Kızılcık Şerbeti üzerine
İlişkilerdeki sınırsızlık
Kızılcık Şerbeti üzerine
Ben Türk dizisi izleyen biriyim. Yani, “Hayatta Türk dizisi izlemem” diyenlerden değilim. Bu ülkede iyi işler de yapılıyor; fakat dizi süreleri çok uzun olduğu için senaristler belli bir zaman geçtikten sonra -sanırım- konu bulmakla ilgili sıkıntıya giriyor ve reyting kaygısı da üzerine eklenince, dizi akışı raydan çıkıyor ya da dizi erken final yapmak zorunda kalıyor.
‘Kızılcık Şerbeti‘ her bölümünde kendinden söz ettiren, reyting rekorları kıran bir yapım. Ben de neredeyse hiç kaçırmadan izliyorum. Dizi, seküler bir aile ile konservatif bir ailenin ilişkilerini, yaşam tarzlarındaki farklılıklardan kaynaklanan çatışmaları, yaşam tarzlarındaki farklılığa rağmen aynı toplumda yaşamanın getirdiği benzerlikleri ve kadının -koşullar ne olursa olsun- maruz kaldığı şiddeti iyi anlatıyor.
Dizi işlediği konu ve hızlı akışıyla diğer birçok diziden ayrılıyor. Böyle güzel bir yapımın devam etmesini isterim. Bu yüzden, her ne kadar dizi hakkında çok yazılıp konuşulsa da ben de dizinin sadık bir izleyicisi olarak hakkında birkaç yorum yapmak istedim. Tabii ki ben bir film ya da dizi eleştirmeni değilim; yorumlarımı psikoloji bilen bir izleyici olarak dile getirmeye çalışacağım.
Sonuçta dizideki karakterlerin tutum ve davranışlarının tutarlılığı ya da değişkenliği, yaşamsal deneyimleriyle birlikte tepkilerinin çeşitlilik göstermesi psikoloji alanıyla yakından ilişkili. Tabii ki dizilerde bazı durumlar gerçek hayata kıyasla daha abartılı işlenebiliyor. Yalnız, reyting kaygısıyla hızla değişen akışa uymaya çalışan karakterler zaman içinde kendiyle çelişip tutarsız davranışlar gösterebiliyor. Bu karmaşa izleyicinin diziden kopmasına sebep olabiliyor. Son dönemde ne yazık ki ‘Kızılcık Şerbeti‘nde de benzer bir durum gözlemliyorum.
Bu dizide ilk eleştireceğim şey, akışın -özellikle son zamanlarda- sınırsız ilişkiler etrafında dönmeye başlaması. Özellikle bu sezon dizi -geçen sezona kıyasla- vermek istediği mesajlardan bir parça saptı. Ortada bir esas kız ve esas oğlan olmasa da diğer diziler gibi romantik ilişki dizisine dönüşmeye başladı. Senaristlerin de bu konuyla ilgili bir endişesi olsa gerek; çünkü hemen her bölüme asıl konudan sapılmadığını kanıtlamak istermişçesine kamu spotu tadında birkaç dakikalık diyaloglar sıkıştırılıyor. Dürüst olmam gerekirse o sahneler de zorlama ve yapay gözüküyor.
İlişkilerdeki sınırsızlık
Az önce belirttiğim gibi diziyle ilgili ilk eleştireceğim şey olayların sınırsız ilişkiler etrafında dönmeye başlaması. Günümüzde zaten hemen her dizide ve gündüz kuşağı kadın programında insanların yakın tanıdıklarının eşiyle, eski eşiyle ilişkiye girdiklerini izliyor ve dinliyoruz. Sınır tanımayan ilişkiler sürekli normalleştirilirken ‘Kızılcık Şerbeti’ dizisinin de bu tuzağa düşmesi, bir izleyici olarak beni hayal kırıklığına uğratıyor. Dizide Ömer karakterinin eski eşiyle Kıvılcım’ın eski eşinin evlenmesi, Kıvılcım ve Ömer boşandıktan hemen sonra Ömer’in arkadaşı Ertuğrul’un Kıvılcım’a asılması ve Kıvılcım’ın bunu normal karşılaması, Apo’nun dünyada başka kadın yokmuş gibi oğlunun karısının teyzesine aşık olması ve Alev’in de ona karşılık vermesi, ‘Kızılcık Şerbeti’ni biraz ‘Yasak Elma’ya çevirdi. Son iki bölümde birçok kişi Apo’nun evli olmasına ve Alev için eşini boşamak istemesine takıldı. Diğer yandan, eğer Apo bekar olsaydı bu ilişki de makul mu karşılanacaktı?
