Kerim Has: Rusya, Ankara’ya bir veriyorsa on alıyor
Türkiye’nin değil, Rusya’nın istediği biçimde sonuçlanacağını düşünüyor.
İrfan Aktan
Kerim Has: Rusya, Ankara’ya bir veriyorsa on alıyor
Rusya analisti Dr. Kerim Has’a göre Türkiye’nin yanlış Suriye ve Libya politikası, Rusya’nın hem Ortadoğu’ya dönüşünü hem de Akdeniz’e, sıcak sulara kavuşmasını sağladı. “Ruslar Türkiye’ye ne kadar teşekkür etse az” diyen Has, Suriye’deki İdlib düğümünün de Türkiye’nin değil, Rusya’nın istediği biçimde sonuçlanacağını düşünüyor.
Elazığ’daki depremle sarsılan Türkiye, iktidarın fütursuz politikalarının ağır bedelleriyle karşı karşıya. Fakat bu bedeller sadece doğal afetlere karşı vurdumduymaz tutumla sınırlı değil. İktidarın hem iç hem de dış politikadaki fütursuzluğunun faturası tam manasıyla önümüze konmuş değil. Fakat Rusya’yla yürütülen eşitsiz ilişkinin seyri, geleceğe dair öngörüde bulunmayı mümkün kılıyor.
İktidarın kalemşörlerine bakılacak olursa Suriye’den Irak’a, Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya, Libya’ya, Doğu Akdeniz’e kadar geniş bir coğrafyada Türkiye’den bağımsız yaprak kımıldamıyor. Kazın ayağının öyle olmadığının herkes farkında. Yakın bir gelecekte Türkiye, içerideki ekonomik ve siyasi krizin çok daha katmerlisini dış politikası yüzünden yaşayacağa benziyor. Üstelik içerideki sorunlar yetmiyormuş gibi, dışarıdan da kriz ithal ediyor.
Türkiye’nin Suriye’deki emellerinin ters tepen seyrini, Libya ve Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerinin olası sonuçlarını, Mısır ve İsrail başta olmak üzere bölgedeki devletlerle yaşadığı krizin etkilerini, Rusya’ya tamamen bağımlı hale gelen bölgesel politikanın bedellerini, komşularla sınırsız sorunlardan kaynaklı ağır enkazın kuş bakışı özetini Rusya analisti, akademisyen Kerim Has’la konuştuk…
Rusya’nın başta Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz olmak üzere sayısız başlıkta çıkar çatışması yaşadığı Türkiye’yle yürüttüğü diplomasi çok enteresan görünüyor. Örneğin Rusya ile Türkiye’nin politik çatışıklığının en bariz sahası Suriye ve özel olarak da İdlib. Rusya, rejim lehine buradaki cihatçıları temizlemeye niyetliyken, Türkiye ise buradaki cihatçılara hamilik yapmaya yöneliyor. Amaç ve hedefler taban tabana zıt gibi göründüğü halde, Rusya neden Türkiye’siz hareket etmiyor?
Türkiye ile Rusya’nın halihazırdaki işbirliği zorunlu ve konjonktürel bir ortaklık. Dediğiniz gibi, Türkiye’nin Rusya’yla hem işbirliğine gittiği hem de rekabet ettiği çok fazla saha var. Orta Asya, Kafkasya, Karadeniz, Boğazlar, Balkanlar, şimdilerde Doğu Akdeniz, Suriye ve Libya önde gelen sahalar. Dolayısıyla Rusya açısından Türkiye’nin “oyun bozma” kapasitesi fazla. O yüzden de Moskova, Ankara’nın, tabiri caizse, “mide bulandırıcı”, kendi planlarını bozucu bir aktör olmamasını istiyor. Bu da Rusya’yı, Türkiye’yle işbirliğine mecbur kılıyor. Ayrıca Suriye söz konusuysa, 911 kilometrelik sınırıyla Türkiye, göz ardı edilemeyecek bir aktör.
Aynı zamanda iki ülke arasındaki ekonomik ilişki de çok ciddi boyutlarda, değil mi?
Tabii, iki ülke arasında 25 milyar dolarlık bir ticaret hacmi var ki, bu, çok büyük bir miktar. Enerji hatları bağlamında da Türkiye artık Rusya açısından çok daha önemli hale geldi. Türk Akımı’yla birlikte Rusya, ilk defa Türkiye üzerinden de Avrupa piyasasına gaz satmaya başladı. Yine Rusya, Mavi Akım’la Türkiye’ye yıllık 16 milyar metreküp gaz sevk edebilme kapasitesine sahip. Bunlar milyarlarca dolarlık kazançlara tekabül ediyor. Enerji ve savunma konuları devletlerin uzun vadeli, stratejik ilişkileridir. Dolayısıyla enerji hatlarına sadece ticari meta olarak bakılmıyor.
Nasıl yani?
