Kılıçdaroğlu doktrini: Dikenlik, çetin, taşlı bir sahadan yürüyüş

ERDOĞANİZM VE KILIÇDAROĞLU DOKTRİNİ İKİLİĞİ

Kılıçdaroğlu doktrini: Dikenlik, çetin, taşlı bir sahadan yürüyüş


Kılıçdaroğlu doktrini: Dikenlik, çetin, taşlı bir sahadan yürüyüş

CHP İstanbul Milletvekili Yunus Emre “CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 16 Nisan 2017 referandumu ve sonrasında başlattığı Adalet Yürüyüşü ile hem oyunu değiştirdi hem de kendisi dahil olmak üzere oyuncuların konumunu” diyor.

Geçerdim basıp birtakım izlere; 
Eğildim biraz dikkat ettim yere! 
O izler benim, hep benim izlerimdi. 
Tevfik Fikret / Hürriyet Yolunda 

Nobel ödüllü oyun kuramcısı Thomas Schelling 1960’da yayınlanan Çatışma Stratejisi kitabında sosyal bilimlerin ilerleyen dönemine damga vuracak bir kavram ortaya atmıştı: stratejik hamle (strategic move). Stratejik hamle bir oyuncunun alışıldık kalıpların dışında ve kendisine stratejik avantaj sağlayan bir hamle yapması anlamına geliyor. Bu hamleyle oyundaki durum, hem oyunun kendisi hem de oyuncuların davranış kalıpları açısından kökten değişiyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 16 Nisan 2017 referandumu ve sonrasında başlattığı Adalet Yürüyüşü ile beraber önemli bir stratejik hamle yaptığı bugünden bakıldığında daha net görülebiliyor. Kılıçdaroğlu bu hamlesiyle hem oyunu değiştirdi hem de kendisi dahil olmak üzere oyuncuların konumunu. 

CHP lideri, stratejik hamlesiyle Erdoğanizm’in karşısında demokratik bir muhalefet bloğu yaratmayı başardı. Bunun ilk işareti 2019 yerel seçimlerindeki büyük başarı oldu. Bu yazıda hem Kılıçdaroğlu’nun stratejik hamlesini hem de Erdoğanizm karşısındaki konumunu ele alacağız.

ERDOĞANİZM VE KILIÇDAROĞLU DOKTRİNİ İKİLİĞİ

Kılıçdaroğlu’nun stratejik hamlesine son dört yıl içindeki uygulamaları eklendiğinde, bu strateji ve uygulamalar bütününe “Kılıçdaroğlu Doktrini” adını vermek mümkün.

Kılıçdaroğlu Doktrinini doğru anlamak için bu doktrinin en büyük rakibi olan Erdoğanizm’in Türkiye siyasetindeki yerini doğru analiz etmek gerekiyor. En başta Kılıçdaroğlu Doktriniyle Erdoğanizm’i aynı çerçevede düşünmek hatalı olacaktır. Şöyle ki Erdoğanizm siyasal düşünceden ve siyasal kurumlardan ayrı olarak kişisel iktidarın kurulmasını amaçlayan bir siyasi tarz. Hedefinde iktidar var. Her şeye rağmen, her şeyi kapsayan bir iktidar. Erdoğanizm son tahlilde Erdoğan’ın iktidarda kalmasına yardım eden söylem ve uygulamalar bütünü. Aşağıda bu söylem ve uygulamaların neler olduğunu daha detaylı olarak ele alacağız. Bu aşamada Erdoğanizmin genel bir tanımıyla yetinelim.

Kılıçdaroğlu Doktrini Kılıçdaroğluculuk değil. Erdoğanizm gibi kişi temelinde bir bağlılığı da ifade etmiyor. Kılıçdaroğlu tarafından ortaya konulan ve toplumda geniş bir destek bulan bir mücadele stratejisi. Bu doktrinin temelinde otoriter yönetimi durdurma ve Türkiye’yi tekrar demokratikleşme doğrultusuna sokma anlayışı bulunuyor. Bunu yaparken olabildiğince geniş bir siyasal birliktelik oluşturmaya ve Erdoğanizm’in toplumsal bünyemize verdiği zararları ortadan kaldırmaya odaklanıyor. 

