Koğuş arkadaşım Uğur Mumcu

İHSANOĞLU’NA KARŞI ÇIKTI

Koğuş arkadaşım Uğur Mumcu


Koğuş arkadaşım Uğur Mumcu

Hikmet Çiçek 

Tarih 9 Temmuz 1992. Dönemin MİT Müsteşarı Korgeneral Teoman Koman, MİT'in merkez binasında gazetecilere bir akşam yemeği vermişti. "Teşkilat"ın tarihinde ilk kez karargâhın kapıları çok sayıda gazeteciye (48 gazeteci) açılmıştı. O tarihte 2000'e Doğru dergisinin Ankara Temsilcisi'ydim. Yemeğe ben de çağrıldım. 2000’e Doğru Dergisi, tarihinde ilk kez (ve son kez) MİT’e çağrılmıştı.

Hiç unutmam, Uğur Mumcu, 2000'e Doğru Dergisi’nin de çağrılı olduğunu görünce bana takıldı: "Hikmet, MİT’e girdin de bakalım çıkabilecek misin!"

Bu MİT ziyaretini 2000’e Doğru’nun 12 Temmuz 1992 tarihli sayısında yazdım, ayrıca ayrıntısı “Hangi Hizbullah” adlı kitabımda bulunuyor.

İHSANOĞLU’NA KARŞI ÇIKTI

Biliyor musunuz?

CHP ve MHP'nin Cumhurbaşkanlığına aday gösterdikleri Ekmeleddin İhsanoğlu'nu ilk eleştiren gazeteci Uğur Mumcu’dur. 

Ekmeleddin İhsanoğlu'nun 1980'li yılların şeriatçı dernek ve vakıflarıyla olan bağlantısını ilk yazan Mumcu'dur. Uğur Mumcu'nun "Rabıta" adlı kitabında İhsanoğlu'nun adı da yer alıyor. Kitapta, Rabıtat-ül Âlem, yani "Dünya İslam Birliği" adlı şeriatçı örgütle bağlantılı dernek ve vakıflar ele alınıyor.

"Rabıta"da Mumcu, Turgut Özal döneminde çıkarılan yasalarla Suudi sermayesinin Türkiye'ye girişini, Faisal Finans Kurumu üzerinden kurulan parasal ilişkileri ve bu paralarla beslenen dernek ve vakıfları ayrıntılı olarak inceliyor.

Mumcu'nun kitabında Ekmeleddin İhsanoğlu'nun adı, "İslâmî İlimler Araştırma Vakfı"nın yöneticileri arasında geçiyor.

Mumcu şöyle yazıyor: "İlim Yayma Cemiyeti" üyesi ve Aydınlar Ocağı eski genel başkanlarından Prof. Salih Tuğ'un da yönetimde görev aldığı bir başka vakıf da "İslami İlimler Araştırma Vakfı"dır.

Bu vakfın Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Ali Özek'tir.

Doç. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu, Prof. Dr. Asal Ataseven de vakfın yönetim kurulunda görevlidirler…”

CHP’nin böyle bir kişiyi Cumhurbaşkanı adayı olarak göstermesi akıl alacak bir şey değildir.

30 YIL ÖNCE

24 Ocak 1993... Ankara kar altında. Sabah saat 10’da Çankaya sırtlarında patlayan bir bomba gazeteci-yazar Uğur Mumcu’nun arabasını havaya uçurdu. Mumcu’yu katleden bomba aslında yalnızca o arabanın altına konmamış, Türkiye’nin de temeline konmuştu. Suikast, Türkiye’yi istikrarsızlaştırma operasyonunun önemli bir kilometre taşıydı. Türkiye halkı Mumcu’yu uğurlamak için Türkiye’nin kalbine akın etti. Ankara hiç bu kadar büyük bir kalabalığı ağırlamamıştı. Bir milyonu aşkın insan, saatlerce süren sağanak yağmura rağmen “Uğurlar ölmez. Kahrolsun Amerikan emperyalizmi” sloganlarıyla Türkiye’ye sahip çıkıyordu.

DIŞ-B KOĞUŞU

Uğur Mumcu ile ilk kez 12 Mart 1971 askeri darbe döneminde Mamak Askeri Cezaevi “Dış B” koğuşunda tanıştım. İkimizin de Ankaralı olması, çabuk kaynaşmamıza neden oldu. “Mumcuzadeler”den Uğur, sıkı bir Ankaralıydı.