Toplum medyayı etkilediği gibi medya da toplumu etkiler. İlişkilerin bu kadar sınırsızlaşmasının olağanlaşması değerlerin de yozlaşmasını normalleştiriyor. Dürtüselliğin aşk veya tutku kavramlarıyla karıştırılması, patolojik ilişkilerin sağlıklı olduğuna inanmamıza sebep olabiliyor.
Saçma klişeler
Diziyle ilgili beni hayal kırıklığına uğratan diğer bir konu, Yeşilçam filmlerinde sık sık karşımıza çıkan, ölümcül hastalığa yakalanmış bir adamın sevdiği kadını üzmemek için başkasına aşık olduğunu söylemesi fikrinin çok iyi bir fikir olduğunun düşünülüp senaryoya eklenmesi.
Ne yazık ki şöyle bir gerçek var: Birçok kadın aşık olduğu adamın başka bir kadına aşık olduğunu duymaktansa adamın hastalıktan ölmesini tercih eder. Bununla ilgili yapılmış birçok çalışma ve yazılmış kitap var. Evrimsel psikolojiyi de baz alacak olursak, kadının da erkeğin de partnerinin bir başkasıyla olduğunu bilmesi -şartlar ne olursa olsun- mutsuz edici bir durum. Dizide Ömer’in Kıvılcım’a ölümcül bir hastalığı olduğunu söylemektense başka kadına aşık olduğunu söylemesi, ancak hasta ve zayıf gözükmek istemeyen bir adamın kendi narsisizminden kaynaklanır. “Kadını üzmemek için yalan söylüyorum” lafı da adamın kendi narsisizmine bir kılıf olmaktan öteye geçmez. Yeşilçam filmleriyle büyüyen nesil için filmlerde hasta olan insanın hastalığını gizleyip, kendinden nefret ettirmek için partnerine başkasına aşık olduğunu söylemesi, dalga konusudur. 2023 senesinde bu kadar reyting alan bir diziyi, karşımızda Barış Kılıç değil de Kartal Tibet ya da Ediz Hun varmış gibi izlememiz beklenmemeli. Senaristler, “Bu klişeyi ekleyelim çok konuşulur” diye düşünüp bu Yeşilçam klişesini PR amaçlı senaryoya ekledilerse bilemem. Yalnız, izleyici böyle durumlarda ekran karşısında tutan, “Acaba daha ne kadar saçmalayacaklar?!”düşüncesi olur.
Saçmalıklar insanlarda merak uyandırır. ABD sinemasında sadece aşırı saçma olduğu için izlenen birçok film var. ‘Sharknado‘ serisi bunlardan biri. Senaryo saçmalıklar üzerine kurulmuştur. Yalnız, yarı saçma filmler ve diziler izlenmez. Dolayısıyla, saçmalık boyutunu senaryoya eklerken iyi ölçmek gerekir; çünkü risklidir. Umarım ‘Kızılcık Şerbeti‘ senaristleri bu konuyla ilgili artık fazla risk almazlar.
Manipülatif anneler
Öte yandan, dizide en iyi işlenen konulardan biri, yaşam tarzlarından bağımsız, insan tutum ve davranışlarındaki benzerlikler. Manipülatif/kontrolcü anneler ve çocukları üzerindeki etkileri, bunlardan biri. Manipülatif anne denilince her ne kadar ilk akla gelen Pembe karakteri olsa da Sönmez karakteri de onun kadar kontrolcü ve manipülatif.