Kılıçdaroğlu Doktrini tarihin belli bir aşamasında belli toplumsal ihtiyaçlardan doğuyor. Kılıçdaroğlu’nun başarısı halkın bünyesindeki ihtiyaç ve talepleri doğru teşhis etmesi ve bunlara nüfuz etmesi. Bu ihtiyaç ve taleplerin başında demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü geliyor. Adalet Yürüyüşünde formüle edilen şekliyle “hak, hukuk, adalet”. 

Türkiye’de siyasal hayat özellikle 2017 referandumuyla birlikte Erdoğanizm-Kılıçdaroğlu Doktrini ekseninde ikili bir saflaşma içine girdi. Toplum bu ikiliği demokrasi savunusu ve demokrasi karşıtlığı olarak tercüme ediyor, ancak arka planda bu iki siyasal anlayışın ve yöntemin farklılığının bulunduğunu da not etmek gerekiyor. Şimdi Erdoğanizm ve Kılıçdaroğlu Doktrini’ne daha yakından bakalım.

ERDOĞANİZM

Erdoğanizm’in en önemli unsuru aşırıcılıktır. Toplumsal hayatta ılımlılığı temsil eden tutumlar Erdoğanizm’in hedefindedir. Ilımlılık doğal olarak müzakereye ve uzlaşmaya açıktır. Müzakere ve uzlaşmanın imkansız kılınması ise sürekli kimlik siyasetinin tahkim edilmesiyle gerçekleştirilir. Erdoğanizm’in kimlik siyaseti söylem ve uygulamaları dini ve etnik milliyetçiliğe dayalıdır. Gündelik hayattaki sorunları çözmektense kimlikleri tahkim etmek gayreti ön plandadır. İhtiyaç duyulan kimlik, kimi zaman içeride kimi zaman dışarıda bulunan düşmanlar üzerinden yaratılan karşıtlıkla oluşturulur. Erdoğanizm’in kendi destekçilerine sunduğu kimlik, başkalarına karşıt olmayı ve düşmanlığı temel alır. Bu karşıtlık ve düşmanlık inşasında siyasal fikir ya da siyasal tartışma yoktur. Siyasal kutuplaşma bütün tartışmaları kuşatır. Erdoğanizm son tahlilde kimsenin birbiriyle konuşmadığı, çoğunluk adına sadece Erdoğan’ın konuştuğu bir Türkiye özlemidir.

Hemen her gün yapılan miting, açılış, kongre gibi toplantılar kalabalık olmayı, büyük olmayı önemseyen bir hissiyat yaratır. Emile Durkheim’in verdiği isimle kolektif köpürme (collective effervescence) halidir söz konusu olan. Herkes aynı şeyi düşünmeli, herkes aynı şeyi yapmalıdır. Böylesi topluluklar için bunları yapmanın verdiği heyecan ve köpürme hali en önemli birleştiricidir. Erdoğanizm iletişime ve toplumu bilgilendirmeye değil, propaganda aygıtına dayanır. Gerçekler yerine sembollere odaklanır. 

Erdoğanizm’in dünyadaki aşırı sağcı popülistlerle birçok ortak noktası vardır. Kişi kültü, dini siyasete alet etmek, dış politikadaki çatışmacı tutum, demokrasi karşıtı söylem ve uygulamalar bu ortak noktaların başlıcalarıdır. Ama temel ortaklık siyasal iktidarın el değiştirmesine karşı her önlemi alabilir konumda bulunmaktır. Erdoğanizm ve benzerlerinin en önemli özelliği iktidara gelmek için seçimlere ihtiyaç duyması, ancak seçimler yoluyla iktidar değişikliğine imkan vermemek için siyasal rekabeti yozlaştırmasıdır. Ayrıca böylesi bir siyasi tarz, yargı başta olmak üzere devlet gücünün farklı fonksiyonlarını siyasi amaçlarla kullanmaktan da çekinmez. 

Erdoğanizm’in bir diğer özelliği ise aşırı pragmatik oluşudur. Aşırıcılığı temel alan bir siyasetin pragmatik oluşu başlangıçta bir çelişki olarak görülebilir. Ancak onda iktidar tutkusu o kadar merkezdedir ki iktidarın sürmesi her yeni koşula uyum için temel düzenleyici ilke konumundadır. Hiçbir ilkeye ve değere önem vermeyen bu siyaset, iktidar uğruna herkesle uzlaşabilir ya da herkesle düşman olabilir. Bu nedenle yıllar içinde ittifakları da karşıtları da sürekli değişim göstermiştir. Erdoğanizm bugün de bir yol ayrımında bulunuyor. Müttefikleri bu yol ayrımının farkında olmasa da Erdoğanizm bahsi geçen değişim günü için tahkimatını şimdiden yapmış görünüyor. Bu açıklamalardan sonra Kılıçdaroğlu Doktrini’nin hangi aşamalardan geçerek oluştuğunu incelemeye geçebiliriz. 

