Kanada’da üç yıl... Neden göç ettim, ne öğrendim, alıştım mı?
Kanada’ya ilk geldiğimde "Üç yıldan önce alışamazsın, beş yıl kalırsan dönemezsin" diyorlardı.
Ayşe Acar | Göç Hikâyeleri
Kanada’da üç yıl... Neden göç ettim, ne öğrendim, alıştım mı?
Kanada’ya ilk geldiğimde "Üç yıldan önce alışamazsın, beş yıl kalırsan dönemezsin" diyorlardı. Peki bu laf ne kadar doğru?
Evimi, ülkemi terk edip, iki bavulum, iki çocuğum ve köpeğimle Kanada'ya doğru yola çıkmamın üzerinden tam üç yıl geçti.
Vancouver'da yaşayan arkadaşlarım ilk günden beri üç yıldan önce Kanada'ya alışamayacağımı, beş yıl kalırsam da dönemeyeceğimi söylediler.
İşte o meşhur üç yıl geldi çattı! Dün gece Zeki Müren şarkıları açtım ve bu üç yılın bir muhasebesini yaptım.
Neden geldim, ne öğrendim, alıştım mı?
Neden geldim?
Nasıl oldu sahi? Nasıl oldu da 40 yaşında koca bir kadınken yüzlerce kişiyle birlikte kendimi biber gazından koşarak kaçıp, parkın karşısındaki otele sığınırken buldum?
Hiç tanımadığım 14 yaşında bir çocuğun cenaze töreninde, hiç tanımadığım binlerce kişiyle birlikte omuz omuza yürüyüp, göz yaşı döktüm. O çocuğun annesi miting meydanlarında yuhalatılırken dişlerimi öyle bir sıktım ki, bir gece uykumda dişimi kırdım.
Habercilik yapmaya çalışan arkadaşlarımın yıllar içerisinde tek tek ya hapse girerek, ya da ülkeyi terk etmek zorunda kalarak ortadan kaybolmalarına şahit oldum.
Doğudan, başkente, oradan batıya... Bir yerlerde sürekli bombalar patlıyordu. Bir gün, "İnönü Stadı'nın önünde patladı" dediler. O gün maçta olduğunu bildiğim arkadaşlarımdan "İyiyiz" haberi gelene kadar ömrümden ömür gitti.
Bir yaz akşamı tatildeyken, Twitter'da askerlerin Boğaz Köprüsü'nü kapattığını okudum. Çengelköy'de oturan arkadaşım, koltukların arkasında yere yattığını ve silah seslerinin geçmesini beklediğini söylerken, Etiler'de oturan kulakları sağır eden ses bombaları atıldığını, Harbiye'de oturan Orduevi'ne, Ulus'ta oturan TRT'ye saldırıldığını ve evinin tüm camlarının yere indiğini söylüyordu.
Ondan neredeyse 6 ay sonra bir yılbaşı gecesi, yine silah sesleri... Reina'ya saldırı düzenlenmişti.
Nasıl oldu da bu noktaya geldik? Nasıl oldu da özgürlüklerimizi kaybedip, kendi ülkemizde kendi canımızdan korkar hale geldik? Edip Cansever'in dediği gibi "Çok karanlık bir cümlede durmuş gibiyiz." Tam böyle hissediyordum kendimi... Bir sabah uyandığımda biliyordum, çocuklarımı alıp gidecektim.
Yola çıkana, yol görünür
Yaşananlar karşısında elim kolum bağlı kalıyorum ve çocuklarımı okutmak için buraya geliyorum. Ama geldikten sonra anlıyorum ki, bu yola aslında kendim için de çıkıyorum. Hazreti Mevlana'nın dediği gibi "Yola çıkana, yol görünür."
Tam 3 yıl önce, Türkiye'den ayrılırken...
Bana kalırsa bir insanı en çok büyüten şey, ülkesini, ailesini, kültürünü terk ederek, bambaşka bir kültürde, havası suyu bambaşka bir diyarda yeni bir yaşam kurmaya çalışması... 20'lerde bu elbette kolay, ama 40'tan sonrası için öyle zorlayıcı bir süreç ki, insanın becerebilmesi için, dönüp mutlaka kendisine bakması, neyi niye yaptığını anlaması gerekiyor. Türkiye'de yıllardır kapanmayan yaralarım, burada tek tek kapanmaya başlıyor.
Ne öğrendim?
43 yaşında Kanada'ya geldiğimde bulmak istediğim biri vardı. 20'lerimin başındaki ben! Cesur, korkusuz, öğrenmeye meraklı, hayallerinin peşinden gidebilen, gerektiğinde "hayır" diyebilen... Sanırım birçoğumuz 20'mizde böyleydik ama hayatın bir yerinde kendimizi kaybettik. Biraz zaman aldı ama ben o kızı burada tekrar buldum.
Farklı bir kültüre alışmaya çalışmak dünyanın en zor şeyi gibi gözükürken, o farklı kültürdeki insanlardan çok şey öğrendim. En çok da empati kurmayı, yavaşlamayı ve sabretmeyi... Bir şey yaparken, başka bir şey düşünmeyi burada bıraktım.
Bana, çocuklarıma ve Mişka'ya yuva olan British Columbia'nın ormanlarında doğanın iyileştirici gücüne tanık oldum. Sporla hiç arası olmayan, dünyanın en kuvvetsiz insanlarından biriyken bedenen de kuvvetlenmem gerektiğini burada anladım. Her dağ tırmanışında, ucu okyanusa varan her koşuda, göl etrafındaki her yürüyüşte düşüncelerimle birlikte, ben de hafifledim.
İnsanların yapabileceklerinin yaşlarıyla sınırlı olmadığını da burada öğrendim. Market alışverişini kendi yapan, torbalarını taşımaya kalktığımda nazikçe reddeden, evlerinin önündeki karları küreyen, bahçelerini cennete çeviren 80 yaşın üstündeki tatlı komşularım, çocuklarımın 75 yaşındaki 4 çocuk 10 torun sahibi kayak hocası... Burada insanlar hayattan hiç emekli olmuyor. Onları gördükçe yeni bir hayat kurmak için henüz çok genç olduğumu anladım.
Alıştım mı?
Öğrendiklerim bir yazıya sığmayacağı için "Alıştım mı?" kısmına geçeyim. Evet, alıştım. Üç yıl gerçekten sihirli bir süre mi bilmiyorum. Ama banka sisteminden trafiğine kadar farklı olan bir ülkeye alışmak, yeni bir çevre edinmek, iş bağlantılarını sağlamlaştırmak ve aynı zamanda "Oralı" hissetmek için yeterli bir süreymiş. "Kanadalılaştıramadıklarımızdan mısınız?" diye kitap yazan biri olarak söylüyorum bunu.
Ülkemi, sevdiklerimi hâlâ çok özlüyorum. Ve bu özlem hiç geçmeyecek biliyorum.
Gözümü kapatıyorum. Ayasofya tüm haşmetiyle karşımda... "Biz faniler gelip geçiciyiz. Oysa sen 1500 yıldır varsın ve bu dünya yıkılana kadar var olacaksın!" diyorum içimden...
Fonda Zeki Müren çalıyor: "Hiç ayrılamam derken, kavuşmak hayal oldu."
Şu Koronavirüs salgını biraz hafiflesin kavuşacağız elbette!
Beni büyüten şehirden, beni büyüten şehre...
Sevgilerimle...