Bunlar aynı zamanda jeopolitik kazanımlar da sağlıyor. Rusya, Türk Akımı’ndan milyarlarca dolar para kazanır ama aynı zamanda Balkanlar’da, Güneydoğu Avrupa’da da çok ciddi stratejik kazanımlar sağlıyor. Bu kazanımlar, elde ettiği parasal gelirden daha fazlası anlamına geliyor. Aynı şey askeri ilişkiler için de geçerli.
‘KREMLİN, OTORİTER LİDERLERE ‘KAÇIŞ KAPISI’ AÇIYOR’
S-400’lerin satılması gibi, değil mi?
Tabii. Parasal değerine baktığınızda, 2,5 milyar dolarlık, dört bataryalık bir proje. Dört bataryayla ne yapacaksınız ki! Ama Rusya açısından bakıldığında, bu bataryaları NATO üyesi olan Türkiye’ye satıyor. S-400’lerin NATO içerisinde oluşturduğu çatlağın yanı sıra Ortadoğu’da yarattığı algısal dönüşüm de bir o kadar önemli. Kremlin, özellikle otoriter rejimlere sahip ülke liderleri için olası olağanüstü durumlarda veya iktidarlarının bekasına yönelik tehditlerde veya Batı’yla yaşadıkları anlaşmazlıklarda bu liderlere önemli bir “kaçış kapısı” açıyor veya sırtlarını dayayabilecekleri “alternatif adres” imkânı sunuyor. Bu durum Suudilerden Katar’a, Irak’a, Mısır’a Fas’a kadar etki yaratıyor. Nitekim şu sıralar Irak da S-400 alımını konuşmaya başladı.
Peki ekonomik ve askeri ilişkiler Rusya’ya yaradığı kadar Türkiye’ye de yarıyor mu?
Aslında Rusya, Türkiye’ye değil belki ama eğer Ankara’ya bir veriyorsa, kendisi on alıyor. Fakat Türkiye’deki iktidar kendisini garanti altına alabilmek için böylesi bir bağımlılık ilişkisine rıza göstermek zorunda. Bu açıdan Türkiye, üzerinde düşünülerek belirlenmiş, uzun vadede kendisine kazanımlar sağlayacak bir stratejiyle Rusya’ya yanaşıyor değil. Yani Türkiye’deki iktidar kendi krizini aşmak için Rusya’yla bu bağımlılık ilişkisini sürdürüyor. Rusya da bunun farkında olarak, haddinden çok fazla kazanç sağlıyor. Nitekim 2016’dan beri Putin, Ankara’yı Suriye’de Rusya’nın çıkarlarına hizmet eden politikalar izlemeye mecbur etti. Keza Türk Akımı… Rusya tarihinde en hızlı inşa edilen boru hattıdır Türk Akımı. Bunun tek nedeni, Türkiye’deki iktidarın yaşadığı zayıflıklar. Hatta Türk Akımı anlaşmasına Erdoğan, Putin’den aylar önce onay vermek durumunda kaldı.
Erdoğan’ın Putin’den önce anlaşmayı onaylamasının önemi veya anlamı nedir?
Ekim 2016’da Türk Akımı anlaşması imzalandı, Aralık ayında Erdoğan onayladı. Putin ise Şubat 2017’de onayladı anlaşmayı. Bu, kimin kime daha mecbur olduğunu ortaya koyan sembolik bir gösterge. Daha Türk Akımı’ndaTürk şirketler Gazprom ile ticari anlaşmaları imzalamış değilken, Rusya hattı inşa edip Bulgaristan’a gaz satmaya başladı bile.
‘S-400’LERİN ALINMASI, KREMLİN’E VERİLEN BİR ÇEŞİT ‘SİYASİ RÜŞVET”
Peki Türk şirketlerin bu saatten sonra Türk Akımı’ndan gaz almama ihtimali var mı?
Hattın inşası öncesi veya sırasında vereceği izinlerle Türkiye, Rusya’dan gaz alımında çeşitli tavizler koparabilecekken, şimdi fiyat indirimi gibi basit bir tavizi dahi koparamadığı gibi Gazprom’la masaya eli daha zayıf oturacak… Diğer yandan, S-400’leri bir kenara bırakalım, Akkuyu’daki nükleer santral meselesinde Ruslara tanınan vergilendirme kolaylığı ve finansman yükünün paylaşımı noktasında Ankara’nın attığı adımlar da bir o kadar dikkat çekici.
Sizce Türkiye, NATO ve ABD’nin tepkilerine rağmen neden S-400’leri almakta ısrarcı oldu?
Bu füzeleri ben “15 Temmuz’un diyeti” olarak ve Türkiye içinde iktidarın bekasına yönelik ileride ortaya çıkabilecek olası bir tehdit öncesi şimdiden Kremlin’e verilen bir çeşit “siyasi rüşvet” olarak okuyorum.
Başka “siyasi rüşvetler” de verdi mi Türkiye?