KILIÇDAROĞLU DOKTRİNİNİN OLUŞUMU

Kılıçdaroğlu Doktrini bir günde ortaya çıkmadı. Son yıllarda Türkiye’nin gitgide demokrasiden uzaklaşması ortamında aşamalı olarak CHP lideri Kılıçdaroğlu tarafından inşa edildi. 

Bu doktrinin oluşumunda en kritik dönemin 2017 halkoylamasına giden süreç olduğunu tespit etmek gerekiyor. 2016 sonunda TBMM’ye sunulan anayasa değişikliği paketi Türkiye’de parlamenter sisteme son veriyor ve demokratik başkanlık yönetimlerine hiç benzemeyen bir modeli öngörüyordu. Ak Parti ve MHP’nin böyle bir sistemi referandumda kabul ettirebilmek için buldukları formül halk oylamasını bilindik bir Ak Parti - CHP karşıtlığı haline dönüştürmekti. Buna karşılık Kılıçdaroğlu liderliğinde CHP, hem kendi içinde bütünlük sağladı hem de geniş muhalif kesimlerle güçlü bir birliktelik oluşturdu. Bu birlikteliğe kavgacı olmaktan uzak bir söylemin inşası eşlik etti. Böylece referandumda parti taraftarlığının değil siyasal fikirlerin tartışılmasının önü açıldı.

Referandum sonrası CHP İstanbul milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanması doktrinin oluşmasındaki ikinci dönüm noktasıydı. Çünkü bu girişimin ardından Kılıçdaroğlu yirmi beş gün sürecek Adalet Yürüyüşünü başlattı. Bu yürüyüş modern Türkiye tarihinin en görkemli toplumsal hareketiydi. İktidarın baskı politikası karşısında halkın çaresiz olmadığını, demokratik cesaretin kitleleri peşinden nasıl sürüklediğini tüm dünyaya gösterdi. Adalet Yürüyüşü Türkiye’de Ak Parti’nin yıllar içinde oluşturduğu siyasal karşıtlığı ters yüz etti. Adalet Yürüyüşüyle adaleti ve hukuku sahiplenme Türk siyasal hayatının temel ayrım çizgisi haline geldi. Yani bir yanda adaleti savunan muhalefet bir yanda adaletsizlikleri gerçekleştiren iktidar. Bu yepyeni durumda muhalefet son derece haklı bir konumda bulunuyordu. Yürüyüşün sonunda Maltepe Meydanı’nda Kılıçdaroğlu’nun gündeme getirdiği konular demokrasi güçlerinin bu aşamadan sonraki yol haritasını ve amaçlarını belirledi.

Doktrinin oluşumunda üçüncü aşama ise 2019 yerel seçimlerinde gerçekleşti. Bu seçimlerde Ak Parti'nin devletin bütün imkanlarını kullanmasına rağmen Erdoğanizm’in yenilebilir olduğunu herkes gördü. 2019 yerel seçimleri Kılıçdaroğlu Doktrininin uygulama sahası oldu. Doktrinin öngördüğü politika ve yaklaşım tarzı bu seçimde uygulamaya konuldu. Bu sayede CHP İstanbul ve Ankara başta olmak üzere önemli merkezleri kazandı. Ardından CHP’nin Temmuz 2020’de gerçekleştirilen 37. Olağan Kurultayı’nda “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi” başlıklı metin Kılıçdaroğlu tarafından Kurultaya sunuldu ve kabul edildi. Bu beyanname partinin öncelikli hedeflerini ve taahhütlerini toplumun önüne koydu. Kılıçdaroğlu'nun en büyük başarıları arasında Millet İttifakı'nın oluşumunu ve genişlemesini de not etmek gerekiyor. CHP liderinin büyük bir ustalıkla ilmek ilmek ördüğü ittifak stratejisi önce otoriterlik karşısında etkin muhalefeti ardından da Millet İttifakı bileşenlerinin çoğunluk olmasını sağladı. Sonuç olarak Kılıçdaroğlu Doktrini, aşama aşama son dört yıl içinde, siyasal ve ekonomik krizlerle boğuşan Türkiye’de toplumun önündeki yegâne çıkış yolu olarak belirdi. Şimdi bu doktrine daha yakından bakabiliriz.