Sönmez, yaşlı denebilecek bir yaşta olmasına rağmen hala çalışan, bağımsız, kızlarını da kendi ayakları üzerinde durmayı başarmış kadınlar olarak yetiştirmiş bir kadın olarak görünüyor. Öte yandan, her sözüyle kızlarının yaşantısına karışmaktan geri kalmıyor. Ayrıca, eleştirel. “Ben doğruyu söylüyorum, çocuklarımı koruyorum” başlığı altında koskoca kadın olmuş kızlarının hayatlarına yön vermeye çalışıyor. Toplumumuzdaki birçok insan gibi “Elalem ne der?” baskısıyla yaşıyor ve kızlarının duygularından çok tutum ve davranışlarına odaklanıyor. Dolayısıyla, her fırsatta bütün hayatını kocasına ve çocuklarına adadığını dile getiren, istediği bir şey olmadığı zaman yalandan ayılıp bayılan Pembe’den -temelde- pek farkı yok.
Ebeveynler kontrolcü ve manipülatif olunca da çocuklar maddi olarak kendi ayakları üzerinde dursa bile tam olarak yetişkin bir birey olamıyorlar. Ya Alev karakteri gibi yetişkin görünümlü isyankar bir ergen ya da Kıvılcım gibi çok aklı başında, çok olgun duran ama annesinin dizinin dibinden ayrılmayan, aşırı makul davranan ama benzer ilişki örüntüleri içine kendini atan yetişkin görünümlü bir kız çocuğu halinde hayatlarına devam ediyorlar. Kıvılcım çok aşık olduğu kocasından adamın hayatında başkası olduğunu sanarak ayrıldı ama yas sürecinin neredeyse hiçbir evresini yaşamadı. Normal şartlarda böyle bir durumda öfke, suçluluk, acı gibi duygular hissedilir. Bunun medeni olmakla ya da olgun olmakla ilgisi yoktur, insan olmanın doğasında ayrılık sonrası yas süreci vardır. Diğer insanların kendisiyle ilgili ne düşüneceğini fazlasıyla önemseyen, üzülmeyi güçsüz olmakla bağdaştırıp güçsüz görünmekten korkan, kendisine acı çekmeyi yakıştıramayan insanlarda yas süreci baskılanır. Sonrasında ise komplike yas olarak başka psikolojik problemlerle birlikte ortaya çıkar.
Kıvılcım yas sürecini yaşamadan, boşandığı kocasının kendisine ilgi gösteren ahbabıyla görüşmeye başladı. Annesi Sönmez de bunu destekledi. Dolayısıyla, bu haliyle çalışan, bağımsız, tuttuğunu koparan, medeni bir kadın profilinden çok duygularını bastıran, yalnız kalamayan, annesinin sözlerinden fazlasıyla etkilenen bir kadın profili çiziyor. Yani yukarıda bahsettiğim isyan etmeyen, söz dinleyen, iyi huylu kız çocuğu çizgisinde devam ediyor. Alev gibi isyankâr bir kız çocuğunun yanında ise iyice parlayıp yıldızlı pekiyi alan öğrenci gibi görünüyor.
Dolayısıyla ister konservatif ister seküler yaşam biçimine sahip olsun annenin destekleyici ama sınır çizebilen bir yapıda değil de aşırı koruyucu, müdahaleci bir yapıda olması, çocukların yetişkin olmasını engelliyor. Böyle bir ortamda yetişen çocuklar ya fazla kontrolcü ya da fazla sınırsız olabiliyor. Ayrıca, kendilerine uygulanan şiddete sınır çekmekte de zorluk çekebiliyor.
