Kanal İstanbul üzerine üç kritik soru

Montrö’nün delinmesi ABD talebi mi?

Kanal İstanbul üzerine üç kritik soru




Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Kanal İstanbul’u artık şahsi meselesi haline getirdi. Türkiye’nin siyasi coğrafyasını değiştiren Erdoğan, şimdi Trakya’yı ikiye bölmek suretiyle fiziki coğrafyasını da değiştirmek hedefinde ısrarlı… Amaç sadece Kanal İstanbul’un duraklama devrindeki ekonomiye getirmesi umulan 200-300 milyar dolar arazi ve inşaat rantı üretmek mi, yoksa 23 Aralık akşamı “Ne kazandırıp, ne kaybettirdiğini anlatacağız” diye hedef aldığı Montreux (Montrö) Boğazlar Sözleşmesini ortadan kaldırmak mı? Yoksa ikisi bir arada mı? Ya da bunlara ek olarak artık yollarını ayıran bir “eski dostunun” geçenlerde ismini saklı tutmamı isteyerek öne sürdüğü üzere, eski fatihler gibi ileride bu projeyle anılmak amacı da var mı?


Belki de Erdoğan bu projeyi 2011 seçim kampanyasında ilk kez ortaya attığında İstanbul Büyükşehir Belediyesinin ilelebet AK Parti’de kalacağını varsaymıştı. CHP’li İBB başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 23 Aralık günü hükümetle arasındaki protokolü iptal edeceğini, CHP sözcüsü Faik Öztrak’ın da iktidar değişirse Kanal İstanbul’a verilen borçların, açılan kredileri ödemeyeceklerini söylemesi, Erdoğan’ı çok kızdırmış olmalı ki, akşam saatlerinde ateş püskürdü. Daha önce “siyasi boyutu” olarak ima ettiği Montrö anlaşmasını o arada hedef aldı. Bir gün önce de “Montrö’de size tanınan bir hak yok” demişti. (Monrö ile Türkiye’ye tanınan hakları, Cumhurbaşkanlığı sitesinden okumak isteyenler bu bağlantıya baş vurabilir.)

 

1936 Montrö Sözleşmesi, 1923 Lausanne (Lozan) Antlaşması ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş zeminini oluşturan uluslararası hukuk belgelerindendir. Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk dönemine ait anlaşmalardır. Montrö, sadece Boğaz geçişleriyle ilgili değildir; Karadeniz’in savunulması ve statüsü ile de ilgilidir. Erdoğan hükümeti, Çanakkale Boğazı ile birlikte Türkiye’nin en önemli stratejik değeri olan İstanbul Boğazı üzerindeki üstünlüğünü, onun değerini Kanal İstanbul’la yarı yarıya azaltsa dahi, bu Montrö Antlaşmasını ortadan kaldırmayacaktır.


Erdoğan’ın Kanal İstanbul ısrarını -arazi ve inşaat rantı üretimi dışında- siyasi nedenlerle anlayabilmek için birkaç soruya yanıt aramak gerekiyor.

1- Montrö’nün delinmesi ABD talebi mi?


Sözleşmeyi Cumhurbaşkanlığı internet sitesinden de okuyabilecek her kişi ülkelerin Karadeniz’de bulunduracakları ve Boğazlardan geçirecekleri savaş gemisi büyüklüklerine getirilen sınırlamaları anlayabilir; özellikle de Karadeniz’e kıyıdaş olmayan ülkelerin. Montrö Sözleşmesi, Lozan’da eksik kalan Boğazlar ve Karadeniz rejimini düzenlediği için Lozan’a imza atan bütün ülkeler ve Sovyetler Birliği (ve devamında Rusya Federasyonu) Montrö’ye imzacı olmuştur. ABD ne Lozan, ne Montrö’ye imza atmıştır. Soğuk Savaş sırasında Sovyetler’i baskı altına almak için Karadeniz’e uçak gemisi ve ağır tonajlı savaş gemisi, denizaltı çıkarma talepleri Montrö nedeniyle geri çevrilmiş, örneğin ABD uçak gemileri Dolmabahçe önlerine dek geldiği halde Boğaz geçişi yapamamış, Karadeniz’e girememiştir. Önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Taha Akyol’un 22 Aralık’ta Karar gazetesinde yer verdiği sözlerinde, 2008 yılında Rusya ile Gürcistan arasındaki krizde ABD’nin Karadeniz’e (anladığımız kadarıyla 6’ıncı Filonun) “güçlü bir kolunu” gönderme talebinin geri çevrildiğini açıklamıştır. ABD’nin, Montrö Sözleşmesinden en fazla rahatsız olan ülke olduğu sır değildir. Hatta Ergenekon mağduru emekli amiral Cem Gürdeniz’in iddiasına göre Montrö’yü delmek için (erken uyarı radarı Türkiye’de, Kürecik’te olan Füze kalkanı projesinin füzelerinin bulunduğu) Romanya’nın Köstence limanına Tuna nehri kanalıyla taşıyacağı gemi parçalarını burada monte etme planları vardır. Erdoğan, Rusya’dan alınan S-400 füzeleri nedeniyle Türkiye’yi F-35 uçakları dahil ABD yaptırımı tehdidi altında tuttuğu bir sırada Kanal İstanbul fikrini canlandırmış bulunmaktadır.

2- Rusya o kanaldan gemi geçirecek mi?