KILIÇDAROĞLU DOKTRİNİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ

Kılıçdaroğlu Doktrini’nin temeli Erdoğanizm’in kutuplaşma stratejisini etkisiz kılmaya dayanıyor. Kutuplaşma stratejisi toplumu kimlikler üzerinden bölüyor ve bu kimlikleri birbirine düşman etmeyi amaçlıyor. Düşman kimliklerin birbiriyle konuşamadığı ortamda Ak Parti çoğunlukta olan kimliklerin temsilcisi olma iddiasıyla seçimleri sürekli kazanıyor. Son dönemde dünya siyasetinde birçok otoriter zihniyetli politikacı da bu türden söylemlerle öne çıktı. Uluslararası yazında bu türden siyasete kabilecilik (tribalism) ismi veriliyor. Bu kavramla kastedilen modern öncesi dönemdeki kabile zihniyetinin tekrar uygulamaya konması değil. Kabilecilik günlerinde olduğu gibi kişilerin kendilerini salt mensubu oldukları grubun üyesi olarak tanımlaması. Bu yaklaşım, ulus ya da insanlık ailesi gibi kucaklayıcı değil aksine kabile gibi parçalayıcı bir yapıyı beraberinde getiriyor. Aynı zamanda bireysel özgürlüğe değil kabileye bağlılığa referansta bulunarak etnik ve dinsel aidiyetleri ön planda tutuyor. Bir diğer temel özelliği ise burada kimliğin başka kimlikleri dışlayan ve onları ötekileştiren bir içerikte oluşturulması.Sonuç olarak kabilecilik günümüzde demokrasiyi zehirleyen en önemli sorunların başında geliyor ve ülkemizde de Erdoğanizm tarafından alabildiğine uygulanıyor. İşte Kılıçdaroğlu Doktrini en başta bu kabileci siyaseti; toplumu bölen, farklı kimlikleri birbirine düşman kılan anlayışı reddediyor. Farklılıkları vurgulamak yerine eşitliği, vatandaşlığı ve birliği savunuyor. Hem on sekizinci asırdan günümüze modern dünyaya şekil veren Aydınlanma geleneğine yaslanıyor hem de Hoca Ahmet Yesevi’den, Yunus Emre’den, Mevlana’dan bugünlere miras kalan insan sevgisi, hoşgörü anlayışını temel alıyor. Aydınlanma ve Anadolu’daki tasavvuf geleneklerini yirmi birinci yüzyılın gerekleriyle harmanlayarak günümüze özel bir sentez yaratıyor.

Kılıçdaroğlu Doktrininin en temel vurgularından biri de dostlarımız vurgusu. Demokrasiyi kurtarma yolunda en geniş birlikteliği sağlamak bu doktrinin temel amacı. Birlikteliğin başarılamadığı ortamda demokrasi namına ortada pek bir şeyin kalmayacağı da çok açık. Bu şartlarda Kılıçdaroğlu Doktrini Erdoğanizm’in dışlayıcı siyasetine net bir cevap veriyor, onu kucaklayıcı bir siyasetle aşıyor. Ancak dostlarla birlikte iktidara yürümek, dostlarımız dışındaki kesimleri düşman olarak görmeyi gerektirmiyor. Tam tersine, Kılıçdaroğlu Doktrini, ülkemizde barış ve huzur ikliminin dost-düşman gibi bir ikilikle sağlanamayacağını öngörüyor. Kılıçdaroğlu’nun Erbakan’ı anma toplantısında yaptığı konuşmadaki şu sözlerinin altını çizmek gerekiyor: “Biz dostlarımızla birlikte yaşanabilir bir Türkiye’yi kuracağımıza inanıyoruz. Ama bugün dostlarımızın arasında saymadıklarımızı da düşmanlarımız olarak görmüyoruz. Bir kez daha vurgulamak isterim, dostlarımız vardır ancak düşman olarak gördüklerimiz yoktur.” Bu sözler dostlar siyasetinin özünü ortaya koyuyor. Yaşanabilir bir Türkiye özlemiyle büyük bir birliktelik yaratmak ve diğer kesimleri düşman olarak nitelendirmeyi reddetmek. Siyasette düşmanlık tohumları ekmek yerine eşit ve özgür yurttaşların birliğini savunmak. Anadolu aydınlanmasına dayanan bir siyasal düşüncenin başka türlü davranması da beklenemezdi zaten.