Mersin’de Ruslara tanınan çok kritik bir liman imtiyazı söz konusu. İleriki yıllarda bu limanın Rusya için üsse dönüşme ihtimali hiç de yabana atılmamalı. İncirlik’in dibinde sayılır, Moskova için yüzyılların özlemine denk. Suriye konusunda, cihatçıların Suriye’nin diğer bölgelerinden Ankara’nın oynadığı kolaylaştırıcı rolle Türkiye sınırındaki İdlib’e ötelenmesi de önemli bir kazanım Rusya açısından. Rusya bir nevi Ankara’ya “bunlar sizin adamlarınız” dedi ve silah bırakmayan cihatçıların Mayıs 2017’den itibaren Doğu Guta’dan, Kuneytra’dan, Süveyde’den, Humus’tan, Halep’ten İdlib’e taşınmasını sağladı. Ankara’nın yanlışlarla dolu Suriye politikası ve iktidarın yaşadığı kendi beka sorunu yüzünden düştüğü bu bağımlılık ilişkisi sonucu cihatçıların İdlib’de toplanması hem Rusların hem de Şam’ın işini çok kolaylaştırdı. Bir açıdan Rusya’nın Suriye’deki çıkarları konusunda taşeronluk yapıldı.
Akademisyen Kerim Has
‘RUSLAR, KÜRTLERİN ŞAM’A YANAŞMASI İÇİN TSK’YI SOPA OLARAK KULLANDI’
Ama Türkiye’nin Afrin’i ele geçirmesi de Rusya’nın yaktığı yeşil ışık sayesinde mümkün olmadı mı?
Evet ama orada da Ruslar, Kürtlerin Şam’a yanaşması için Türk ordusunu sopa olarak kullandı. Böylece Kürtlerle de doğrudan karşı karşıya gelmek zorunda kalmadılar. Son ana kadar Ankara’ya Afrin iznini vermeyip YPG’yi Esad rejimi ile anlaşması için bastırdı Moskova. Olmayınca da “barajın kapaklarını” açtı bir anlamda.
Rusya, çeşitli vesilelerle Suriye’de istikrarın sağlanması için Kürtlerin sürece dahil edilmesi gerektiğini vurguluyor. Sizce Rusya, Suriye’de Kürtler için nasıl bir gelecek öngörüyor?
Her halükârda Ruslar, Suriye’de Kürtler açısından 2011 öncesine göre daha hallice bir konum, siyasi ve idari haklar öngörüyor. Bu, Dürziler, Ezidiler ve diğer bazı etnik-mezhebi gruplar için de geçerli. Aksi halde Suriye devletinin etnik-mezhebi meseleleri çözülmemiş olacak. Şimdilerde Moskova’da sıklıkla konuşulan hususlardan biri de yeni Suriye’de etnik, mezhebi, dini çeşitliliği yansıtacak şekilde 17 bölgenin oluşturulması. Tabii Ruslar bu konuda Bağdat-Erbil veya Irak Kürdistanı örneğini değil, kendi siyasal sistemlerini örnek alıyorlar. Ancak buna paralel, zannımca Moskova, Esad’ın 2021 sonrasında da kalmasını istiyor. O yüzden merkezi yönetimin güçlendirilmesi ve yeniden bir iç savaşın patlak vermemesi için de vidaların daha çok sıkılmasını sağlayacak. Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda 2011 öncesi Suriye’sine göre Kürtlerin durumu iyileşecek olsa da, daha merkezi ve güçlü bir Esad rejimi inşa edilecek.
‘TÜRKİYE RUSYA’NIN KÜRTLER İÇİN ÖNGÖRDÜĞÜ KONUMUN SINIRINI GEÇEMEYECEK’
Türkiye’nin Afrin başta olmak üzere Kürtleri Şam’a yanaştırmaya dönük politikaları sonuç vermedi ama…
Zaten bu nedenle daha sonra Rusya, belli ölçüde ABD’yle de anlaşarak Barış Pınarı Harekatı’na göz yumdu. O süreçte ABD askerleri bölgeden çıkarken Rus askerleri ve rejim birçok ABD üssünü kontrolüne aldı. ABD-Rusya arasında belli bir anlaşma olmasa, bu mümkün olmazdı. Türkiye, 400 kilometrelik bir alana girmek istiyordu, 100-120 kilometreyle sınırlı kaldı. Rakka’ya, Deyr ez Zor’a inmek istiyordu, M4 otoyolunun altına inemedi. Neticede ABD’nin kısmen çekilmesi ve Türkiye’nin kontrollü bir şekilde girmesiyle, Suriye’deki Kürt meselesi konusunda da Rusya, Türkiye’nin karşısındaki esas muhatap haline geldi. Bugün Ankara tekrar bir harekât düzenlemek istese, bu sefer öncelikle Rusya’dan izin almak zorunda kalacak. Artık Türkiye’nin Suriye’deki hamleleri, Rusların yeni Suriye’de Kürtler için öngördüğü konumun sınırını geçemeyecek.
Bu arada bir parantez olacak ama Türkiye’de bazı Şam ve Moskova yanlıları, “Rusya ve rejim ordusu olmasaydı, Suriye IŞİD’e teslim olacaktı” propagandası yapıyor. Gerçekten de Suriye’de IŞİD’in bertaraf edilmesi bu şekilde mi mümkün oldu?
