlerine ulaşmaya başladı. Muhalefetin uleması da Azerbaycan seferine karşı fetvalar veriyor. Bu gidişle milislerin fişini kendi elleriyle çekmek zorunda kalabilirler. 

Bölgesel ve uluslararası denklemlere gireceğiz diye çatışmalara taraf olmayı maharet sayan bir akıl kendini tekrar ediyor. Kendi açmazlarını da başka coğrafyaların sırtında yüke dönüştürüyor. Uluslararası toplumdaki aşırı dağınıklık bütün bunların karşılıksız olduğu hissi yaşatıyor. Ama değil. Kafkasya’da hiç değil. 


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te muhabir olarak başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Bir dönem Ajans Kafkas’ın kurucu editörü olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya dek İMC TV’de dış politika programları yaptı. Gazete Duvar ve Al Monitor’da köşe yazılarına devam ediyor. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve SEHITLEROLMEZ.COM'UN editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

DUVAR