Kasım Süleymani suikastı ve Ortadoğu’da yeryüzüne taşınan cehennemin ayak sesleri

Önümüzdeki imtihanlar neler?

Kasım Süleymani suikastı ve Ortadoğu’da yeryüzüne taşınan cehennemin ayak sesleri


Kasım Süleymani suikastı ve Ortadoğu’da yeryüzüne taşınan cehennemin ayak sesleri: Önümüzdeki imtihanlar neler?

Sinan Baykent Independent Türkçe için yazdı

Sinan Baykent Siyaset Bilimci @sinanbaykent 

İran Devrim Muhafızları'na bağlı Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani, bugün sabaha karşı Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından gerçekleştirilen bir helikopter (veya iddialara göre SİHA) saldırısıyla suikast sonucu hayatını kaybetti.

Süleymani, İran açısından alelade bir komutan, basit bir askeri yetkili değildi. İran, Velayet-i Fakih’in başlıca taşıyıcı sütunlarından birini, onun belki de son yıllardaki en mücessem yansımalarından birini yitirdi.

Nitekim İran’da ilan edilen üç günlük ulusal yas ve farklı bölgelerde düzenlenmeye başlanan matemler bu gerçekliği açıkça ortaya koyuyor.

Henüz geçtiğimiz yılın mart ayında Süleymani’ye “Zülfikar Nişanı” layık görülmüş ve bahsi geçen tören esnasında İslâm İnkılâbı Rehberi Ayetullah Hamaney, Süleymani’ye, “Allah akıbetine şehitlik versin fakat şimdi değil. İslâm Cumhuriyeti’nin daha yıllarca seninle işi olacak. Fakat inşallah sonu şehadet olsun” şeklinde bir taltifte bulunmuştu. 

Bugün ise Ayetullah Hamaney, Süleymani’nin öldürülmesine ilişkin yayınladığı mesajda, “Kasım Süleymani bütün hayatını Allah yolunda harcadı. Şehadet onun geçen yıllardaki emeklerinin mükâfatı oldu” ifadelerine yer verdi.

Üstelik Hamaney ilk defa bir “Ulusal Güvenlik” toplantısına bizzat katıldı. “Katilleri ağır bir intikam bekliyor” diyen Hamaney, Kasım Süleymani’den boşalan Kudüs Gücü Komutanlığı’na ise İsmail Kaani’yi atadı.

Şüphesiz ki İran, söz konusu suikast karşısında sessizliğe bürünüp, köşesine çekilmeyecektir. Kuvvetle muhtemeldir ki İran, çok yakın bir zamanda ABD’ye karşı fevkalade cüsseli bir misillemeyle cevap verecek ve intikam arayacaktır.

Bu anlamda İranlı yetkililerin art arda yaptıkları açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, böylesi bir misillemenin eli kulağındadır denilebilir.

İran, ABD’ye nasıl, nerede ve ne zaman cevap verir bilinmez. Ancak kesin olan bir şey var ki, o da Kasım Süleymani’nin (ve onunla birlikte Haşdi Şabi’nin önde gelen isimlerinden Ebu Mehdi el-Mühendis’in) Trump’ın emriyle ve Irak’ın başkenti Bağdat’ta öldürülmesinin bölge için altından kalkılması son derece güç ve yakıcı etkileri tetikleyeceğidir.

Peki, bu etkiler ne olabilir veya hâlihazırdaki izdüşümleriyle birlikte ne olmaktadır?

Dahası, bölge dinamikleri ve Türkiye bu etkiler eliyle nasıl imtihan edilecektir?

Maddeler aracılığıyla sıralamaya çalışalım:


(1) Mezhepçilik çukuru

Suriye savaşıyla birlikte iyiden iyiye ivme kazanan mezhepler arası çatışma artık her iki cepheden de önemli kalabalıklara sirayet etmiş durumdadır.

Suikast sonrasında özellikle sosyal medyada denk geldiğim bazı yorumlar bu bağlamda ne tür bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu çok şeffaf bir biçimde ispat ediyor.

İslam âlemini hâlihazırda yeterince paramparça etmiş olan emperyalist-Siyonist şebekelerin zevkten dört köşe olmalarına katiyen müsaade edilmemelidir.

