Kemal Okuyan yazdı: Solculuk nedir?

Solculuk ve sağcılığın boş işler olduğunu iddia ediyorlardı!

Kemal Okuyan yazdı: Solculuk nedir?


Kemal Okuyan yazdı: Solculuk nedir? 

Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Kemal Okuyan soL haber portalındaki köşesinde bugün "Solculuk nedir?" başlıklı bir yazı yazdı.

Rıdvan Dilmen'in oyunu Erdoğan'a vereceği açıklamasını değerlendirerek başlayan Okuyan, yazısında solun tarihsel anlamı ve ilkelerinin neler olduğuna vurgu yapıyor.

"Sol, işçi sınıfı ile sermayenin uzlaşmayacağını kabullenmek, bu uzlaşmayı şu ya da bu nedenle masaya sürmemektir. Güncel bir ifadeyle sol, işçi ile patronu helalleşmeye zorlamamaktır." diyen Okuyan'ın yazısının tamamı şöyle:

Rıdvan oyunu Erdoğan’a verecekmiş, memleket haberlerine bakarken gözüme çarptı. “Rıdvan kim” diye merak eden olabilir, topçu olan, “Şeytan” lakaplı. Şimdilerde yorumculuk yapar. Çok yorgunsanız, hayatın zorlukları sizi bunalttıysa, 15-20 dakika zihinsel detoks niyetine izleyebilirsiniz. Baskı, zulüm, sömürü, hayat pahalılığı gibi sorunlardan uzaklaşır, daha “önemli” meselelerin dünyasına sürükleniverirsiniz. Yalnız süreyi iyi hesaplamak gerek, işin ucunda rahatlayacağım derken, aptallaşmak da var.

Seyir sporlarının egemenlerin elinde kitlelere nasıl uyuşturucu etkisi yaptığını kavrayan futbolcuların sayısı hiç de az değil elbette. Rıdvan onlardan değildi, tam tersine sonuna kadar yararlandı futbol endüstrisinin nimetlerinden. 

Aslında Aziz Nesin’in 1962 yılında ülkemiz hiciv sanatına kazandırdığı “ne sağcıyız ne solcu, futbolcuyuz futbolcu” ekolünün en uyanık temsilcilerinden biri Rıdvan. 

Ne ilginç ki, Aziz Usta’nın apolitizmin düzenin ve sağcılığın hizmetinde olduğunu anlatmak için yarattığı tekerleme, 1970’lerde bir marifet gibi dillendirilir hale gelmişti. Solculuk ve sağcılığın boş işler olduğunu iddia ediyorlardı!

Çünkü sağcılık hep utanılacak bir olguydu. Kökeninde kraldan yana olmak, monarşiyi savunmak vardı. Cumhuriyet karşıtlığı, dincilik, milliyetçilik, insanlar arası eşitsizliğin doğal ve kaçınılmaz olduğu safsatası…

Sola kızarlar, küfrederler ama bir yandan da solun prestijini kabul etmek durumunda kalırlar. Çünkü sol eşitliktir, kardeşliktir, adalettir…

Evet, sağ-sol ayrımı 1789 Fransız Devrimi’nin ürünü. Ulusal Meclis’te Kralcıların sağda, Cumhuriyetçilerin solda oturmasıyla siyasal literatüre giren bu kavram, “ılımlı”ların da ortaya yerleşmesiyle yeni bir içerik kazandı.

Solda oturanlar toplumsal eşitsizlikleri sorguluyor, laikliği savunuyor, mevcut düzeni değiştirmeye çalışıyordu. Sağdakiler ise yıkılmakta olanı kurtarmaya çalışan gericilerdi.

Zamanla sağcı olmayı kabullenmek bayağı cesaret işi haline geldi. Koparılan bütün yaygaraya karşın “sol” itibarlı bir konumlanıştı, sağ köhne olanı temsil ediyordu.