Hayır, bunu sağlayan büyük ölçüde Kürtler oldu. Rusya 2015’te Suriye’ye girdiğinde, IŞİD’in o dönem kontrol ettiği Rakka, Deyr ez Zor gibi bölgeleri değil, daha ziyade kıyı şeridindeki diğer cihatçıları havadan bombardıman altına tuttu. Elbette Ruslar IŞİD’i de ortadan kaldırmak istiyordu, kısmen de olsa IŞİD’e de hava saldırılarında bulundular ama o dönem temel hedef öncelikle Şam, Hmeymim, Lazkiye gibi bölgelerin güven altına alınmasıydı. Çünkü Rusya henüz Suriye’de operasyonlara başlamadan önce IŞİD dışındaki diğer cihatçı gruplar artık Şam’ın kırsalına dayanmıştı.
Rusya tam olarak hangi tarihte Suriye’ye girdi?
30 Eylül 2015 tarihinde. Ve Rusya Suriye’ye girdikten sonra, en az bir yıl boyunca esas olarak az önce saydığım bölgelerdeki cihatçılarla uğraştı. Ayrıca Türkiye, uçak krizinden sonra Rusya’yla anlaşınca, Aralık 2016’da Halep, cihatçı grupların elinden rejimin kontrolüne geçti. Rusya’nın da asıl önem verdiği yerler oralardı. Tabii Palmira’yı IŞİD’den temizleyen Ruslar oldu, başka yerlerde de operasyonlar yaptılar. Ama askeri stratejinin bir gereği olarak Rusya, Suriye’deki eforun yüzde 70-80’ini IŞİD’den ziyade diğer cihatçı gruplara karşı sarfetti. Fırsat buldukça IŞİD’in kontrol ettiği bölgeleri de petrol kuyularını da bombaladılar. Özellikle de uçak krizi boyunca Ankara’daki iktidarı zor durumda bırakmak için…
‘İDLİB ARTIK SURİYE’DEN ZİYADE TÜRKİYE’NİN SORUNU’
İdlib’de kümelenmiş cihatçıların uzak olmayan bir gelecekte çıkarılmaya veya yok edilmeye başlanacağı söyleniyor. Fakat Türkiye de oradaki grupların hamisi gibi görünüyor. Sizce İdlib düğümünün Türkiye-Rusya ilişkilerine etkisi ne olur?
İdlib artık Suriye’den ziyade Türkiye’nin sorunu ve şu an zaten Türkiye ile Rusya arasında bir gerilim alanı. ABD’nin baskısıyla Türkiye’nin Rusya’dan S-400’leri almaktan vazgeçmesinden bahsedilince, Rusya tekrar tekrar İdlib konusunu gündeme getirdi ve hâlâ getiriyor. Libya meselesinde de sarkaç benzer şekilde işliyor. Ankara bölgesel sorunlarda ne zaman Moskova’dan habersiz kuş uçurmaya çalışsa, Kremlin tarafından İdlib mekanizması devreye sokuluyor. Bir nevi Ankara-Moskova ilişkileri üzerinde İdlib, Demokles’in kılıcı gibi sallanmayı sürdürüyor.
İdlib neden artık Suriye’den ziyade Türkiye’nin sorunu?
Bir kere İdlib, Türkiye’nin hemen dibinde. Hatay-Cilvegözü Sınır Kapısı’nın hemen öbür tarafında, Ankara’nın epey geç de olsa artık terör örgütü olarak kabul ettiği Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) İdlib’i kontrolü altında tutuyor. Ayrıca o bölgede Türk askeri ve 12 de gözlem noktası var. İdlib’deki bu gruplar Suriye ordusu tarafından zaten sıkıştırılıyor ve burada 3 milyona yakın insan var. İdlib’deki cihatçılar en hardcore, en sert, anlaşmaya hiç de yatkın olmayan en savaşçı gruplar. Çünkü 2017-2018 yılları boyunca Suriye’nin diğer çatışmasızlık bölgelerindeki cihatçılara “ya silahlarınızı bırakıp normal hayata karışın veya savaşacaksanız da İdlib’e gidin” seçenekleri sunulmuştu. Neticede silahları bırakmayı reddedip savaşmak isteyenler, bizzat Ankara’nın yardımıyla yeşil otobüslere doluşup İdlib’e taşındılar.
Peki bu cihatçıların İdlib’de ne kadar uzun bir gelecekleri var?