Sözde kalmamalı
İzleyici yorumlarından anladığım kadarıyla, dizide en fazla antipati toplayan kişilerden ikisi Fatih ve Doğa. Fatih antisosyal ve narsisistik kişilik bozukluğu özelliklerini dışa yansıtmakta iyi bir iş çıkartıyor. Doğa da bu patoloji eksenine yapışmış bağımlı kişilik gibi gözüküyor. Kızıyor, bağırıyor ama o evde kalmaya devam ediyor. Hukuk yoluyla hakkını aramıyor. Annesi, anneannesi dahil ailesinden tek bir insan doğru düzgün bir avukat bulup çocuğunun velayeti alması için kendisine destek olmuyor. Lafa gelince kadın erkek eşitliği üzerinden mangalda kül bırakmayan konuşmalar yapan bu kadınlar, işleve gelince pasif kalıyor. Bu tutum ve davranışlar haliyle samimiyetsiz bir tablo ortaya çıkartıyor. Her türlü zorbalığı yapan erkek karşısında kadın hukuk yoluyla hakkını aramayacaksa, kurban rolünü benimseyip söylenip söylenip olduğu yerde duracaksa, dizi toplumsal değişime katkıda bulunacak mesajları veremez. Oysa, ‘Kızılcık Şerbeti‘ geçen sezon Nursema’nın sergilediği efsane performans, yani maruz kaldığı şiddete başkaldırışı ve ona destek olan kadınlarla gönüllerde taht kurmuştu. Aynı karakterler bu sezon şiddet karşısında aksiyon değil, kamu spotu izletiyor gibi hissettiriyor.
Tek suçlu diğer kadın olamaz
Alev ve Apo ilişkisi dizideki tüm karakterlerin bu ikiliye cephe almasına sebep olsa da izleyiciler bu ikiliyle ilgili farklı görüşlere sahip. Ben kendi adıma bir izleyici olarak Apo’nun evli olmasından ziyade, hem evli olup hem de gelinin teyzesine asılmasını sınırsız buldum. Bekar olsaydı da aynı fikirde olurdum. Daha önce de belirttiğim gibi bu diziyle ilgili en net eleştirim, diğer birçok dizideki gibi sınırsız ilişkiler.
Öte yandan, Apo’nun arkadan iş çevirmemesi, düzenini bozmamak için ihanet edip sonra evde bir şey yokmuş gibi sofraya oturmayı reddetmesi, yani boşanmak istemesi dürüst bir davranış. Gerçek hayatta genelde düzen bozulmasın diye boşanmak yerine eşe ihanet ediliyor, eş bunu görmezden geliyor, es kaza gözüne takılırsa diğer kadın suçlanıyor ve bir şey yokmuş gibi evlilik -güya- devam ediyor. Oysa, bir yuva bir diğer kişi yüzünden yıkılmaz. Eşler arasındaki bağ yeterince kuvvetli değilse, yani ilişki bağımlılık veya alışkanlık üzerinden devam ediyorsa bir diğer kişinin dahil olma olasılığı artıyor. İhanet eden taraf bir diğer kişi yüzünden ayrılmak istediğini söylüyorsa aslında bitmiş bir ilişkiden çıkmak için bir motivasyon, belki bir bahane bulmuş demektir. Yalnız, bir kere ihanet edenin aynısını diğer insana da yapma olasılığı yüksek.
İnsanlar neden ihanet eder, insan ihanete uğradığını bilerek neden bir ilişkide kalır, bir insan neden evli bir insanla birlikte olur konularını detaylı bir biçimde başka bir yazıda ele alacağım. ‘Kızılcık Şerbeti’üzerinden konuyu bağlayacak olursak Alev’in hem dizideki birçok karakter tarafından hem de birçok izleyici tarafından yuva yıkan kadın olarak etiketlenmesine karşı, bazı sahnelerde Alev-Apo ilişkisine dair “Suç sadece bir tarafın olamaz, ikisi de sorumlu” şeklinde mesajlar verilmesi takdir edilesi. Yani böyle bir ilişki yaşanırken erkeğin de sorumluluk alması gerektiğinin, tüm suçu kadına yıkmanın yanlış olduğunun vurgulanması çok değerli. Sonuçta böyle bir durumda sadece kadını sorumlu tutmak da kadına şiddetin başka bir boyutu.
Dizinin akışında bazı tutarsızlıklar ve verilen mesajlarda ufak tefek sapmalar olsa bile ele aldığı konular ‘Kızılcık Şerbeti‘ni diğer birçok diziden ayırıyor. Umarım dizi çizgisinden çok sapmadan uzun süre devam eder. Son olarak, senaryo yazılırken hukukçuların, ruh sağlığı uzmanlarının ve hekimlerin görüşlerine başvurulursa çok daha gerçekçi bir yapım izleriz diye düşünüyorum.