Uğur Mumcu o dönemde bir yazısında "ordu uyanık olmalı" demişti. Bu sözler, "orduya hakaret etmek", "sosyal bir sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü kurmak" suçunu işlediğinin kanıtı oldu! Bu davadan dolayı 7 yıl hapse mahkûm edildi. Karar Yargıtay tarafından bozuldu ve serbest bırakıldı. Ama bu olay, Mumcu’nun askerliğini, "sakıncalı piyade" olarak yapması için gerekçe olacaktı.

Uğur Mumcu’yu kaybedeli 30 yıl oldu. 50 yıl önce Mamak Askeri Cezaevi’nin Dış-B koğuşunda tanıdığım Uğur Mumcu’yu yaratan faktörler nelerdi? Ailesi onu nasıl yetiştirmişti? Kültürü, kişiliği, terbiyesi nasıl oluşmuştu? Araştırma merakı nereden geliyordu? Nasıl gazeteci olmuştu?

Bu soruların yanıtını Mumcu’nun ağabeyi Ceyhan Mumcu’dan aldım. Ceyhan ağabey ile yaptığım söyleşi Aydınlık’ta 3- 9 Mayıs 1993 tarihleri arasında. “Uğur Mumcu’yu ağabeyi Ceyhan Mumcu anlattı” başlıklı dizi yazı olarak yayımlandı. Bu yazı sonradan Mumcu anısına yayımlanan bazı kitaplara da girdi. Kaynak Yayınları’ndan kitap olarak çıktı.

KATİLLER, KATİLLER, KATİLLER

Cinayetin hemen ardından açıklamalar birbirini izledi. Zamanın İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, cinayetin devletin namusu olduğunu ve aydınlatılacağını söyledi. Ancak “devletin namusu” olan cinayet hala aydınlatılamadı.

Mumcu’nun ölümünden dört gün önce, 20 Ocak 1993 günü İstanbul’da yapılan bir operasyonla “İslami Harekat Örgütü” üyelerinin yakalandığı açıklandı. Sanıklar, kamuoyuna “Çetin Emeç ve Turan Dursun cinayetlerinin failleri” olarak sunuldular. Dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, Mumcu suikastından sonra yaptığı açıklamada Çetin Emeç, Turan Dursun ve Mumcu cinayetleri arasında “bağlantı bulunduğunu” söyledi. Kamuoyu katiller bulundu diye düşünüyordu. Bir süre sonra devlet görevlileri ilk operasyon hiç yapılmamış gibi ikinci operasyon haberleri için gene basının önündeydiler.

İKİNCİ KATİLLER

26 Ocak1993 günü İstanbul ve Ankara’da düzenlenen iki operasyonda, 27 kişi yakalandı. Emniyet yetkilileri, yapılan sorgulamalar sonucunda elde edilen “bulgularla”, Mumcu suikastı soruşturmasının, Hizbullah örgütüne doğru yöneldiğini bildirdiler. Kısa bir süre sonra katillerin onların olmadığı anlaşıldı.

ELDE VAR ÜÇ

Kasım 1995’te yeni bir katil türedi. Bu üçüncü katil adayıydı. İstanbul’da İslami Hareket’in tetikçisi Tamer Aslan yakalandı. Operasyonda sadece Çetin Emeç ve Turan Dursun suikastlarında değil, Prof. Dr. Muammer Aksoy, Doç. Dr. Bahriye Üçok ve Uğur Mumcu cinayetlerinde de önemli ipuçları ele geçirildiği belirtildi. Artık devletin namusu temizlenecekti. Gene olmadı!

PKK İTİRAFÇILARININ İDDİASI

Çok geçmeden katillerle ilgili yeni iddialar gündeme geldi. Bu kez iki itirafçı Mumcu’nun katilini açıklıyorlardı. PKK itirafçıları Murat Demir ve Murat İpek, Mumcu cinayetiyle ilgili olarak Kuzey Irak kökenli bir Kürt olan Velit Hüseyin’in adını ortaya attılar. O mu, değil mi? Velit Hüseyin, 1 Mart 1998 yılında Silopi’de öldürüldü. Onunla ilgili iddialar da böylece ortadan kalktı. Katil Velit Hüseyin de değildi. Ancak katil zanlıları serisi bitmemişti.