Ne Rusya ne de Şam, İdlib’e uzun süre tahammül eder. 2020 yılı içinde bu kördüğümün çözülmesi söz konusu olabilir. Zaten 17 Eylül 2018’de Erdoğan ve Putin arasında imzalanan Soçi Anlaşması’na göre, 15 Ekim 2018’e kadar İdlib’in çeperlerinde 15-20 kilometrelik silahsızlandırılmış bölge kurulacaktı. Yine 2018 yılı sonuna kadar M4 ve M5 Karayolları da rejimin kullanımına açılacaktı. Bu hedefler ne 2018’de ne de 2019’da gerçekleşti. Bununla birlikte şu ana kadar Rusya’nın tahammül edebileceği yoğunlukta çatışmalar yaşandı o bölgede. Zaman zaman Rus üslerine saldırılar oldu, Ruslar mukabelede bulundu. Aynı zamanda rejim ordusu da adım adım ilerleyerek İdlib’deki grupları sıkıştırıyor. Suriye ordusu ayrıca Ağustos 2019’da Türkiye’nin Morik’teki gözlem noktasını çevreleyip düşürmüştü, geçtiğimiz ay da Surman’daki Türk gözlem noktası çevrelendi. Yani rejim nefes ala ala İdlib’e doğru ilerlemeyi sürdürüyor.
‘PUTİN, ERDOĞAN’IN İDLİB ÜZERİNDEN AVRUPA’YA KARŞI KOZ ELDE ETMESİNİ İSTEMİYOR’
Peki Şam ve Moskova, neden İdlib meselesini zamana yayıyor?
Çünkü Putin hem S-400 sattığı Türkiye’yi kendisine yabancılaştırmayı, hem de olası bir göç dalgasıyla Erdoğan’ın Avrupa’ya karşı yeni bir koz elde etmesini istemiyor. Göç tehdidinden rahatsız olan Avrupa, bu yüzden Rusya’yı da sıkıştırıyor. Rusya’nın ise Suriye’nin yeniden inşasında Avrupa’nın parasına ihtiyacı var…
Sizce Türkiye’nin İdlib’de yapması gereken ne?
Aslında çok basit: Şam’la diyaloğa geçmek, ilişkileri de bir an önce normalleştirmek. Ruslar da Esad’ı eli kanlı bir diktatör olarak görüyor ama çıkarları, onunla işbirliğinden geçtiği için bunu dile getirmiyorlar. Türkiye’nin Şam’la diyaloğu da Kürtleri ezmeye dayalı olmamalı. Aksine, Türkiye zaten kendi Kürt meselesini yıllar önce o Kaf Dağı’nın arkasına yolladığı demokrasi, hukuk, insan hakları istikametinde çözmeye odaklanmalı. Bunu yapmadığı sürece Suriye’deki Kürtleri tehdit olarak algılamaya devam eder.
‘TÜRKİYE, İDLİB GİDERSE SIRANIN AFRİN’E GELECEĞİNİ BİLİYOR’
Peki Türkiye’nin hamilik yaptığı cihatçılarla ilgili mesele nasıl çözülür?
Bunun için de Türkiye’nin bir şekilde Şam’la diyaloğa geçmesi lazım. Ayrıca İdlib’deki cihatçıların hayatta kalabilmelerinin tek yolu, tek sınır komşusu olan Türkiye üzerinden gelebilen lojistik destek. Ankara bu yolu bir an önce kesebilir. İdlib’deki cihatçıları silah bırakmaya zorlayabilir. Olası insani trajediyi minimumda tutmak ve mülteci göçünü önlemek için de yine Şam’la doğrudan irtibata geçmeye ve dahası koordinasyona ihtiyaç var. Fakat Ankara bunların hiçbirini yapmayıp İdlib’deki cihatçıları Afrin, Cerablus başta olmak üzere Suriye’deki varlığının süresini uzatmak için işlevselleştiriyor. Türkiye, İdlib giderse, sıranın Afrin’e geleceğini biliyor. Neticede Ankara’daki iktidar, Kürt meselesini daha baştan yanlış okuduğu veya okumak istediği için de bu tıkanıklık sürüyor. İktidar, Türk milliyetçiliğini diri tutarak kendi siyasi varlığını uzatmak için bunları kullanıyor. Eğer tüm bu etmenler olmasa, İdlib meselesi çok kolay çözülebilir. Dediğim gibi, oradaki cihatçı grupların lojistik kanallarını kestiğiniz zaman, silah bırakmak zorunda kalacaklar. Savaşacaklarsa da savaşırlar, ama kaybederler. Rusya, Türkiye’yi tamamen karşısına almadan, rejim ordusunun İdlib’i kontrol altına almasını sağlamak istiyor.
Sizce bu süreç ne kadar uzar?
Rusya ve rejim açısından çok uzun sürmemesi gerekiyor ki, hem Kürtler hem de anayasa meselelerine dönülebilsin. Ruslar, şu an devam eden Anayasa Komitesi çalışmalarının 2020 yaz aylarına kadar netleşmesini, ardından referanduma gidilmesini ve bu sürecin 2021’deki Suriye seçimlerine yetişmesini istiyorlar. Ama bunun için Kürtlerin de Anayasa Komitesi içine yavaş yavaş entegre edilmesi, dolayısıyla öncesinde Kürtlerle Şam’ın müzakere masasına oturması lazım. Rusya bunu hedeflerken, İdlib’in Türkiye’yle sorun yaşanmasına sebep olmasını da istemiyor tabii. O yüzden dengeli ilerlemeye çalışıyorlar.