Lakin Fransız Devrimi bir büyük devrim olsa da sonuçta ilericiliği sınırlı ve geçici bir sınıfın damgasını yemişti: Burjuvazi! Geniş halk kitlelerini eşitlik, kardeşlik iddiasıyla peşine takan burjuva sınıfı, kısa süre içinde kendi egemenliğini sağladı ve devrimci idealleri unuttu, dahası onlara saldırmaya başladı.

Bu saldırılarda “sağ” her zaman emrindeydi ama “sol”u da kendi egemenliği altına almaya çalışıyordu giderek güçlenen sömürücü sınıf. İtibarsız ve bir dizi kötülüğün açık savunucusu sağ, burjuvazinin istediği gibi yönetmesine asla yetmiyordu.

Bu anlamda en etkili operasyon 20. yüzyılın başında, uluslararası işçi hareketini temsil eden sosyal demokrasiye yapıldı. Zaten içten içe çürümekte olan sosyal demokrat partilerin en önemlileri, başta Almanya’daki, işçi sınıfının çıkarlarına sırt dönerek sermaye sınıfına hizmet etmeye başladılar.

Komünist partileri bu ihanetin ortaya çıkardığı boşluğu doldurmak, işçi sınıfını devrimci bir siyasi programla temsil etmek için kuruldu. Ancak artık sol kavramına ilişkin bir karmaşa yaşanmaya başlamıştı. Diğerleri bir yana, sosyal demokrasi ve komünizm solun temel bileşenleri olarak değerlendiriliyordu. İşin gerçeği, 1789 yılında sol Devrim Partisiydi, sağ ise Düzen Partisi ve bu kriterlerle, sosyal demokrasinin “sol” olarak değerlendirilmesi saçmaydı. 

Zaten, sosyal demokrat partiler içinde her zaman en önemli yeri tutan, şimdi de bir kez daha yeni hükümetin en büyük ortağı olan Alman Sosyal Demokrat Partisi, 1918’den itibaren tam anlamıyla sermaye egemenliğini temsil eden, onu en zor dönemeçlerde kurtaran, birçok kritik uğrakta karşı devrimci konumlanış içine giren bir Düzen Partisi’dir. Ama “sol” diye bilinir.

Bilinir çünkü dediğim gibi, sol itibarlıdır, “sol”u oynamak, kitleleri aldatmak için bir fırsattır. Solun tarihsel meşruiyeti o kadar güçlüdür ki, buraya hitap etmeyen bir düzenin kolu kanadı kırılır, uzun süre ayakta kalamaz.

Bunun en tuhaf örneği, 1974 Karanfil Devrimi’nden sonra Portekiz’de yaşandı. Ülkenin sosyalizme yönelme tehlikesi vardı, komünist parti hızla güçleniyordu, bu nedenle düzen partileri de solcu olmaya karar verdiler. Karanfillerin açtığı Portekiz’de Komünist Parti’nin (PCP) karşısına NATO ve büyük tekeller tarafından çıkarılan iki ana partinin adı Sosyalist Parti ve Sosyal Demokrat Parti’ydi! 

Yıllarca Portekiz’de “sol” iki Düzen Partisi bir de Komünist Parti ile anıldı, sağ ise ortada yoktu! 

Türkiye’de de o ana kadar “ne sağcıyız ne solcu” prensibiyle hareket eden CHP’nin 1960’ların sonunda aniden ortanın solunu keşfetmesi de aynı paniğin ürünüydü, merkezde durmak yetmiyordu düzenin savunulmasına…

Şimdi…

Bu türden akımlara ve partilere bel bağlayan kitlelerin algısından tamamen bağımsız olarak, sosyal demokrasi hiçbir biçimde sol değildir. Sosyal demokrasi Düzen’in savunulmasıdır, sosyal demokrasi emekçi sınıfların aldatılmasıdır, sosyal demokrasi antikomünizmdir, sosyal demokrasi eşitsizliğin yoksullara sözüm ona reformlarla kabul ettirilmesidir.