Kılıçdaroğlu Doktrininin bir diğer önemli unsuru da dış politika ve dış ilişkiler alanında. Çünkü sosyal bilimlerin son dönemdeki en önemli kavramlarından biri olan “devlet kimliği” kavramına önem veriyor. Yani yönetimde bulunanların kendi düşünce ve algılarını devletin kimliğine yansıttığını görüyor. Bu kapsamda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kimliğine şekil veren Atatürk’ün iki önemli sözünü sıklıkla hatırlatıyor. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ve “yurtta barış, dünyada barış” ilkeleri. Bu yolla, “demokrasi ve halk egemenliği ile barışçılık ilkeleri devlet kimliğinin tekrar temeli yapılmalı” vurgusu öne çıkarılıyor. Kılıçdaroğlu bir adım daha öne çıkarak Marx’ın ünlü “dünya bütün işçileri birleşiniz” çağrısını gündeme getirerek “dünyanın bütün demokratlarını birleşmeye” çağırıyor. Böylece demokrasi için mücadele ve demokrasiyi koruma anlayışı uluslararası dayanışmanın da barışın da temeli oluyor. 

Kılıçdaroğlu Doktrininin öngördüğü bir önemli ilke de üslup farkı ve siyasi ahlakla ilgili. Kılıçdaroğlu sembol bir kişilik olarak lüksten ve şatafattan uzak duruyor. Erdoğanizm’in baskın gelmesiyle Ak Parti kendi ilkelerinden ve programından yıllar içinde uzaklaştı. Bugün Ak Parti’nin mensubu olmak salt iktidarın ayrıcalıklarından faydalanmak anlamına geliyor. İktidarda bulunmanın şaşaası ve debdebesinden vazgeçilemiyor. Gelinen durum Erdoğan’ın içinden çıktığı toplumsal çevreyi de rahatsız ediyor. Buna karşılık Kılıçdaroğlu Doktrini alçak gönüllü olmayı, israftan, lüksten uzak durmayı öngörüyor. Bunun yanında siyasi ahlakı çok önemsiyor. Siyasi ahlak yasası çıkarılması başta olmak üzere kurumsal düzenlemeleri hızla yapmayı vaat ediyor. Hesap veren bir yönetim anlayışının gereği olarak başta TBMM’de kesin hesap komisyonu kurulması ve başında muhalefetten bir milletvekilinin bulunması dahil olmak üzere birçok adımla ayrıcalıklı değil ayrıcalıklarla mücadele eden siyasetçileri toplumun hizmetine sunmayı amaçlıyor.

Kılıçdaroğlu Doktrini sandığa ve halkın sağduyusuna güveniyor. Bütün dünyada demokrasinin gerilediği bir ortamda Kılıçdaroğlu ortaya koyduğu doktrinle demokrasi fikri etrafında çok geniş bir birliktelik yaratmayı başardı. Uzun iktidar süresinin sonunda Erdoğanizm toplumsal bünyemizi tahrip etti. Kılıçdaroğlu Doktrini hem bu hasarı gidermeyi hem de kapsamlı bir yeniden yapılanmayı amaçlıyor. Bu doktrin büyük bir başarıyı yerel seçimlerde yakaladı, genel seçimlerde zafere kendinden emin adımlarla ilerliyor. Yaşanmakta olan gelişme aslında küresel çapta önem taşıyan büyük bir siyasal olay. Demokrasi güçlerinin öncüsü konumundaki CHP, otoriter zihniyeti halkın sağduyusu ve demokratik birikimine güvenerek sandıkta mağlubiyete itiyor. Bu yanıyla çok özel ve Türkiye’ye özgü bir başarı söz konusu olan. Kılıçdaroğlu’nun yıllar içinde ve büyük bir sabırla oluşturduğu doktrinin başarısı. Yazıya büyük şairimiz Tevfik Fikret’in Hürriyet Yolunda şiirinin son mısralarıyla başlamıştık. Aynı şiirin ilk mısralarıyla bitirelim. Adalet için yürüyen Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü akla bu mısraları getiriyor: “Yürürdüm biraz güç, biraz bî-huzûr / Dikenlik, çetin, taşlı bir sâhadan”. 

KARAR