BİR PARANOYAK

4 Ağustos 1996 tarihli Aydınlık’ta yazdık. Yeni bir katil adayı ortaya çıktı. Abdullah Argun Çetin, suikastı öyle bir anlatıyordu ki, C-4’ü Mumcu’nun arabasının altına yerleştiren katil bile hayran kalırdı. Aydınlık, Çetin’in anlattıklarına inanmadı. Bunu da basın toplantısıyla açıkladı. Ancak, Ankara DGM ve devlet Çetin’in üzerine atladı. Yeni bir katil bulunmuştu. Çetin idamla yargılandı. Suçu, Mumcu’yu öldürmekti. Çetin’in akli dengesini öğrenmek için rapor istendi. Katil adayı, resmen deliydi. Sonunda mahkeme Argun’u serbest bıraktı. Beşinci kez de katil bulunamamıştı.

TÜRK-İRAN İLİŞKİLERİ BALTALANIYOR

Katil oldukları iddia edilen sanıkların tamamının ortak bir yanı vardı. Tümü de İran’da eğitim görmüş ve İran bağlantılıydılar. Bilinçli bir operasyon yapılıyordu. Bir taşla iki kuş vurulmak isteniyordu. Hem Türkiye-İran arasında gelişen ilişkiler baltalanacak, hem de kamuoyunun dikkati başka yöne çekilerek zihinler bulandırılacaktı. Bu formül çoğu kez tuttu. Amerika’nın hedef tahtasına koyduğu İran’la, Türkiye’nin ilişkileri ne zaman gelişse faili meçhul bir cinayetin katilleri yakalandı. Yakalananların da mutlaka İran’la bağlantısı vardı.

UMUT OPERASYONU

Yıl 2000... Şubat ayında Mumcu’nun katillerinin yakalanması için bir operasyon daha yapıldı. Şubat ayında Umut koduyla başlayan operasyon Mayıs ayında ortaya çıktı. Mumcu cinayeti başta olmak üzere faili meçhul 22 olayı aydınlatmak üzere başlatılan “Umut Operasyonu” çerçevesinde sanıklar hakkında dava açıldı. Bugüne kadar cinayetlerle ilgili olarak çok sayıda fail açıklanmış, fakat daha sonra bunların hiçbirinin gerçek fail olmadığı ortaya çıkmıştı. Bu kez ciddi kanıtlara dayanılarak bir dava açılıyordu.

3 İDAM

17 ay süren dava 2002 Ocak ayında kafalarda bir sürü soru işaretleri bırakarak sona erdi. Sanıkların “İran bağlantılı” olduğuna dair iddialar boşlukta kaldı. Kararda, üç sanık hakkında idam cezası verilmesine rağmen Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Prof. Dr. Muammer Aksoy ve Bahriye Üçok’u kimin ya da kimlerin öldürdüğü yine saptanamadı. Bu cinayetleri azmettiren gerçek kuvvetler de açığa çıkartılamadı.

AZMETTİRENLER KİMDİ?

24 Ocak 1993 günü katledilen Uğur Mumcu'nun katillerine ulaşıldı. "Umut Operasyonu" sonucunda Mumcu suikastının tetikçileri Ferhan Özmen, Necdet Yüksel ve Rüştü Aytufan yakalandı. 'Umut' adı verilen operasyon ve dava böyle başladı.

Mumcu’nun katilleri yakalanmıştı fakat azmettirenler kimdi? Aksoy, Üçok, Kışlalı, Mumcu cinayetlerinin emri nereden gelmişti?

Mumcu'nun katilleri hiç konuşmadılar, savunma yapmadılar. İşkence edebiyatı dışında hiçbir konuya değinmediler.

17 ay süren “Umut Davası” 2002 Ocak ayında kafalarda bir sürü soru işaretleri bırakarak sona erdi. Kararda üç sanık hakkında en ağır cezanın verilmesine rağmen Prof. Dr. Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı cinayetlerini hangi kuvvetin azmettirdiği ve karar verdiği saptanamadı, açığa çıkartılamadı.

'Hizbullah', 'Tevhid ve Selam', 'Kudüs Savaşçıları' vb. gibi isimler kafanızı karıştırmasın. Cinayet, tehdit, gasp, haraç, uyuşturucu ticareti vs. yapmak için çeşitli yeraltı örgütleri kurmak bir Gladyo yöntemidir!

Mumcu cinayetini aydınlatmak, bir yurtseverlik görevi olarak hala önümüzdedir.

Uğur Mumcu seni çok özlüyoruz.

Odatv.com