Sosyal demokrasinin uluslararası örgütü Sosyalist Enternasyonal’dir. Türkiye’den bir partinin üye, diğer bir partinin danışman üye olduğu bu uluslararası kuruluşun da solculukla bir ilgisi yoktur. NATO’culuk yapan, özellikle Avrupalı büyük tekellerin çıkarlarını temsil eden Sosyalist Enternasyonal, dünyada kurulu mevcut sistemin sürdürülmesi için sermaye sınıfının sola düşürdüğü uğursuz bir gölgedir.

Bu gölgenin motor gücü Alman Sosyal Demokrat Partisi’dir. Sağcı bir partidir.

Bu partinin şu anda koalisyon kurduğu Yeşiller de yıllar önce Almanya’da “sol” kavramını bulanıklaştırmak, sosyal demokrat partinin gerçek yüzünü fark etmeye başlayan kitleleri bu kez radikal bir söylem ve çevreci bir kimlikle sisteme bağlamak için işlev üstlendi. Yeşiller Partisi uzun bir süre boyunca, düzen dışı bir aktör, sol değerleri yeni bir anlayışla güçlendiren bir parti sanıldı. 

Bugün dünyanın en güçlü emperyalist ülkelerinden biri olan Almanya’nın Dışişleri Bakanı Yeşiller Partisi’nden!

O görevi layıkıyla yerine getirecek Alman tekelleri adına. Çünkü Yeşiller Partisi, Almanya’nın en Amerikancı, NATO’cu siyasi oluşumu. Militarist bir söylemle Almanya’nın daha aktif bir dış politikaya yönelmesi için çaba harcıyor bu parti.

Şimdi 1789’a geri dönelim. Fransız Devrimi sırasında Cumhuriyetçilerin temel hareket noktası “eşitlik”ti. Buna nasıl ulaşılacağına dair düşünceleri yetersizdi ama sınıfsal bir bakış açısına sahiplerdi. Bu anlamda cumhuriyetçilik ve laiklik sınıfsal bir temele yerleşiyordu.

Sonra bir başka büyük devrim yaşandı. 1917 Rus Ekim Devrimi ile birlikte, eşitliğin sağlanması için gerçekçi ve hayata geçirilebilir bir tarihsel bakış açısına sahip olan Marksizmin kılavuzluğunda insanlık büyük bir kuruluşa yöneldi.

Devrim Partisi’ni işçi sınıfı, Düzen Partisi’ni burjuvazi temsil ediyordu. Sol sosyalizmdi, sağ kapitalizm.

Emek solda, sermaye sağdaydı ve bu tarihsel bir sadeleşmeydi.

Günümüzde 1789’dan beri ilerlemenin sembollerinden olan laiklik ve Cumhuriyetçiliğin mevcut düzende ayaklar altına alınmasının kaynağı da bu sadeleşmedir. Sermayenin olduğu yerde laiklik ve cumhuriyet en fazla bir karikatürdür.

Ve her şeyin başı, sınıfsaldır. Emek-sermaye çelişkisi, işçi sınıfı ile patronlar arasındaki karşıtlık, siyasetin bir dizi başlığından bir tanesi değildir; bütün sorunların üstünde bir belirleyendir.

Sol, işçi sınıfı ile sermayenin uzlaşmayacağını kabullenmek, bu uzlaşmayı şu ya da bu nedenle masaya sürmemektir. Güncel bir ifadeyle sol, işçi ile patronu helalleşmeye zorlamamaktır.

Sol, sermaye düzeninde emekten yana bir ağırlık koyarak “adil bir kapitalizm” yalanına hizmet etmek değil, emekçi sınıfların o düzeni yıkması için mücadeleye örgütlenmesine yardımcı olmaktır.

Sol, Erdoğan’a oy vereceğim derken bile “CHP’ye oy veriyordum” diyerek solduyuya da hitap etmek isteyen Rıdvanlara Aziz Nesin gibi Zübük muamelesi yapmaktır.