‘RUSYA, ERDOĞAN İKTİDARININ KRİZİNE BAĞIMLI HALE GELİYOR’
Bu, Türkiye’nin de Rusya’ya karşı güçlü kozları olduğu anlamına gelmiyor mu?
Türkiye’nin değil ama Erdoğan’ın var. Cihatçıların sınırda toplanmasının Türkiye’ye kazandırdığı bir şey yok, aksine kaybettirdiği çok şey var. Türkiye’nin Rusya’ya bağımlılığı artarken, Rusya’nın da şahıs olarak Erdoğan’a bağımlılığı artıyor. Daha doğrusu Rusya, Erdoğan iktidarının krizine bağımlı hale geliyor. Erdoğan, iktidarındaki krizi aşabilmek için biraz önce dediğim gibi Mersin’de liman veya Akkuyu’da nükleer işinde Ruslara imtiyazlar veriyor. Keza Rusya’dan rekor seviyede buğday, tahıl, arpa, ayçiçeği yağı, kırmızı et satın alınıyor. Hatta Ruslar artık Türkiye’ye beyaz et de satmaya başladı. Tuhaf bu, çünkü normalde tam tersi olması gerekiyor. Yakında Türk marketlerde Krasnodar domatesi görürsek hiç şaşırmamak lazım! Dolayısıyla Ruslar aslında Türkiye’ye kaşıkla verip, en hafifinden söylersek, kepçeyle alıyor. Bu da Türkiye’deki iktidarın zayıflığıyla doğrudan ilgili. İdlib meselesinde de Türkiye’nin değil, Rusya’nın istediği olacak. Fakat Erdoğan İdlib’i Libya’yla ilişkilendirmek istiyor.
Nasıl yani?
İdlib’deki cihatçıların peyderpey Libya’ya gönderildiğine ilişkin iddialar var. Bunlar ışınlanmadıklarına göre Türkiye üzerinden Libya’ya gidiyor. Rus medyasında bununla ilgili hemen her gün sayısız, detaylı haber yayınlanıyor. Putin, 11 Ocak’ta Merkel’le Moskova’daki buluşması sırasında, “İdlib’deki cihatçıları Libya’da görüyoruz, bu çok tehlikeli bir süreç” diyerek aslında açıkça Ankara’yı uyardı.
‘TÜRKİYE CİHATÇILARI EMDİKÇE, SURİYE SORUNU TÜRKİYE SORUNU HALİNE GELİYOR’
Peki Ruslar neden sahada, İdlib’deki cihatçıların Libya’ya akışını engellemeye çalışmıyor?
Rusların önceliği İdlib’deki cihatçıların sakal kesmesi, silah bırakması, ılımlı hale getirilmesi. İdlib, Ruslar için 2018’de kapatılması gereken bir dosya idi, çok gecikti ve bunun şimdi Libya’yla ilişkilendirilmesinden rahatsızlar. Fakat geç de olsa İdlib’in boşaltılması da bir yandan işlerine geliyor. Ayrıca Moskova bu konuda Türkiye’ye karşı sert bir tavır almıyor ama bunları ileride kullanmak için de dosyalıyor. Diğer yandan da tıpkı El Bab’da olduğu gibi İdlib’deki cihatçıları da Türkiye’ye temizletmek istiyorlar. Ankara’nın böyle bir iradesinin olmadığı görülüyor. İdlib’de sıkışan bazı cihatçıların da Türkiye’nin kontrolü altındaki Afrin, Cerablus gibi bölgelere, bazılarının bizatihi Türkiye içlerine geçtiğine dair haberler yayınlanıyor. Türkiye, oradaki cihatçıları sünger gibi emdikçe, Suriye’nin sorunu Türkiye’nin sorunu haline geliyor.
İdlib’deki cihatçıların Libya’ya kaydırılmasının bir yandan Rusların işine geldiğini söylediniz. Fakat bu sefer Libya’da dengeler, Rusların desteklediği Libya Ulusal Ordusu komutanı Halife Hafter aleyhine gelişmez mi?
Tabii, Türkiye bir anlamda orada da oyun bozucu aktör oluyor. O nedenle Ruslar cihatçıların Libya’ya gönderilmesinden rahatsızlar ama dediğim gibi, kısa vadede işlerine gelen yönleri de var.
‘RUSYA, TÜRKİYE’DEN FARKLI OLARAK LİBYA’DA HER İKİ TARAFI İDARE EDİYOR’
Rusya’nın Libya’daki temel hedefi ne?
Avrupa’nın hemen güneyinde, stratejik açıdan önemli bir konumda olan, ciddi petrol ve gaz kaynaklarına sahip, Akdeniz’de uzun bir kıyı şeridine sahip olması dolayısıyla da önemli lojistik imkanlar sağlayan ve Afrika’nın içlerine uzanabilme adına da tramplen vazifesi görebilecek bir Libya, Ruslar açısından Suriye’den daha fazla yatırım yapılabilecek bir alan sunuyor.