Sünni-Şii çekişmesi asırlardır devam ediyor, burada bir yenilik yok. Kimi zaman şiddetlenen bu çekişme, bazen de uykuya dalıyordu.

Ancak şimdiye kadar ne yaşanırsa yaşansın, yaşananlar daima bu ikili arasında kalıyordu.

Bugün, Suriye özelinde fitillenen ateşle birlikte ise bambaşka bir düzleme girmiş bulunuyoruz.

Dahası, artık yaşananlar iki taraf arasında cereyan etmiyor. İşin içinde Amerika’sı, İsrail’i – velhâsıl kimi ararsanız var.

Ve bunlar İslam dünyasının bünyesindeki ihtilaflardan beslenmekle, Müslüman kanı içmekten zevk almakla meşhurdurlar.

Sünni-Şii ayrılığının birçok itikâdî sebebi var kuşkusuz. Ne var ki bu sebeplerin istisnasız hepsi bizi, Müslümanları ilgilendirir – üçüncü tarafları veya uluslararası şer merkezlerini değil.

Kendi payıma İsrail’in aklı ve Amerika’nın kurşunlarıyla gerçekleştirilen bir suikastı alkışlayanları, bu suikasta selam duranları, emperyalist-Siyonist bir komployu türlü bahanelerle kutsayanları anlamakta hakikaten zorluk çekiyor ve ayıplıyorum.

Sevenin vicdanında şehit sayabileceği gibi, sevmeyenin de vicdanında mahkûm etmeye hakkı vardır elbet. 

Ama böylesi bir komployu temize çıkarmaya çalışmak? 

Hayır, bu başka bir şey olur ve bu tip yanlışlardan doğru çıktığı görülmemiştir.

Yangına benzin dökmemeli.

Mezhepçilik çukuruna düşüldü mü, o çukurdan çıkış çok zordur.

Bugün Sünni dünyanın emperyalizme karşı Şiileri bir düşman olarak değil, bir müttefik olarak değerlendiren Prof. Dr. Necmettin Erbakan’lara, Prof. Dr. Fethi Yeken’lere ihtiyacı vardır ve bu tartışılmazdır. 

Aynı şekilde Şii dünyanın da mutedil, sağduyulu ve emperyalizmle mücadelede Ehl-i Sünnet’i “kardeş” ve “yoldaş” belleyen akıllara ihtiyacı vardır ki, bu da aynı şekilde tartışılmazdır.

Türkiye’nin bu doğrultuda vakarı, devlet geleneği ve tecrübesiyle diğerlerine yol gösterici olması elzemdir. 


(2) Irak’ın parçalanmasının hızlanması

Kasım Süleymani’nin ve Ebu Mehdi el-Mühendis’in Irak’ın başkenti Bağdat’ta öldürülmeleri ve olayın Bağdat’taki ABD Büyükelçiliği’nin işgal edilmesinin hemen arından vuku bulması hiç şüphesiz zaten krizde olan Irak’ı daha büyük bir belirsizliğe sürükleyebilecek cinstendir.

Iraklı yetkililer ve dahi Necef (Ayetullah es-Sistani’nin hutbesiyle birlikte) haklı olarak söz konusu operasyonun Irak’ın egemenliğini ihlâl ettiğini ifade ediyorlar.

Öte yandan Mukteda es-Sadr 2008 yılında lağvedilen Mehdi Ordusu mensuplarına yeni bir çağrıda bulunarak “Irak’ı korumak için hazır olmaları gerektiğini” paylaştı.

Bu saatten sonra ve hususi seyre göre, olaylar Irak’ın fiilen ve resmen bölünmesine kadar gidebilecektir. Olası bir parçalanmada Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin yeniden bir bağımsızlık mücadelesine girişebileceğini de kulağımıza fısıldamış oluyor.

Türkiye’nin millî güvenliğinin birinci elden tehdit edebilecek böylesi bir girişim, zaten Suriye ve Libya’da millî menfaatlerini korumaya çalışan Türkiye’ye üçüncü bir “baş ağrısı” doğurmuş olacaktır.

Dahası, bölgede ipince bir ipte akrobasi yapmaya çalışan “düzen” ve “istikrar” hedefleri topyekûn yerle bir olacaktır.