Montrö anlaşmasının yakın zamana dek Türkiye ile birlikte en ateşli savunucusu, Erdoğan’ın çıkışları ardından Türkiye’den fazla savunucusu Rusya ve Rusya devlet başkanı Vladimir Putin’dir. Erdoğan Kanal İstanbul fikrini 27 Nisan 2011’de Haziran seçimleri bildirgesini ilan ederken ortaya atmıştır. O dönem Rusya’nın Ankara Büyükelçisi olan Vladimir İvanovsky, üç gün sonra, 30 Nisan’da Radikal gazetesinde birinci sayfadan yayınladığımız mülakatında, “Montrö korunmalı” demiş ve şöyle devam etmişti: “Böyle bir projenin mali açıdan verimli olması gerekir. Para kazanması için de bu kanal üzerinden daha çok gemi geçmesi, geçerken de yüksek geçiş ücreti ödemesi gerekir. Başka türlü kârlı bir yatırım olmaz. Ama Boğaz’dan parasız geçmek varken, neden bu kanaldan geçişe para ödensin? Konunun hem ekonomik hem de uluslararası hukuk boyutu olduğunu bu nedenle söylüyoruz. Çünkü eğer bizim de istediğimiz gibi Montrö geçerli kalırsa, o zaman serbest geçiş hakkı da kalır. O halde kim para ödeyecek?” Yandaş medyada “Rusya ile ikili ticaret artacak” yayınlarının pek bir temeli konulamıyor; Karadeniz kıyıdaşı ülkelerin ekonomik büyüklükleri ve ticaret hacimleri belli. Rusya’nın İstanbul Boğazından bedava geçme hakkı dururken, Kanal İstanbul’a para ödememe bu politikasının değiştiğine dair bir işaret de yok. Moskova bugün henüz sesini yükseltmiyorsa, muhtemelen 8 Ocak’ta Türk Akımı doğal gaz projesinin açılışı için Türkiye’ye yapacağı ziyaretin bu sessizlikte etkisi vardır. Çünkü arada sadece S-400 konusu değil, Erdoğan ile konuşacağı Suriye ve Libya meseleleri de bulunuyor. Rusya’nın Kanal ola ki yapılıp açılsa bile oradan para ödeyip gemi geçirip geçirmeyeceği, şu an cevabı olmayan bir soru. Aslında Dışişleri Bakanlığı sitesine göz atan her kişi, 2006’dan 2017’ye dek Boğaz’dan geçen tehlikeli madde trafiğinde yüzde 20 kadar azalma olduğunu da görebilir; tankerle petrol ticaretinin bir kısmı artık Azerbaycan ile aradaki Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı üzerinden geçiyor çünkü.

3- Kanal ihtiyaç mı, halk desteği var mı?


Kanal’ın yaklaşık maliyeti 75 milyar lira olarak hesaplanıyor; o da bugünkü döviz kuruyla. Erdoğan bugüne dek her büyük projeyi bir sonraki daha büyük projenin hareket enerjisiyle çevirdi. Ancak (Hazine garantili maliyetin halka yüklenmesi kısmını unutmadan söylüyorum) Gebze-Osmangazi geçişi de, Marmaray da, Avrasya tüneli de halkın ihtiyacıydı; çok önceden planlanmış, yapımı bekleyen projelerdi. İstanbul Havalimanı öyle değildi örneğin, o yüzden çok tartışıldı, tartışılıyor. Kanal İstanbul ne halkın, ne ülkenin ihtiyacı… Ayrıca o yıllar Türkiye ekonomisinin büyüme yıllarıydı. Şimdi pasta küçülüyor ama yandaş müteahhitler dâhil, pastadan pay almak isteyenler azalmıyor, tersine artıyor. Dahası, son Kızılcahamam istişare toplantısında parti tabanından gelen üç temel şikâyetten birinin (hayat pahalılığı ve işsizlik ile Suriyeli göçmenler konusuyla birlikte) pastanın giderek daha az ve merkeze daha yakın kişiler arasında bölüşüldüğü, tabanın bölüşümün dışında kalması iddiası olduğu medyaya yansımış durumda. Siyaset kulisinde İstanbul’un bazı AK Partili ilçe belediye başkanlarının dahi projeye karşı olduğu, ancak Erdoğan’dan çekindikleri için seslerini çıkaramadıkları konuşuluyor. Seçimi CHP’li İmamoğlu değil de, AK Parti belediye başkan adayı Binali Yıldırım kazanmış olsaydı, tutumları farklı olurdu, ama artık Büyükşehir belediyesinin mali ve iş gücü katkısı olmayacak bu “çılgın projede”. Erdoğan’ın bu yolla tekrar siyasi ve ekonomik yandaşlara istihdam ve rant üretimi imkânı sağlanabileceği vaadi ise kendi tabanında dahi çok ikna edici bulunmamışa benziyor. Erdoğan halkı Kanal İstanbul’un gerekliliği konusunda ikna edebilmiş değil. İmamoğlu’nun “referanduma gidelim” önerisi ise AK Parti’nin sessizlik duvarına çarpmış bulunuyor.


Bu yazıda en az siyasi-jeopolitik konular kadar önemli olan çevre kirlenmesine giremedik; belki de zaten o konularda yazılıp çizildiği hatta “sehven” açık destek vermeyen ÇED raporunun değiştirildiği dahi haber olduğu için. Ama orada da durum ciddi: Karadeniz-Marmara dengesinin bozulmasının ciddi çevre risklerini tetikleyeceği görüşünde bilim insanları…

Siyaseti değiştirirseniz, örneğin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi gibi idare rejimini değiştirirseniz, ileride geri alınabilir, daha iyisine dönüştürülebilir. Ama coğrafyayı değiştirirseniz, doğanın dengesini değiştirirseniz, geri alamazsınız. Hiçbir şeyi fazla zorlamamak en iyisi.

https://yetkinreport.com/2019/12/24/kanal-istanbul-uzerine-uc-kritik-soru/

MURAT YETKİN