Libya’nın doğusunu kontrol altında tutan Hafter ile Trablus merkezli Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Başbakanı Fayez al-Sarraj arasında çetin bir iç savaş yaşanıyor ve burada da Rusya ile Türkiye ayrı tarafları tutuyor. Ruslar neden Hafter’e, Türkiye neden Sarraj’a destek veriyor?
Aslında Ruslar her ne kadar Hafter’i destekliyor olsalar da, onun hızlıca Sarraj hükümetini bertaraf edip Trablus’u almakta zorlandığını da görüyorlar. Alsa da Trablus’ta şehir savaşının başlaması tehlikesi dolayısıyla şu sıralar arabuluculuk rolü oynamak çıkarlarına uygun görülüyor. Yani Türkiye’den farklı olarak, her iki tarafla da ilişkilerini sürdürüyorlar. Hatta Ekim 2019’da Sarraj, Rusya’da ilk defa yapılan Afrika zirvesi kapsamında Soçi’ye gelmiş ve Putin’le de görüşmüştü. Fakat Sarraj tarafı, Ruslar açısından sakıncalı bulunan bazı cihatçı grupların da desteklediği bir hükümet. Dolayısıyla Ruslar hazzetmeseler de, tartışmalı da olsa belli bir uluslararası bir meşruiyeti olan Sarraj’la ipleri koparmıyor.
Meşruiyet demişken, Hafter’in uluslararası meşruiyeti var mı?
BM’nin tanıdığı Temsilciler Meclisi tarafından desteklendiği için Hafter’in de bir meşruiyet dayanağı var tabii. Bununla birlikte Rusya, yine meşru hükümet olan Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ve başındaki Sarraj’ı da tanımazlık edemez. Rusya için tek kazanç yolu Hafter’in başarısından geçmiyor. Hafter-Sarraj arasındaki bir anlaşmadan da kazanç sağlar. Rus enerji şirketleri geçtiğimiz ay hem Sarraj hem de Hafter yönetimiyle petrol anlaşmalarını güncelledi. Rusya hem Hafter hem de Sarraj’la ilişkisini ekonomik ve siyasi çıkarları dolayısıyla, en azından biri diğerini yenene kadar sürdürecek. Bunu Doğu Akdeniz’deki hedefleri için de yapmak durumunda. Ama sahada güçlü olana, Hafter’e oynadığı da açık.
‘TÜRKİYE’NİN LİBYA’DAKİ ÇIKARLARI ARABULUCULUKTAN GEÇİYOR’
Peki Sarraj ve Hafter’i destekleyen diğer ülkeler bağlamında Rusya nasıl bir yol izliyor?
Zaten Rusya’nın Sarraj’ı tümüyle karşısına almak istememesinin nedenlerinden biri de bu. Rusya gerek Wagner paralı askerleri gerekse diğer askeri ve ekonomik yardımlarla sahada Hafter’in kazanmasını istese de retorik ve siyasi düzeyde Sarraj ile Hafter’den birini tamamen karşısına alıp bölgesel politikaları açısından arada kalmak istemiyor. Çünkü Rusya’nın Türkiye’den de İtalya’dan da çıkarları var ama Mısır’a da silah satıyor, Fransa’yla da ilişkileri germek istemiyor. Rusya Hafter’i desteklerken Sarraj’ı doğrudan karşısına alacak bir politika izlese Türkiye ile ilişkileri çıkmaza girebilir, tam tersini yapsa bu sefer de Mısır ile ilişkileri gerilebilir. Ayrıca Hafter Libya’nın yüzde 80’ini kontrol ettiği ve asıl petrol kaynaklarını elinde tuttuğu için de bu riskli bir durum. Ama Libya Ulusal Petrol Şirketi NOC da Trablus’ta Sarraj’ın elinde. Neticede Rusya’nın sahada Hafter’i desteklerken bir yandan da bu iki aktörden birisini ve arkasındaki güçleri münferiden karşısına almak istemediği söylenebilir. Bu açıdan da arabuluculuk gibi bir role soyunması, savaşan taraflar yenişemediği müddetçe, anlaşılabilir.
Peki Türkiye neden Libya’da, Ruslardan farklı olarak net bir pozisyon alıp Sarraj yanlısı bir politika belirledi? Bahçeli’nin tabiriyle Türkiye Libya’da ne yapmak, nereye varmak istiyor?