(3) Suriye’de yepyeni bir sıcak çatışma ortamının gelişmesi

Suriye’de İdlib dışında tam “sular durulmak üzere” derken, sıcak çatışma ortamının yeniden alevlenmesine tanık olabiliriz.

Kasım Süleymani figürü İran için İran dışındaki bölgelerde devletin gölgesiydi. Bu anlamda Suriye’de de Fatimiyyun ve Zeynebiyyun Tugayları’ndan sorumluydu.

Suriye’deki Amerikan varlığı PYG-PKK terör örgütlerinin hâkim olduğu bölgelerde sürüyor. Bu anlamda İran’ın Süleymani’nin intikamını diğer ülke ve bölgelere mukabil Suriye’de de araması ihtimal dahilindedir.

İran için hayatî önem arz eden El-Kaim sınır kapısı (Lübnan’a uzanan ikmal hattı üzerinde olması hasebiyle) çevresinde kaydedilecek bir gerilim tırmanışının şüphesiz ki Barış Pınarı Harekatı bölgelerine de nüfuz etmesi dikkate alınmalıdır.


(4) Lübnan’da çıkmazın derinleşmesi

Tıpkı Irak gibi, Lübnan da istikrarsızlıkla boğuşuyor. İsrail’e komşu olan Lübnan’daki Hizbullah varlığının nelere muktedir olduğunu 2006 yılında görmüştük.

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah uzun zamandır ufukta beliren yeni savaşa hazırlandıklarını birçok defalar vurguluyordu. Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin hesabı pekâlâ Güney Lübnan-Kuzey İsrail üzerinden de sorulabilir.

Böylesi bir adım yalnızca Lübnan’ı değil, aynı zamanda Irak’ı, Suriye’yi ve hatta Yemen’i de denkleme katacağından, Lübnan özelindeki bir savaş perspektifi bütün bölgeyi bir ateş çemberine çevirebilir. 

Bu noktadan hareketle yeni bir Lübnan savaşının bambaşka göç hareketlerini başlatabileceğini, bu hareketlerin Türkiye’ye değin uzanabileceğini de değerlendirmek gerekecektir.


(5) ABD-İran savaşı

En yıkıcı, en kötümser senaryo ABD-İran savaşıdır. İran’ın suikasta karşı vereceği cevap ve yapacağı hamleye göre, ABD’deki “şahinler” uzun zamandır bekledikleri fırsata da erişecekler.

Her ne kadar Trump başkanlığa “aptal savaşlara son” şiarıyla gelmişse de, bu sabah verdiği emirle birlikte bu sözünden dönmüşe benziyor.

ABD’de 2020 seçimleri iyice yaklaştı. Trump’ın azli Senato’da henüz oylanmış değildir. Trump azil sürecinden çıkabilmek için Cumhuriyetçilerin desteğine muhtaç durumdadır ki, Cumhuriyetçi senatörlerden önemli bir kesiminin İran’a askerî bir müdahalede bulunulmasına sıcak baktığını herkes biliyor.

Acaba İran, Senato’daki azil oylaması ışığında Cumhuriyetçi grubun Trump’a karşı bir kozu durumuna mı gelmiştir? Göreceğiz.

Her halükarda böylesi bir savaş perspektifinde Trump, Türkiye’nin de kapısını çalacaktır. Hatta müzakere masasına güçlü oturmak adına İran’ın kuzey bölgesindeki soydaşlarımızı, Türk nüfusu da manipüle etmeye kalkışabilir. 

“Bizimle misiniz, değil misiniz?” sorusuna muhatap kalması durumunda, Türkiye’nin tutumu ne olacaktır?

Bataklıkların en büyüğü olabilecek bir savaşa, Kasr-ı Şirin’den (1639) bu yana aynı sınırlara sahip olduğumuz bir komşu devlete karşı tavır mı alacağız?

Yoksa en meşru bir pozisyonda arabuluculuk için rol alacak, ivedi barış için mi çalışacağız?


Senaryolar çok, senaryolar karanlık.

Ortadoğu’da cehennem yeryüzüne taşınmak üzere.

Akıl, irade, sağduyu... Ve elbette dua lazım, çokça dua.

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

 

The Independentturkish