Türkiye, müteahhitlerinin orada projeler yapmasından dolayı ekonomik çıkar gözetiyor diye düşünsek, o zaman iki aktörden birini tam desteklemek yerine ikisi arasında arabuluculuk rolü üstlenmesi gerekir. Ama şu an izlenen politikalar zannımca, Türkiye’nin ekonomik çıkarlarını da tehlikeye atıyor. Sarraj’ı bu kadar açıktan ve göstere göstere askeri yardımla desteklerken Hafter’i düşmanlaştırmak ileride Hafter iktidara geldiği takdirde Türkiye aleyhine riskler doğurur. Farklı bir açıdan Libya’nın enerji kaynakları nedeniyle Türkiye’nin bu politikaları izlediğini varsayarsak da bu da yine tuhaf. Çünkü hem Türkiye’nin kendisine ait gaz, petrol çıkartabilecek yetkinlikle, tecrübeye ve profesyonelliğe sahip doğru düzgün bir enerji şirketi yok hem de zaten bu kaynakların yüzde 80’i Hafter’in kontrolünde. Yani, her halükârda Libya’daki petrol için de Türkiye’nin sahadaki bütün aktörlerle ve uluslararası enerji şirketleriyle işbirliğine gitmesi gerekecek.
Farklı açılardan bakmaya çalışılsa bile Türkiye’nin Libya politikalarını mantıksal bir düzleme oturtmak zor görünüyor. Acaba ideolojik motivasyonlar söz konusu olabilir mi?
Müslüman Kardeşler’den ötürü öyle olduğu akla gelebilir ancak bu da bana pek mantıklı gelmiyor. Sonuçta Erdoğan da pragmatik bir lider olduğu için şahsi ve ailevi çıkarları söz konusu olduğunda ideolojik meseleler onun için anlamını yitiriyor. Ayrıca Rus medyasında Türkiye hakkında çıkan haberlerde, Erdoğan’ın yakın çevresinin Libya’nın petrol gelirleri karşılığında Suriye’den Libya’ya Sarraj’a destek amaçlı hava ve deniz yoluyla binlerce cihatçı taşıdığı, birçok SADAT’çıyı gönderdiği, onlarca SİHA, zırhlı araç, füze ve hava savunma sistemleri dahil tonlarca silah ve askeri ekipman yolladığı, Libya petrolünü taşeronlar aracılığıyla Avrupa piyasasına ve hatta Boğazlardan geçirip Ukrayna’ya dahi sattığı iddia ediliyor. Tabii bunlar iddiadan ibaret.
‘ANKARA, RUSYA’NIN ORTADOĞU VE SICAK SULARA İNMESİNİ SAĞLADI’
Peki Türkiye’nin Libya politikası, bölgedeki diğer ülkelerin veya komşu ülkelerin Türkiye ile ilişkilerini nasıl etkiler?
Türkiye ile Mısır’ın neden kavgalı olduğu halen belli değil. Sisi diktatör olduğu için mi? O zaman Sudan’daki eski diktatör el-Beşir’le Erdoğan’ın ilişkisini nasıl açıklamak gerekir? İsrail ile kavgalıyız, Suriye ile hakeza. Güney Kıbrıs zaten başlı başına bir sorun. Türkiye Kıbrıs meselesini kurcaladığında bu sefer işin içine Ege meselesi giriyor. Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin “hukuki” yoldan gittiğini düşündüğü tezler kendisinin Ege’deki çıkarlarına zarar veriyor ve onu daha fazla yalnızlaştırıyor. Yapılması gereken ilk iş, Mısır, İsrail ve Yunanistan ile ilişkilerimizi düzeltmek olmalı.
Türkiye’nin bölgedeki irrasyonel politikaları Rusya’nın pozisyonuna dair nasıl sonuçlar yaratıyor peki?
Ankara’nın Suriye politikası Rusya’nın Ortadoğu’ya dönüşünü sağladı, yerleşmesini de beraberinde getiriyor. Libya’da izlenen politika ise Rusya’nın bu sefer de Akdeniz’e yerleşmesini kolaylaştırıyor. Çünkü Rusya, tarafların zayıf yönlerini kullanarak ve onları birbirlerine karşı kullanarak kendine göre bir pozisyon alıp kazanımlarını artırabiliyor. Hafter’den de Sarraj’dan da alabileceğinin en fazlasını alıyor. Irak, Akdeniz ülkesi değil ama Rusya, Irak Kürdistanı ile henüz hayata geçmemiş olsa da petrol-gaz anlaşmaları imzaladı. Suriye’deki üsleri bir yana, Suriye’nin Doğu Akdeniz sahasında Rus enerji şirketleri araştırma çalışmalarına başladılar. Mersin’de liman imtiyazı elde ettiler. Güney Kıbrıs ile arası iyi. Mısır’a silah satıyorlar, Zohr sahasında Rosneft’in yüzde 30’luk hissesi var. Libya’da tüm enerji anlaşmalarını güncelleme çalışmaları yapıyor, Hafter iktidara gelirse belki bir askeri üs elde edecek. Son birkaç yıldır Doğu Akdeniz’deki askeri varlığını daimî hale getirdi. Ortadoğu’dan Akdeniz’e Türkiye’nin güney hattındaki en mühim komşusu Rusya oldu. Bunlar az kazanç değil… Eskiden Rusların Akdeniz’e, sıcak sulara inme hedefinden bahsedilirdi. Rusya bu hedeflerine büyük ölçüde Türkiye’deki iktidar aracılığıyla ulaştı. Ne kadar teşekkür etse az!
İrfan Aktan kimdir?
Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.
DUVAR